S.S.Ö.'nün kanı damarlarında ters dolaşır
Bir ara referandumda vereceği oy soruldu... Gençlerden biri "evet" diyecekmişsiniz dedi gülmseyerek...
ADNAN BERK OKAN
12 Eylül 1980 Faşizmi üzerine çok sayıda film
yapıldı…
Bunların kimisi TV dizisiydi…
Her birinde “vahşet” tercih edilmişti
“görüntü” ve “tema” olarak…
Kan vardı…
Şiddet vardı…
Nefret vardı…
İşkence vardı…
Olmayan tek şey “sevgi” ve
“mizah”tı…
Generallerin “kötü adam”lıkları, askerlerin
acımasızlığı, solcu gençlerin (filmleri solcu yönetmenler
çektikleri için sağcıların çektiği acılar, işkenceler
gösterilmiyordu) çektikleri çileler anlatılıyordu…
Tabii ki dönemin Faşist generallerinden nefret
ettiriyordu filmler ama o günleri yaşamamış ve hatta henüz doğmamış
olanların kafasına da “acaba?” sorusunu
yerleştiriyordu…
“Acaba” sorusu ise korku ve kuşkunun ilk basamak taşıdır
genellikle…
Çünkü aynı filmlerde, sisteme itirazı olmayanlar, özgürlük derdi
yaşamayanlara hiç kimse dokunmuyordu…
Yani filmler askeri darbeleri kötülerken (belki de istemeden)
“darbe reklâmı” yapıyordu…
Öyle ya 12 Eylül’den sonra zaten politika dışına
itilmiş, "at şişeyi dön köşeyi" ilkesizliğinin
marifet olduğuna inandırılmış kitleler “toplum
için” veya “egemenlerle kavga ederek”
ömürlerinin geri kalanını cezaevlerinde geçirmekten
korkabilirlerdi…
Nitekim 12 Eylül 1980 öncesi sistemle mücadele
eden üniversiteli sayısı on binleri geçerken bugün bu sayı yüzlerle
ifade ediliyor…
Bu nedenle ben, bugünkü “pısırık, kabullenici”
ortamı yaratan o şiddet ve korkutma temelli 12
Eylül filmlerini (TV dizilerini) sevmedim…
Çünkü…
Nefret edilen birisinden korkulabileceği gibi ona
saygı da duyabileceğini de öğretmişti hayat
bana…
Ama…
12 Eylül filmlerinden biri var kiii…
Kaç kez izlediğimi unuttum…
Çünkü o filmde 12 Eylül’ün Faşist
generalleriyle alay ediliyordu…
TSK’da nice cahillerin, nice
yüzleri gülmeyen komiklerin general,
albay v.s. oldukları anlatılıyordu…
İşte o zaman “yahu bunlar mı yapmış bu
kadar darbeyi?” deyip gülüyordunuz…
Sırı Süreyya Önder’in yazıp yönettiği
“Beynelmilel”, Türkiye
sinemalarında "12 Eylül Faşizmi" için yazılmış
"en iyi senaryo", çekilmiş "en iyi
filmdir" bana göre...
Türkiye'de bir askeri darbe girişiminin asla
başarılı olamayacağının en somut karinesiydi…
Beynelmilel'i izleyenler (kaldıysa) izlemeyenlere
TSK’nın hal-i pür mealini anlattılar…
TSK’daki subayların, generallerin "askerî
darbeci" değil olsa olsa "komedyen"
olabileceklerini aktardılar kahkahalarla…
Süreyya Önder işin doğrusunu yapmıştı…
"Korku" yerine o insanların zavallılıklarını
(akıl, vicdan, zekâ yönünden) anlatmıştı "Yahu bunlardan ne
korkuyorsunuz?" diyerek....
Bunlar daha “Sosyalist Entarnasyonel”le,
“kızılcıklar oldu mu selelere doldu mu” türküsünü
bile ayıramazlar...
Adam
olacak çocuk, eyleminden belli olur…
Peki kim bu Süreyya Sırrı Önder?..
Bilebildiğim kadar anlatmaya çalışayım:
Daha henüz 16 yaşındayken (1978) Maraş
Katliamı'nı protesto ettiği için tutuklanarak cezaevine
girdi…
Tahliye olduktan sonra, “karadır şu bahtım kara”
türküsünü söylemek yerine, “yarın bugünden güzel
olacak” repliğini tercih etti…
“Önce Mülkiye, sonra Türkiye” diyenlerin mezun
oldukları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ne girdi…
Girdi ama yarına dönük umutlarına da Faşizmin sivri
kazığı girdi…
Çünkü darbeciler onu da tutuklattıklarında henüz askere alınacak
yaşta bile değildi…
Ama suçu da az(!) değildi be birader…
“Kürtçülük yapmak”(!)
Amma da komik değil mi?…
Komik değil, kara mizah üreten bir büyük
"yalan"...
Çünkü asıl suçu(!)
Kahramanmaraş olaylarını protesto edişi ve o
yüzden cezaevine girişiydi…
Arşivler “tutuklayın bu veledi ileride başımıza belâ
olacak” diye emrediyordu…
Ve uzunca bir süre yargılandıktan sonra 12
Eylül’ün tarihiyle müsemma bir ceza yedi:
12 Yıl…
Cezanın kıçına eklenmiş 80 gün de var mıydı
bilmiyorum…
Çünkü bizim yargıçlarımızın yılın yanına bir de öyle bir
fildirfiş takmaları adettendir…
Ben Önder’in filmciliğine döneyim yine…
Sırrı Süreyya meramını dayak atarak anlatanlardan
değil…
Gerektiğinde en dayaklık adamın sırtını sıvazlayıp seyircinin
yüzünü güldürmesini biliyor…
Seyirci de anlıyor ki Süreyya’nın kafasını
sıvazladığı kişi aslında bir zavallı…
Şeyini çarşafa dolamış pencereden düşmek üzere olan bir komik
adam…
İzleyenler hatırlayacaklardır…
Beynelmilel’de “kötü adam” yoktu…
Neden?..
Çünkü korkutarak, nefret ettirerek değil, gülümseterek, bazen
kahkaha attırarak ama alay ederek anlatmak istemişti bütün
kötülükleri…
Çünkü güldüğünüz, alay ettiğiniz komik birisine ne
saygı duyarsınız ne de korkarsınız ondan; eğer o kişi bütün bunları
rol gereği yapmıyorsa…
Eğer kişi komedi sanatçısı değilse…
Eğer kişi mizah yazarak derdini anlatanlardan
değilse…
Eğer kişi kendini ciddi zanneden; vatanının,
milletin bölünmez bütünlüğü, Atatürk ilke ve
inkılâplarını insan öldürerek, insan döverek koruyacağına
inandırılmış bir zavallı değilse…
Son günlerde Süreyya yine güldürüyor…
Yine sistemle kavgasını sürdürerek yapıyor bunu…
Kendi isteğiyle ayrıldığı ama hoşlanmayanların
“kovuldu” iddiasında bulunduğu (deyin ki
kovuldu?.. Bir gazetecinin kovulması ayıp mı yahu!) Kanal
24’te kafa dengi olduğu dönemdi...
Referanduma gidiliyordu...
İki genç ortağıyla (Sırrı da genç ama onların ağabeyiydi) sohbet
ederken gençlerin işine gelen espriler yaptığında ekran kahkahadan
çınlıyordu…
Ama Süreyya bu!..
Adamın kanı bile ters akıyordur damarlarında…
Bir ara referandumda vereceği oy soruldu...
Gençlerden biri "evet" diyecekmişsiniz dedi
gülmseyerek...
Cevaptan o kadar emindi ki...
"Yok yaaa" dedi Sırrı...
Ve neden "hayır" oyu vereceğini öyle bir anlattı
ki ben kasıklarımı tutarak gülerken gençlerin yüzlerinin kızardığı
ekrana bile yansıyordu…
Çünkü “kardeşim o espriye nasıl izin verirsiniz?”
diye fırçalanacaklarından korkuyorlardı…
Ama…
Sırrı’nın sırrı da bu tersliği değil miydi?..
Neyse…
Çok uzattım…
Süreyya’yı okumak çok güzel…
Güzel ama dinlemek daha da güzel…
Yok mu Süreyya’ya dayanabilecek
“yiğit” bir yönetici!..
adnanberkokan@gmail.com