Sol medya onu niçin sevmedi biliyor musunuz?..

Kemalistler Atatürkçülerle kavgalı… Milliyetçi Muhafazakârlar, Ulusal demokratlarla birbirlerine girmiş vaziyetteler…

ADNAN BERK OKAN

Hafta sonu Isparta'daydım...

Şevket Demirel'in daveti üzerine, Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi'nin açılışına katıldım.

Demirel'i dinlerken gözlerim doldu, duygulandım...

Demokrasi tarihimizde merhum Adnan Menderes'ten sonra en çok haksızlığa uğrayan Başbakan olduğu konusundaki düşüncelerim pekişti...

Kesintisiz başbakan olduğu 6 yılda (1965 - 1971); 1940 - 1965 yılları arasında yapılanların en az 4 - 5 misli icraat yaptığını rakamlarıyla, belgeleriyle bir kez daha gördüm...

Ve anladım ki...

İktidarı halkın oylarıyla teslim aldığı yılla, iktidarın silah zoruyla elinden alındığı 6 yıl içinde yaptığı hizmetlere ulaşabilecek bir başbakan henüz gelmedi...

Gelir mi?..

İnşallah ama çok zor...




Dev ekrana bakarken...

Yani...

Başbakanlığı döneminde ülke ekonomisini nasıl büyüttüğünü izlerken, ister istemez diğer başbakanların dönemlerini de düşündüm...

Hiçbiri eline su bile dökemezdi Demirel'in...

Evet evet hiçbiri...     


Lütfen siz de düşünün...

Süleyman Demirel’
in her cümlesi kesilip duvara asılacak kadar ders doluydu…

Ama ben en çok şu iki cümlesine takılı ve hayran kaldım…

İkisi de gelecekle ilgili muhtemel en büyük iki tehlikeye dikkat çekiyordu…

Birincisi Atatürk için söylediği şu cümle:

"O (Atatürk) bizim her şeyimizdir. Onu unuttuğumuzda her şeyi kaybederiz"…

İkincisi ise doğduğu köyle, devletin zirvesine yükselmesi arasındaki ilişkiyi anlatan şu iki cümle:

“Bizim yaptığımız en büyük hizmet İslâmköy’den bir çocuk çıkıyor, okuyabiliyor. Bakan oluyor, başbakan oluyor, cumhurbaşkanı oluyor”…

Demirel; Atatürk’ü asla unutmamamız gerektiğine iki kere; “bir köy çocuğunun cumhuriyet sayesinde cumhurbaşkanlığına kadar yükselişine” ise en az altı ve belki de yedi kere dikkat çekiyor…

"O (Atatürk) bizim her şeyimizdir. Onu unuttuğumuzda her şeyi kaybederiz" deyişi, geçmişine ve bugün halen durduğu yere bakıldığında “Olağan”…

Zira Demirel hem kendi varlığını ve hem de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği noktayı Atatürk’e borçlu olduğunu bilen; liberal, cumhuriyetçi, seküler, Müslüman demokrat ve aynı zamanda kazanımları korumada muhafazakâr bir devlet adamı…

Köy çocuğu oluşu ise bugünkü politikacılara (İktidara ve muhalefete) olağanüstü bir uyarı!...

Demek istiyor ki:

 

“Ey haleflerim!..

Amman ha!..

Sakın ola cumhuriyetimize zarar verecek, onu yok edecek atılımlar yapmayın…
Zira bugün bulunduğunuz siyasi mevkileri işte o cumhuriyete ve onun kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’e borçlusunuz…

Eğer…

Atatürk’ü unutursanız her şeyi kaybederiz…

Her şeyi kaybedersek çocuklarınız, köyde doğmuş olsalar bile; cumhurbaşkanı olabilme imkânını kaybederler…

İşte o nedenle; cumhuriyet dışında bir rejimi aklınızın ucundan bile geçirmeyiniz…”

 

Ne dersiniz?..

Demirel’in söylediklerini yanlış okumuş olabilir miyim?..

Lütfen siz de bir düşünür müsünüz?..
 

Merhum Menderes dâhil...

En güzeli ise...

Halen "asla başarılamaz" denilen "düşük enflasyon, yüksek büyüme" oranını üst üste 6 yıl yakalayışı...

Nasıl mı?..

Yılllık % 5 enflasyon...

Yıllık % 7 büyüme...

Henüz bunu başarabilen bir başbakanımız olmadı...

İnşallah olur...


Yani...

Barajlar...

Elektrik santralleri...

Rafineriler...

Demir çelik fabrikaları...

Yollar...

Otomobil ve beyaz eşya fabrikaları...

İnşaat malzemeleri üreten fabrikalar...

Televizyon yayıncılığına geçiş ve haliyle TV alıcısı üretimi...

Ve...

İstanbul'un iki yakasının bir boğaz köprüsüyle birleştirilmesi...

Ve...

Bugün çok övünülen Marmaray projesinin yapılması...


Ve fakat...

Bütün o kadar çok yatırıma ve para bolluğuna rağmen düşük enflasyon, yüksek büyüme...

Mucize gibi...

Neden "Mucize" gibiydi de kıymeti bilinmedi?..

Bilinmedi çünkü...

Demirel hayatının tek gününde bile klâsik manada "Solcu" olmadı...

Oysa...

Onun başbakanlık yaptığı yıllarda hem 1961 Anayasası "SOLCU" idi...

Hem Medya...

1961 Anayasası "SOLCU" idi zira "Kamulaştırma/Devletleştirme" vardı ve yasaldı, hatta gerekliydi...

Özelleştirme ise "Yasak"tı...

Medya solun tekelindeydi ve kamulaştırmalardan yanaydı...

"Özelleştirme"nin ise adı bile anılmıyordu...

Ve sol medya Demirel'in "Liberal, kapitalist, muhafazakâr" oluşundan nefret ediyordu...

Medya o kadar büyük destek vermeseydi, generaller 12 Mart 1971 askeri muhtırasını çekmeye cesaret edemeyebilirlerdi...


Demek istemem o ki...


Askerler, medya ve yerli cılız sermaye; Demirel'in liberalleşme çalışmalarından, AB'ye (AET'ye) tam üyelik sevdasından ve haliyle gümrük duvarlarının yıkılması ihtimalinden çok korktu...

"Henüz sermaye birikimini gerçekleştiremedik" diyerek Demirel'in liberalizason çalışmalarını engelleyebilmek için muhtıra verdirdiler...

Unutmayınız...

12 Mart 1971 Muhtırası; Demirel'in, dönemin DPT (Devlet Planlama Teşkilâtı) Müsteşarı Turgut Özal'a, "Liberalizasyon çalışmalarını başlat Turgut" emrini vermesinden hemen sonra okundu radyoda..

Bu kadarı da "tesadüf" olacak değil herhalde...

Yani...

Demirel halen gençlerin çoğunun gözünde bile "Tukaka" ise bunun müsebbibi, onun liberal demokratlığından nefret eden sol medyadır...

Erdoğan medyaya Demirel gibi hoşgörülü olmadı çünkü onun başına gelenlerin sorumlusunun medya olduğu, kendisine akıl hocaları tarafından anlatılmıştı...


İlginçtir...


"Demokrasi ve özgürlük" istiyoruz diye sokaklara dökülen gençler; Demirel'in evinin duvarlarının (Şimdi de adına açılan müzenin) kendisiyle dalga geçen karikatürlerle dolu olduğunu belli ki bilmiyorlar...

Hem de...

Son 12 yılın başbakanının ise en masum karikatür yüzünden en masum karikatürüsti bile dava ettiğini bildikleri halde...

Ve...

Ey güzel insanlar!..

Demirel'in hoşgörüsünün sol ya da "muhalif" medya tarafından istismar edildiğini öğrenen Erdoğan'ın ilk icraatlarından biri medyayı ele geçirmek, kendisine biat etmeyenleri ise "Devlet Gücüyle" yıldırmak oldu...

Haliyle son 6 yıldır medyada "SOL" bitti...

Bitirildi...

Neden?..

Son altı yıldır hayal dünyasında yaşatılmamız gerekiyordu da ondan...



Neyse uzatmayayım...

Demirel'in en güçlü olduğu; benim de lise ve üniversite öğrencisi olduğum döneme rastlayan yılları hatırladım...

Belki çok bilinçli değildim ama o yıllarda AP'liydim...

Zira...

Babacığım 27 Mayıs'tan bir hafta sonra askerler tarafından göz altına alınıp cezaevine konulmuştu...

Üniversite'de okurken ise, hocamız Ord. Prof. Dr. Ekrem Olguner'in İktisat Kitabında ders olarak okuduğum sistemlerden en çok Liberal ekonomi kuramını tuttum ve liberal iktisatçı olmaya karar verdim...

Geçtiğimiz Pazar günü (26.10.2014) bütün muhalefetin açılışa katılması, devasa çadırın dışında, içindenkinden çok daha fazla davetlinin olması ise, 90 yaşını devirmek üzere olan bir eski başbakan, cumhurbaşkanı için onur duyulacak kadar muhteşemdi...

Ki...

O da zaten daha konuşmasının başında bu noktaya dikkat çekti...

Hâsılı...

Medyanın en büyük kötülüğü ettiği...

Ama...

Medyaya karşı en hoşgörülü bir devlet adamının adına açılan müzenin açılış töreninde bulunmaktan; ilk gençlik yıllarım başta olmak üzere kendisi lehine oy kullanan bir yurttaş olmaktan "onur" duydum...

Umarım; Türkiye'nin "en başarılı, demokrat, hukuka saygılı, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı için iktidar gücünü bile elinin tersiyle itmiş" bu devlet adamı, orta ve genç kuşaklara doğru ve lâyığıyla anlatılsın...

adnanberkokan@gmail.com