Sezgin Kaymaz son kitabını anlattı: Derin, hüzünlü, komik, Bakele!
Sayım Çınar, son günlerde yeni kitabı Bakele’yle tekrar gündeme gelen usta yazar Sezgin Kaymaz ile konuştu.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL
İÇERİK
SAYIM ÇINAR
Sayım Çınar, son günlerde yeni kitabı Bakele’yle tekrar gündeme gelen usta yazar Sezgin Kaymaz ile konuştu. Kaymaz, edebiyata, öyküye, Ankara’ya dair özel yanıtlar verdi, ortaya öyküleri kadar tempolu bir söyleşi çıktı.
DERİN, HÜZÜNLÜ, KOMİK: BAKELE!
Sizinle ilgili tüm haberlerde, "kendi dilini yaratmış, kendi okur kitlesi olan yazar" tanımlaması kullanılıyor. Yazar kendi okurunu nasıl yaratır, ne kadar sürede birikti okurunuz?
İltifat ediyorlar.
Bu taraftaki on sekiz senelik yazma serüveni, o tarafta on sekiz senelik bir okuma serüvenini tetikliyor aslında. O da dönüp gelip yazma serüvenini harekete geçiriyor yeniden. Duramayışınız, bırakamayışınız bundan. Harf, ses ve anlamlara yüklediğiniz hayaller yoluyla hiç görmediğiniz ellere uzanmış, o ellerin de hüsn-ü kabulle size uzandığını görmüşsünüz; bırakamazsınız ki. Beraber birikmeye başlıyorsunuz böylece. Bir çeşit ekosistem oluşuyor aranızda. Okur - Yazar Kardeşliği, Mektup Kardeşliği... Sanki Yüzük Kardeşliği. Ama bu gerçek.
Bakele 34 öyküden oluşan bir öykü kitabı. Nasıl bir araya geldi bu öyküler?
Sevinç Kuşları, tek bir kitapta toplanamayacak kadar büyük bir macera. Yaz yaz bitmiyor. Hâl böyle olunca, okur ve mektupkardeşler, "Ee, biz boş mu duracağız?" diye takılmaya başladılar şakadan. Ben de "Bunu okuyadurun." deyip ara ara hikâye hediye etmeye başladım. Bazen gene hediyeten yazmışım, dosyada kalmış, mektupla göndermeyi unutmuşum. Gönderdiklerim, göndermediklerim birikmiş öylece. Çok sevdiğim hikâyelerdir hepsi. İnsan sevdiği bir şarkıyı, filmi, fıkrayı sevdikleriyle paylaşmak ister. Ben de istedim; "Bakele" doğdu.
BU ALBÜMÜN HİT PARÇASI: BAKELESizin favori öykünüz hangisidir?
Bu albümün hit parçası Bakele gibime geliyor. Ancak ben kıskançlık dolu bir kaprisle hepsinin üstüne ayrı ayrı titriyor, yazdığım günlerde hep severek yazdığım için bugün de herbirini bir diğeri kadar sevmeye devam ediyorum.
Kadın kahramanlarınızda Hülya ismi göze çarpıyor, eşinizin ismi Hülya. Öykülerdeki Hülya'yla gerçek Hülya ne kadar benziyor birbirine?
Tıpatıp diyemem, çünkü hikâyelerdeki Hülya bizim Hülya'dan biraz daha munis.
Ankara, iç anadolu fazlasıyla baskın öykülerin geçtiği mekanlarda. Ne anlama geliyor iç anadolu sizin için?
Sinop'ta doğmuş, Konya'da büyümüş, otuz beş sene Ankara'da yaşamış, spordan sebep Eskişehir'i komşu kapısı yapmış, Kayseri'den Hülya almışım. İç Anadolu benim için ben anlamına geliyor ruhen.
Açacak olursam; Konya, Ankara, Kayseri, Eskişehir, yaz aylarımı geçirdiğim dağ köyleri ova köyleri, bozkırlar, obruklar, bataklıklar, tozlu sıcaklar, kuru ayazlar...
Yüz bin çeşit insan, yüz bin çeşit duygu, kavrayış, anlayış, yüz bin fark, yüz bin iyilik, yüz bin kötülük, samimiyet, hüsnüniyet, saflık, doğallık, sertlik, sertlikte saklı merhamet, merhametten neşet eden kardeşlik, iyi komşuluk, sıkı dostluk, iyilik, inâyet, ihsan...
Konevi, Mevlânâ, Şems, Pir Sultan, Hacı Bektaş, Yûnus, Veysel...
Daha ne olsun?
HANGİ YAZARIN TADI DAMAĞIMDA
KALMIŞSA...
Türkiye'de sizin okuduğunuz isimler, takip ettiğiniz yazarlar kimlerdir?
Eskilerin yeri ayrı. Aziz Nesin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve elbette taş yerinde ağırdır; Yaşar Kemal... Yenilerden; Alper Canıgüz, İhsan Oktay Anar, Hüseyin Kıyar, Tuna Kiremitçi, Murat Menteş, Mustafa Çiftçi, Nihat Genç. Bir soruşta hatırlanmıyor; durdukça daha niceleri gelir aklıma.
Zevk aldığım her kitabı okuduğum için belli bir takip âdabım yok. Hangi yazarın tadı damağında kalmışsa onun bir diğer kitabına uzanmak en iyisi.
Lucky'de başrolde bir köpek vardı, Bakele'de de Julia bir aileyi değiştirip dönüştürüyor. Hayvanların edebiyatınızdaki, hayatınızdaki yerini anlatır mısınız?
Hayatımdaki yerleri şudur: Hem âşık, hem mâşuk.
Hayvanatla düşüp kalkanlar bilir; dostlarına sadece dost değil, âşık da olur onlar. Olmakla da kalmaz, öğretirler aşkı usul usul.
İlhamla, içinizden geldiği gibi, geldiği kadar yazıyorsanız, ne yazacağınızı hiçbir zaman bilemeyeceksiniz, bitirip de okuduğunuz zaman bir okur gibi şaşıracaksınız demektir.
Misâl: Yağmur (kızım), yakalamak için debelendiğimiz bir fareyi bize çaktırmadan koruma altına alıp tutkallı kartonları tereyağlı, peynirli kartonlarla değiştirdiğini (Haftalar sonra fare iyice semirip de) itiraf edince, "Hop!" dedik kendimize. Hülya fare kovalamaktan vazgeçti, ben bilgisayarın başına oturup yazmaya başladım.
Sonuç: Lucky. En çok ben şaşırdım.
Sevinç Kuşları serisinin ilk iki kitabı çok beğenildi, çok konuşuldu. Özellikle eşcinselliği işleme biçiminiz çok cesur bulundu. Nasıl bir bakışla, nasıl bir çalışmayla yazdınız bu konuyu?
Homoseksüel fuhuş pazarının işporta tezgâhları uzunca bir zaman Maltepe kaldırımlarında açıldı. Ben o tarihlerde Maltepe'de oturur, gelir geçerdim evden antrenmana, antrenmandan eve. Kimi zaman göz, kimi zaman kulak ucuyla şahit oldum birçok şeye.
Bir de Bentderesi vardı Ankara'nın mâlûm. Sözde hetero, hakikatte hem hetero, hem trans, hem de homoseksüel fuhuş pazarının resmi süpermarketi. Orada da uzunca bir zaman İngilizce öğretmenliği yaptım; hayat kadınlarıyla, erkekleriyle abi kardeş, abla kardeş, sırf kardeş, arkadaş, şşt bilader vesaire oldum. Ve öğrendim ki endişeye gerek yok. Kişi kendinden niye memnun olmasın - VEYA - niye olsun? "Vay be! Ben neymişim meğer! Helâl!" veya "Hay Allah! Ben buymuşum ha? Tüh!" demenin anlamı ne?
"Sonra bana ne derler?" kaygısının fiştiklediği bir benlik senin öz benliğin olabilir mi? Kendini başkalarının kabullerine göre yargılamak, iğnelemek, suçlamak, infaz etmek veya o kabullere göre böbürlenmek, şişinmek, kubuzlanmak neyin nesi?
Neysen osun yahu! Bil kendini, olduğun gibi kabul et, geç git.
Bunu başarabilirsen, karşındakine olduğu gibi görünme cesareti verirsin. O zaman da herkes göründüğü gibi olur. Ne güzel işte.
Maltepe'de yaşadığım zaman diliminde olsun, Geneleve düştüğüm zaman diliminde olsun, şu söylediklerimin insaniyet vitesine yükselebildiğimi fark etmemiştim ben. İnsanları, olayları ve hayatları ana belleğe kaydettiğimi hiç bilememiştim. Gün geldi, yedek diskten çıktı geldi her şey. Meğer kaydedermişim. Meğer ben neymişim.
Sevinç Kuşları, hiç kıvırtmadan, saklanmadan, korkmadan, sağını solunu oynatmadan; olduğu gibi görünenlerin macerasıdır. Herhangi bir özel çalışmanın değil, yaşadığım, ancak yaşarken farkına varmadığım bir hayatın mahsulüdür.
ÇOĞU ZAMAN FARKINA BİLE VARMADAN YAZIP GİDİYORUM
Babasızlığını yalanla kapatan, aşkını bir türlü söyleyemeyen, rüyasında kovboyculuk oynayan karakterler yaratmışsınız Bakele'de. Fikirler, kahramanlar nasıl doğuyor, ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?
"Şey"ler ancak hazır olduğunda çıkıyor insanın karşısına. Bana da böyle oluyor. Yaşıyor, seyrediyor, gülüp geçiyorum; bir daha hiç hatırlamayacakmışım gibi. Sonra an geliyor, bakıyorum ki gülüp geçtiğim her şey "ta kendisi" olarak karşımda, parmaklarımın ucunda. Birer birer dökülmeye başlıyor kâğıda. Kendi hayatımdan, yakın çevrenin ve gözümün ucuna takılan çok uzak çevrelerin hayatlarından. Ayrıntılardan nice hayatlar doğuyor; şaşırıyorum.
Antrenörlük hayatıma pas vereyim... Maçını seyrettiğim bir takımın nasıl antrenman yaptığını kesine yakın bir isabetle tahmin edebilmek gibi bir özelliğim vardı o yıllarda. Bunu değerlendiriyor, önümüzdeki hafta sonu hangi takımla maçımız varsa, hafta boyunca o takımın antrenman tarzını uyguluyordum kendi takımıma. Liglerin en zayıf, en genç kadrolarıyla en dişli takımlara kök söktürüyorduk böylece. Çünkü hiçbir takım hem kendini yenip hem de kendine yenilemez. Bizle maç yapan kendisiyle maç yapmış gibi oluyordu.
Yazarlık motivasyonumun da bu huyumdan kaynaklandığını zannediyorum. Otobüs durağında beklerken önümden konuşa konuşa geçen iki tip, o konuşmanın semantik kodlarıyla kendi hayatlarına kapı açıyorlar sanki bana; ilham veriyor, yeni kahramanlarla tanıştırıyorlar. Bunu bazen o dakika, bazen on sene sonra fark ediyorum. Ama çoğu zaman farkına bile varmamış oluyorum; yazıp gidiyorum sadece.
Bir sonraki kitap ne olacak, ne bekliyor okuru?Sevinç Kuşları'nın üçüncüsü yazılıyor şu anda; ilk iki kitaptaki deparın hızıyla, çılgın Zila'sı, eli kanlı Deccal'ı, deli Veysel'i, çolpa İrfan'ı, şaşkın polisleriyle fotofinişe doğru. Bir de kenardan kenardan kâğıtlarımı dişleyen ufak bir it var, zorla kendini yazdırıyor ama dur bakalım. Hele şu Sevinç Kuşları bir uçsun gitsin hayırlısıyla.