Sevişmeler de 3G teknolojisi ile olacak mı?
Herkesin bir frekansı olacak… Diyelim ben uzak bir yere gittim iş için. Canım yengenizi çekti……..”
NOBEL’in
ne ya da kim olduğunu sanırım bilmeyeniniz yoktur…
Yine de hatırlatayım
kısaca...
NOBEL,
dinamiti bulan İsveçli kimya bilgini Alfred Bernhard’ın
soyadıdır…
Dinamiti bir patlayıcı olarak
bulmaya çalışırken o buluşunun ilerleyen yıllarda milyonlarca
insanın ölümüne sebep olacağını hiç düşünmediğini
söylemişti…
Hem de yaptığı çalışmalar
sırasında laboratuarı havaya uçtuğu, kardeşi de o patlamada öldüğü
halde…
Hani insanın Alfred Bernhard
NOBEL’in “iyi niyetli” olduğuna inanası bile gelmiyor…
Çünkü…
Buluş çalışmaları sırasında, icat
etmek üzere olduğu dinamit patlaması yüzünden kardeşini kaybeden
NOBEL’in buluşu milyonlarca çeşitli din ve inançtan fukaranın,
hayatını kaybetmesine sebep oldu…
Hepsi de “cennete” gidecekleri
umuduyla ama vatandaşı oldukları ülkelerin egemenlerinin
servetlerini, kendilerine “düşman” belletilen diğer ülke
egemenlerine karşı korumak uğruna öldüler…
İlginçtir…
Dinamitten kazandığı servetle
dünyanın “en zengin” adamları arasına girdi Alfred Bernhard
NOBEL…
1896’da
öldüğünde, fizik, kimya, fizyoloji-tıp, edebiyat ve barış
alanlarında NOBEL ÖDÜLÜ verilmesini istediğini öğrendi tüm
dünya...
Çünkü vasiyet
etmişti…
Neden mi anlattım
bunları?..
3G tartışmasına bir yerlerden girebilmek için…
Daha doğrusu, sevgili Haşmet
Babaoğlu’nun bugünkü makalesi ilham verdi bunları yazmam
için…
Babaoğlu,
“Ben teknolojik gelişmelere burun kıvırmayı marifet sananlardan
değilim” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “Ayrıca 3G
teknolojisinin uzak olmayan bir gelecekte kitleleri ‘doğrudan
gazetecilik’le tanıştıracağına da adım gibi eminim.
Ama.. Evet... Bu işin bir ‘ama’sı
var. Çünkü ‘nasıl’ değil, ‘ne’ yaptığımızın esas olduğuna
inanıyorum.”
Güzel söylemiş
Haşmet...
"Nasıl değil ne
yapacağımız"ın cevabı verilmeden
sevinmek neyin nesi?..
Uyuşturucular da dinamite benzemez
mi?..
“İlâç” olarak da kullanılıyor, “zehir” olarak da…
Bu arada eski bir anımı
anlatayım…
Günün mana ve önemine uygun
düşüyor da…
1984 ya da
85 olmalı…
Kız kardeşim ve eşi, karımla benim
konuğumuz…
Yemekte gırgır
yapıyoruz…
Kız kardeşim birden lâfı yeni
aldığım faks cihazına, elektrikli daktiloma ve telsize
getiriyor…
Teknolojideki gelişmeyi
övüyor…
“Çevirmeli hatlar kurulmasaydı
faks hiçbir işe yaramazdı” diyorum…
Çünkü o yıllar şehirlerarası
aramalarda yeni yeni merkezi santral devreden
çıkarılıyor...
Her ile bir kod numarası verilmiş.
Önce o kod numarasını sonra da arayacağımız numarayı
çeviriyoruz...
Dikkat!..
Çeviriyoruz…
Digital teknoloji yok
henüz…
Derken ben huyum olduğu üzere
muhabbeti geyikleştiriyorum…
“Daha durun bakalım neler
göreceğiz” diyorum ve devam ediyorum. “Öyle
bir zaman gelecek ki, sevişmeler bile telefonla
olacak”…
Karım yine her zaman olduğu gibi
edepsizleşeceğimi anlayarak kızgınlıkla ama sevecen bir şekilde
bakıyor gözlerimin içine…
“Lütfen başlama
yine…”
“Valla yaaa… Biz bile göreceğiz
bunu”…
“Ben görmek istemem”.
“Damat giriyor araya.
“Abi ya olur mu öyle
şey?”
“Olur olur… bal gibi
olur”.
“O senin dediğin şarkı
sözü”
“Göreceğiz, biz de göreceğiz.
Herkesin bir frekansı olacak… Diyelim ben uzak bir yere gittim iş
için. Canım yengenizi çekti……..”
Lâfın burasında ayağıma bir tekme
yiyorum karımdan ama dedim ya edepsizliğim tuttu bırakmıyor… “Hemen
benim frekanstan, yengenizin frekansına bir sinyal”…
“Ben kalkıyorum ama…”
Kız kardeşim basıyor
kahkahayı:
“Ya frekanslar
karışırsa”.
“Yengenizin frekansını öyle bir
alacağım ki karışması mümkün değil”…
“Ha yani… Kendi frekansını bütün
kadınların yakalayabileceği kadar kolay mı alacaksın?”
Ve aşağıdan bir tekme
daha…
Kahkahalar falan…
Şimdilik 3G teknolojisi sayesinde
konuşmalar karşılıklı görüntü eşliğinde oluyor…
Demek ki benim hayalini kurduğum
sistem de ha üretildi ha üretilecek…
Bakalım o zaman nasıl
tartışacağız:
Hıncal Abi neler yazacak?..
Mehmet abi nasıl karşılık verecek?..