Son bir senede medyadan nefret ettim!

Akşam gazetesinden Sibel Ateş Yengin, Pelin Batu ile programı, ikiyüzlü bulduğu medyayı, köşe yazarlığını ve kadın-erkek ilişkilerini konuştu.

Akşam gazetesinden Sibel Ateş Yengin, Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu ile 'Tarihin Arka Odası' adlı programı hazırlayan Pelin Batu ile programı, ikiyüzlü bulduğu medyayı, köşe yazarlığını ve kadın-erkek ilişkilerini konuştu.

Pelin Batu ile yaptığım ikinci söyleşi bu. Üzerimizden ilk tanışmanın yarattığı çekingenlik gitti ve yerini iki yakın arkadaşın buluşup kahve içtiği bir sohbete bıraktı. Artık medyada olmak istemediğini anlatan Batu, her ne kadar 'bu konuda konuşmak istemiyorum' dese de yine de 'kaypak' dediği medya hakkında içini döktü.  



- Murat Bardakçı ile çalışmak nasıl?
Acayip zevk alıyorum, bildiklerimi tazeliyorum ve yepyeni şeyler öğreniyorum. Ama insanlar sokakta durdurup 'Murat Bey lafınızı çok kesiyor, terbiyesizlik yapıyor, niye susuyorsunuz,  sinirleniyoruz' diyor. Murat Bardakçı'nın karakteri belli. Bir taraftan zor bir karakter ama o zorluğu sempatik buluyorum. Romanlarda eksantrik karakterler vardır ya, onun gibi geliyor bana.

BAZEN MURAT BARDAKÇILAŞIYORUM

- Huysuz ama tonton ihtiyarlar gibi...
Evet, Muppet Show'daki ihtiyarlar gibi. Sinir bozucu bir şey gibi bakarsanız sinirleriniz bozulabilir. Ama eksantrik karakter olarak bakarsanız da son derece sevimli gelebilir. Dolayısıyla benim için hiçbir sorun yok. Arada Erhan'la da, Murat Bardakçı'yla da didiştiğimiz oluyor. İster istemez konulara farklı perspektiflerden bakıyoruz. Sevdiğim bir işi yapıyorum o anlamda gayet mutluyum. 

- Programda uykunuzun geldiği doğru mu?
Doğru. Herhalde dünya literatürüne girmişizdir. 7-8 saat süren ve canlı yayınlanan bir tarih programı var mı bilmiyorum. Konu konuyu açıyor, oradan oraya atlıyorsunuz. Sabaha karşı beşte bitirdik mesela bir programı. Onlarla birlikte vampir gibi yaşamaya başladım. Geceleri uykum gelmiyor ve artık Murat Bardakçılaşıyorum. (Kahkahalar)

- Masanın altından diğer partnerinizle birbirinizi dürtüp 'hadi söyle de programı bitirsin' diye işaretleşiyormuşsunuz...

Arada bir oluyor. Bazen lafı uzatıyor gibi oluyor. Program bitince bu durumu konuşuyoruz ama Murat Bardakçı için o saatler gayet normal. Zaten evde de sabahlara kadar çalışıyor. 

- Nagehan Alçı ile yaptığınız 'Sınırsız' programınız neden bitti?
İkimizin de içine sinmedi. Bambaşka bir şey hayal etmiştik. Ne benim ne de Nagehan'ın tahayyül ettiği gibi oldu. Haftada iki gün program yapmak da fazla gelmişti aslında. Konuk ayarlama, soru çıkarma, VTR hazırlamaya kadar her şeyi ikimiz yapıyorduk. Böyle olunca hayatım 24 saat neredeyse HaberTürk oldu. Bence bu sağlıklı                   bir şey değil. Hem memnuniyetsizlik hem de tempodan dolayı bence iyi oldu. Yapmama         kararı aldık. 

- Anlattıklarınızdan biraz sahipsiz kaldığınızı düşündüm...
Genelde öyle oldu ama kimseyi suçlamıyorum. Yeni sezon hazırlıksızlığından program güme gitti. Asistan ve yönetmen verilmiş olsa da pek çok program olduğu için her şey birbirine karıştı. Öncesinde de daha iyi hazırlanabilirdik. Herhalde biz de tam olarak ne istediğimizi bilmiyorduk. 

- Yiğit Bulut'un parmağı yok yani sizin programı bitirmenizde, kadınların yaptığı programlar birer birer elenince acaba bir kadın düşmanlığı mı söz konusu diye de düşünmedim değil...
Böyle şeyler yazıldı evet. Yiğit Bulut'la çalışmak benim için sorun olmadı. Birebir sorun ve fikir ayrılığı yaşanmadı. İşimizi yapıp çıkıyorduk. Genel olarak kaotik bir durum vardı. Biraz bizden biraz kanaldan kaynaklanan.

KİMSE BİRBİRİNİN   İYİLİĞİNİ İSTEMİYOR


- Sunucu kadınların dekolte giyinme konusu?  
Ben de öyle bir şey okudum ama bizde olmadı. Bu durumun doğru olup olmadığından bile pek emin değilim aslında. Eğer varsa çok korkunç tabii ki. 10 senedir bu işi yapıyorum ve son bir senedir medyadan o kadar nefret ettim ki. 

- Neden?
Bu konuda konuşmak bile istemiyordum ama... Herkes dedikodu yapıyor. Kimse birbirinin iyiliğini istemiyor. İnanılmaz bir çekememezlik var. Mesleki deformasyon olarak bir araya gelince iş konuşulur ama bu kadar çirkefini hiç görmemiştim. Herkes yatak odasına kadar her şeyi konuşuyor. Dışarıda ne yapılıyor, gazetecilik nedir, köşe yazarlığı nedir diye bakan yok. Orijinallik yok bir, kifayetsiz muhterisler durumu iki, bir de üstüne sürekli konuşma. Bunların hepsini yan yana koyunca inanılmaz berbat bir ortam. Karşısındakine korkunç bir şekilde hakaret eden biri onunla kanka oluyor. Bu kaypaklığı gerçekten anlamıyorum. 'Yatağına çiş yapıyordu' diye hakkında yazsın sonra da en yakın arkadaşın olsun. Bu nasıl olur? 

- Peki, bu jungle (balta girmemiş orman) içinde kadınlar mı daha vahşi?
Fark etmiyor. O kadar şoke oluyorum ki! Yüzüme gülen birinin sonra da 'programı o yapmasın, ben yapayım' dediğini duydum. Bunu bir kadın yapmıştı. Erkekler de ne kadar oturmuş gibi görünse de kişisel ego sorunları yaşıyor. Garip bir kıskançlık olduğunu görüyorum. Dediğin gibi tam bir jungle ve insan gereksiz yere çok üzülebilir.  

- Köşe yazarları arasında oluşan dil için ne düşünüyorsun, ona çaktı, buna çamur attı gibi...
Peyami Safa ve Nazım Hikmet de vakti zamanında birbirlerine çok güzel çakmışlar. Ama buradaki çakmalarda zeka pırıltısı görmüyoruz. O kadar ilkel ve çirkef bir şekilde çakıyorlar ki. Sanki gazetecilik; çakacaksın, kendini kullanacaksın, dalga geçeceksin, inanmasan bile bambaşka bir açıdan ilginç olsun diye o açıdan ele alacaksın gibi ilkel formüllerle uygulanıyor gibi. O yüzden tepki duyuyorum. Köşe yazarlığı sanki başka gazetecilerle didişme anlamına geliyor. Birilerinin diğerlerini rezil etmesini ve laf çakmasını anlayamıyorum. Bu kadar ilkel ve vahşi bir şekilde yapınca gerçekten ben utanıyorum.

 KÖŞE YAZARLARI  KENDİLERİNİ TANRI SANIYOR


- Sizin de köşenizde yazdığınız bir yazı için Ahmet Hakan'a hitaben yazılmış dendiğini okumuştum, öyle miydi?

Hayır, o Ahmet Hakan'a değil köşe yazarlarınaydı. Çakma edebiyatı ve köşelerini sadece kişisel egoları için kullanan pek çok köşe yazarı var. Artık o kadar sıkıldım ki! Resmen böyle 'aşk adamı', 'aşk profesörü' kesilen malum köşe yazarları var, onlardan da söz ediyordum. Bakacak olursan bu Ahmet Hakan'a uyan bir figür değildi. Çünkü aşkla ve romantizmle ilgili yazmıyor. Bir kere yazarsın, iki kere yazarsın ama bir köşeyi haftanın 6 günü aşk, aşk, aşk diye doldurunca o da bana çok sıkıcı geliyor. Köşe yazan adamlar ve kadınlar kendilerini minik birer tanrı sanıyorlar. 

- Ben de onlara olmayan sarayların kralları ve kraliçeleri diyorum...
Aynen öyle. Hıncal Uluç mesela çoğu sinema yazarından daha etkili olabiliyor. Bir sinema yazarından daha fazla okunuyor. Nasıl olur, burada bir sorun var diyorsun, ama öyle... Onlar kendilerini çok önemli düşünür ya da fikir beyan eden insanlar olarak görebilirler ama herkes kimin ne olduğunu biliyor. 

- Ahmet Hakan'la bir ilişki yaşadınız...
Bunu çok konuşmak istemiyorum. Bir şeyler yaşandı ve bitti. İlişkiyi yaşarken de bitirirken de konuşmayı sevmiyorum aslında. Ne doğru dürüst üzerine konuşuldu ne bununla ilgili bana iyi ya da kötü bir geri dönüş oldu.

BİRİYLE BİRLİKTEYSEM GÖZÜM BAŞKASINI GÖRMEZ!


- Kadın-erkek ilişkileri üzerine çok kafa yorar mısınız?


En çok ilişkilerin neden başlayıp neden bittiğini anlamaya çalışıyorum. Bu acaba kimyayla mı ilgili? Yaşadığımız doyumsuzluklarla mı? Hayatta çok şey yaşamamız lazım arsızlığı mı? Biriyle birlikteysem gözüm başkasını görmez. Bir gün aşk tükenebilir ve başka bir şeye dönüşebilir. Dönüşen neyse bana göre hoş bir şey olabilir. Dünyanın her yerinde aldatılma da olur, kavga da ama burada her şey uç noktalarda yaşanıyor. Biri sadıksa diğeri sadık olamayabiliyor. Mesela kadın arkadaşlarımın arasında daha çok aldatma yaşanıyor. Kadınlarda da erkeklerde de müthiş bir açlık var. Bir tane hastalıklı ya da sorunlu bir ilişki yaşayınca sonrasına da yansıyor. 



- Babanızla iyi anlaştığınızı ve çok sevdiğinizi biliyorum, bunun yansımasını ilişkilerinizde görüyor musunuz? Yoksa gidip arızaları mı bulursunuz?  


Ben galiba arızasız olduğunu düşünüyorum ama her yerden bir arıza çıkıyor. (Kahkaha) Özellikle arızayı aramıyorum ama çıkıyor. Herhalde körüm. Tam tersine o anda ruhuma acayip iyi geliyor. Hatta  çoğu erkek arkadaşım babama benzer. Çoğu çok okuyan, çok meraklı, saatlerce konuşabileceğim, bir şey öğrenirken öğretebileceğim insanlar oldu. Dolayısıyla baba figürü orada etkilemiştir. Ama bunların olması yetmiyor. Çoğu kadın arıza adamlara meyleder. Çok kolay olunca sıkıcı olacağı için biraz arıza, biraz sorun, ilişkide baharat olabiliyor. Dengeyi yakalamak zor. İlişki konularında çok büyük konuşmamak gerektiğini öğrendim.



40 YILIN BAŞINDA  BİRİNDEN HOŞLANIYORUM



- Her sevgilide babadan bir parça arıyor musunuz?


O kadar Freudyen değilim herhalde. Bu soruyu sorana kadar gerçekten bunu düşünmemiştim. Birisinden çok zor hoşlanıyorum. Hoşlanınca da gözüm başkasını görmüyor. Zaten 40 yılın başında birinden hoşlanıyorum o yüzden babama benziyor mu, benzemiyor mu diye düşünmüyorum, doğal akışına bırakıyorum.  



- Peki, bitişlerde ne oluyor? Sanki sizden kaynaklanmıyor gibi geldi bana...


İlişki dediğiniz iki kişi arasında yaşanıyor. Bazen bilmeden bir insanı itiyor olabilirsin. Hep karşı tarafa yüklememek lazım. Belki Oğlak burcu olmamla da ilgisi var, sağlam ve dik duran biriyimdir. Asla yalan söylemem. Yalan ya da kaypak bir şey görünce gerçekten soğurum. Affetmeyi de bilmek önemli ama bir şeyden soğuyunca bir süre sonra sen de bitirmeye başlıyorsun. O yüzden ayrılığın kimden kaynaklandığını tam olarak bilemiyorum.



İLİŞKİ KANGREN   OLDUYSA KESİP ATACAKSIN



- Giden sevgiliyi arar mısınız?


O konuda dik kafalıyım. Bitince bitiyor. Özellikle ilişki kangren olduysa kesip atmak lazım. Bazen bu konuda kafam karışıyor; sevdiğin bir şey için uğraşmak gerekir diyorsun...  



- Belki karşı taraf da sizden bir hareket bekliyor ve istemeden de olsa ayrı yönlere gidiliyor...


Belki böyle şeyler oluyor. Ama...



- Bence bir kere daha denemekte yarar var, ne olacak alt tarafı reddedilirsiniz...


Hakikaten bunları düşündüm. Her ilişkide problem çıkabiliyor, haydi hoşça kal deyip kapıyı çekmek belki de sağlıksız, uğraşmak gerekiyor. Ama iki taraf da uğraşmalı. Siz çabalarken karşı tarafın şımarıkça davrandığını görünce ağır geliyor. Bir tane hayat yaşadığımızı hatırlatıyorum hep kendime. Sonrasını çok fazla sorgulamayalım diyorum. 



SİBEL ATEŞ YENGİN - Akşam