"Stokta beklettikleri eski Maocuları yerleştirmek için mi bizi yemek istiyorlar?"
Cemil Barlas ve Fuat Uğur gibi isimler için "bunaldık be Reis" diyen Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, kavgada eli artırdı... Suçlamaları daha da sert oldu...
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan'ın, gazeteci Cemil Barlas ve Türkiye yazarı Fuat Uğur'un adını anmadan "...bu adamlarla aynı kafada, aynı safta, aynı mahallede sanılmaktan çok bunaldık be reis" demişti...
Bunun üzerine başlayan kavgada İsmail Kılıçarslan eli artırdı...
"'Evet' diyeceğim, ama bu kötücül insanlarla, bu kötülük organizasyonlarıyla birlikte değil, onlara rağmen evet diyeceğim" diyen Kılıçarslan, isim vermeden Fuat Uğur için, "kendini gazeteci, köşe yazarı falan zanneden biri", "sefil", "düşük" dedi...
AHMET TAŞGETİREN'İ YİYEREK YER Mİ AÇACAKLAR?...
Mahalleye sonradan gelenlerin Ahmet Taşgetiren, Merve Şebnem Oruç, Taha Kılınç gibi isimleri "yiyerek" ne elde edeceklerini soran İsmail Kılıçarslan, Fuat Uğur'un eski Mao'cu olmasına gönderme yaparak, "Stokta istihdam edilmeyi bekleyen eski Maocular mı vardır mebzul miktarda?" diye sordu..
İsmail Kılıçarslan'ın "Niçin mesela içinde eleştiri barındıran yazılarımdan sonra beni arayıp 'çok haklısın, ama benim seni aradığım bilinmese iyi olur' demek zorunda hissediyor insanlar kendilerini." satırları da çok dikkat çekici bulundu...
İşte İsmail Kılıçarslan'ın o yazısı:
ORLARLA BİRLİKTE DEĞİL, ONLARA RAĞMEN!
Cumhuriyet Gazetesi'nin haberinde uzman psikolog açıklamış: 'Hayır diyebilmek mutlu ediyor.'
Sözcü Gazetesi'nde de referanduma 'evet' diyeceğini ilan eden Rıdvan Dilmen'e atıfla 'Şeytan'a uyma, 'hayır' de' haberi var. Yine aynı gazetenin bir başka haberi şöyle: 'Ünlü falcıdan liderlerin geleceklerine ilişkin flaş yorum. Erdoğan, Nisan referandumunu kaybedecek.'
Devam edelim. Toplumun bir kesimine 'vicdan abidesi, çok zeki adam' diyerek pazarlanan; 'bu televizyonu mutlaka sizin almanız gerekiyor' maili atmasıyla da bildiğimiz eski pazarlamacı Levent Gültekin şöyle yazıyor: 'Farkındasınız değil mi? Cennetten cehenneme gelişimizin nedeni ilk insan olduğu kabul edilen Hz. Adem'in 'hayır' dememiş olması.' (Levent Gültekin kusura bakmasın. Anlaşılabilsin diye tweetini 'Türkçeleştirmek' zorunda kaldım.)
Ve bir tuhaf mizah dergisiyle bitirelim örnekleri. Misvak isimli dergide yayınlanan karikatür şöyle: Gayet batılı bir algı bozukluğuyla resmedilen şeytanla gayet Türk gibi görünen bir abi kaldırımda bira içiyorlar. Abi 'cidden ya, sen nasıl şeytan oldun?' diye soruyor şeytana. Şeytan da 'emredilince tüm melekler evet dedi' diyor. Abi bunun üzerine 'sen?' diye soruyor tekrar. Şeytan da 'hayır' diyor.
Bense şöyle demek istiyorum: Lütfen durun! Lütfen durun ve bu leş, bu tuhaf, bu anlamsız propaganda diliyle kendinizi daha fazla rezil etmeyin. Daha doğrusu, kendinizi rezil ederseniz edin de lütfen artık beynimizi iğdiş etmekten vazgeçin. Çünkü siyasal propaganda böyle bir şey değil. Siyaset dili böyle bir dil değil. En genelini söylemek gerekirse 'dil' böyle bir şey değil.
Hani insanın 'başkası adına utandığı anlar' vardır ya. Ben böyle haberleri, bu propaganda dilini gördükçe, daha da beteri bunlara itibar edildiğini gördükçe utanıyorum.
Benzer bir utanmayı Trump'ın ABD başkanı seçilmesinin ardından mahallemizin bazı isimlerinin bunu bir çeşit sevinçle karşılamasında da yaşamıştım. Doğrudur. Obama denen dingilin başkanlıktan gitmesi sevinç verici bir husustur. Ancak yerine Trump'ın gelmesini kutlamak da nesi? Hatta 'şimdi durduk yerde Trump reisle gerginlik çıkmasın' mantığıyla pis herifin yapacağı Meksika duvarını, imzaladığı giriş yasağı kararını 'görmemek' de nereden çıktı? Yerin dibine batası, bir daha da o kuburdan hiç çıkmayası leş Amerika'nın leş başkanını savunmak da nereden çıktı?
Kelimelerimiz, cümlelerimiz, ideallerimiz, hayata bakışımız nerede? Ki bu cümleyi mahalle ayırmadan kuruyorum. Memlekette özenle oluşturulan o 'keskin hat' yüzünden içimize, daha da içimize, daha da içimize çekilmek zorunluluğunun hâsıl olması, bu mahsulden de düşmanlıktan başka meyve sadır olmaması sahiden hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu?
Misal kendini gazeteci, köşe yazarı falan zanneden birinin 'bu Yeni Şafakçıların referandumda evet vereceğini de düşünmüyorum' yazarkenki o sefaleti, o düşüklüğü, o düzeysizliği hiç kimsede 'böyle olmaz, buradan olmaz, bu üslupla olmaz' duygusu uyandırmıyor mu sahiden?
Uyandırıyorsa niçin susuluyor? Niçin mesela içinde eleştiri barındıran yazılarımdan sonra beni arayıp 'çok haklısın, ama benim seni aradığım bilinmese iyi olur' demek zorunda hissediyor insanlar kendilerini.
Misal Ahmet Taşgetiren ağabeyi, Merve Şebnem Oruç'u, Taha Kılınç'ı falan yiyerek elde edilmeye çalışılan şey tam olarak nedir? Stokta istihdam edilmeyi bekleyen eski Maocular mı vardır mebzul miktarda? (Şimdi buradan 'eski Maocular Erdoğancı olamaz mı?' cümlesiyle üzerime saldırmayı planlayanlar olabilir. Eski Maocu elbette benden daha bile iyi Erdoğancı olabilir. Benim derdim eski Maoculukla değil. Benim derdim 'alan açmak' için yapılan alçaklıklarla.)
İşte önümüz referandum. İlk andan itibaren 'evet' diyeceğimi beyan etmiş durumdayım zaten. Sebeplerini de sıralayayım. Başkanlık sistemine inanıyorum da ondan. Bu değişikliklerin 'Türkiye'nin varoluş savaşı' diye adlandırdığım süreçte hayati önem arz edeceğini düşünüyorum da ondan. Adı Recep Tayyip Erdoğan olan adam benden, bizden bunu istiyor da ondan.
Ama şu kadarının bilinmesini, tarihe kayıt düşülmesini de istiyorum: Evet diyeceğim, ama bu kötücül insanlarla, bu kötülük organizasyonlarıyla birlikte değil, onlara rağmen evet diyeceğim.
Zannediyorum hem 'evet' hem de 'hayır' diyecekler arasında tam da benim gibi düşünen bir dünya insan var ve bu inanın zannettiğimizden de büyük bir sorun.
Ne diyordu Salinger: 'Şimdi yeğenim. Şükürler olsun ki 3-4 yıldır canımıza okuyan 'hayırlı cumalar' tasarımlarını fark etmedi daha bunlar. Sakın uyandırma. Bir de oradan şişirmesinler kafamızı.'