Suç, bana yazar diye maaş verende...
"Hem bi boka yaramıyorsun hem da çuvalla para kazanıyorsun” diyorsun...
ADNAN BERK OKAN
Çalışma koltuğuma yaslıyorum
sırtımı…
Denizin kenarında “istinat duvarı”
gibi duran yükseltilere bakıyorum...
Ne desem onlara
acaba?..
Alp’lere tırmanmış benim gibiler için
birer Alâattin Tepesi mi?..
Yoksa en yüksek dağ olarak
Karakayalara çıkanların gözüyle Uludağ mı?..
Onlara ne isim verirsem vereyim şu
anda hiç önemli değil…
Mühim olan benimle
inatlaşmaları…
Neredeyse birkaçı hariç herkese
öfkelenmeye alışmış sinir sistemim bu defa da onlarla mı kavga
edecek ne?..
Karşıma dikilmişler; “Görünsek mi
görünmesek mi?” diye benimle kafa buluyorlar…
Karıma, “şu dağların önüne de tül
perde mi gerdin?” diyorum muzırca…
Her zaman olduğu gibi tatlı bir
gülümseyiş konduruyor dudaklarına…
“O tül perde senin gözlerine
inmiş”…
Yorumcu okura... |
Sevgili kardeşim,
canım evladım; yorumunda; "Hem bi boka
yaramıyorsun hem da çuvalla para kazanıyorsun” diyorsun...
Evlât
adını ve
adresini bildir de aybaşlarında şu çuvaldakilerin
yarısını sana vereyim…
Yok, yok “yardım” olsun diye
değil…
Bu yaşta taşırken bel ağrısı
yapıyor da ondan…
A.B.O.
|
Ne de olsa “ressam”…
Onun için “görünmez” bir şey
yok…
Çünkü “resmedilebilen her şey
görünürdür”…
“Ressam”
dedim de aklıma geldi…
41 yıldır beraberiz…
Dört ay süren (herkes tezkere
alırken ben disiplinsizlik yüzünden onbeş gün geç bitirmiştim
askerliğimi) askerliğim ve yüzsekseniki gün yattığım hapis hariç
tatillerde ve iş seyahatlerimde bile beraberiz ama bir tek beni
doğru dürüst resmedemedi?..
Montmartre’da resmimi yapan Çinli
ressama eşimin de ressam olduğunu ancak benim resmimi neden
yapmamış olabileceğini sorduğumda, “Çok zor da onun için” demişti
yıllar önce…
Hem o zaman henüz çok genç ve
(hatta) yakışıklıydım da…
Bugün ise (arkadaşlarım yalan
söylemiyor veya şaka yapmıyorlarsa) sevgili İlyas Salman ne kadar
yakışıklı olduğunu kanıtlamak için cebinden çıkarıp benim
fotoğrafımı gösteriyormuş (bu arada neden fotoğrafımı
yayımlamadığım sanırım anlaşılmıştır)…
İzafiyet Kanunu…
Ya da bugünkü deyişle, “Görecelik
Yasası”…
Artık karımın daha çok vakti var
ama şimdi de ben, “beni çizsene” diyemiyorum…
Çünkü…
Neredeyse her sabah; yüzündeki
kırışıkların sayısı biraz daha artmış, gözlerindeki pırıltı giderek
gece lambasına dönüşmüş bir “model” gibiyim…
Beni ya bir günde çizecek ya da
her gün yeni kırışıklar ekleyecek yüzüme, göz
çukurlarıma…
Pink Floyd
bir eserinde annesine, babasına “gösteri devam
etmek zorunda mı?” diye soruyordu…
Aynı melodinin bir yerinde de “Çok
mu yaşlıyım?.. Yoksa vakit mi çok geç?” diyordu…
Floyd
o soruyu sorduğunda henüz “delikanlı”
sayılırdı…
Yahu ben buraya nereden
geldim?..
Yani bu konuya niçin giriş
yaptım?..
İnanın unuttum…
Hani bazı yorumcu okurların
benimle dalga geçmeleri de boşuna değil galiba…
Yazı yazmaya oturup bir süre geviş
getirdikten sonra aslında ne yazacağını unutan bir adama “yazar”
muamelesi yapıp “maaş” verenlerde suç…
Kusura bakmayın…
Yazacaklarımı
unuttum…
Aklıma gelirse yeni bir yazıda
anlatırım…
Kalın sağlıcakla…