Sevilay Yükselir, Nazlı Ilıcak'a fena çaktı
Sabah yönetimi özel izin verdi. "Yandaş" diyen Nazlı Ilıcak'a çaksın diye... Sabah'ta kıyametler kopuyor...
Sabah Gazetesi yazarı Sevilay Yükselir bugün yazı günü olmadığı
halde neredeyse yarım sayfalık bir yazı kaleme alarak aynı
gazetenin köşe yazarı Nazlı Ilıcak'ı yaylım ateşine tuttu.
ILICAK VE YÜKSELİR NEDEN KAPIŞTI? |
Sevilay Yükselir geçtiğimiz hafta köşesinde Hürriyet Gazetesi
yazarı Ahmet Hakan ve kardeşine ağır suçlamalar yöneltti. Hakan'ın
köşesinden yapım şirketi olan kardeşinin TRT'den iş alabilmesi için
TRT yöneticilerine övgüler düzdüğünü iddia eden Yükselir'e yanıt
yazının muhatabı yerine kendisi gibi Sabah Gazetesi'nde yazan Nazlı
Ilıcak'tan geldi. Ilıcak'ın Ahmet Hakan ve kardeşini savunduğu
yazısının son |
İŞTE SEVİLAY YÜKSELİR'İN ÖZEL İZİNLE YAZDIĞI
YAZI;
Bak Nazlı Ilıcak! Şimdi beni dinle!
Hani, pazarlamacılığını kanıtlarıyla ortaya koyduğum kankan
Ahmet Hakan ve onun kardeşlerini savunan yazının sonunda benim
niyetimin bozuk olduğunu yazmışsın ya. Hani "Sen şunu
demek istiyorsun aslında 'Biz yandaşız, onları değil, bizi gör;
köşeyi biz dönelim!" falan diyerek bana açıkça
saldırmışsın ya...
İşte sırf bu ağır ithamına cevap vermek için bugün buradayım Nazlı
Ilıcak!
Bak şimdi sana ne diyeceğim.
Sen de biliyorsun ki, benim derdim, "Neden muhalifler TRT'de
program yapıyor?" filan değil. TRT'de bir yığın muhalif isim
program yapıyor. Ekrana çıkıyor. Çıksınlar da. Çıkmalılar da. Keşke
Ruhat Mengi TRT'de program yapsa. Mesele bu değil! Asıl mesele,
çekilen filmin Kültür Bakanlığı'nın bütçesiyle çekilmesi ve sonra
da bir başka kamu kuruluşuna yüksek meblağlar ile satışının
yapılması. Neden, "Mücahitler müteahhit oldu"
diyerek yaygara koparan ama aynı zamanda kardeşleri kâh TRT'de, kâh
AKP'li belediyelerde iş tutsun diye köşesinden yıkama yağlama çeken
Ahmet Hakan'a, bir gazeteci olarak, "Ne oluyor kardeş? Bu nasıl
iş?" deme hakkıma başka bir mana yüklemeye çalışıyorsun?
Şimdi...
Yalçın Doğan yazdı da öğrendik. Hani 1996'da dönemin Başbakanı
Mesut Yılmaz'la bir seyahate gidiyormuşsunuz hep beraber. Ve sen
kalkmış Mehmet Ali Birand'ın, Sedat Ergin'in ve Sebahattin
Önkibar'ın gözleri önünde Mesut Yılmaz'a, "Ben sizi çok
seviyorum, bundan sonra ben sizin yağdanlığınız olmak
isterim" demişsin ya...
Sadece bu bile senin aslında neden bana böyle bir suçlama getirme
hakkın olmadığını ortaya koyar Nazlı Ilıcak!
Tamam. Bir gazetecinin köşesi üzerinden piar yapmasını,
kardeşlerine kamuda yol verilsin diye arsızca kalemini kullanmasını
doğal karşılamanı çok iyi anlıyorum.
Çünkü onun yaptığının aynısını sen 30 küsur senedir
yapıyorsun!
Biz seni biliyoruz. Sen kâh Demirel'in otobüsündeydin, kâh
Erbakan'ın, kâh Mesut Yılmaz'ın, kâh
Unakıtan'ın...
Haa mesela Unakıtan dedim de bak aklıma ne geldi?
Gerek bu gazetede, gerekse Takvim'de yazdığın zamanlar sık sık eski
Maliye Bakanı'na övgü düzüyordun ya. "Müthiş adam. İş bilen bakan.
Tayyip Erdoğan'ın veliahdı olan adam" filan diye yazıyordun ya.
İşte taa o zamanlar kulağıma birileri diyordu ki; "Nazlı
Ilıcak oğlu Mehmet Ali dünya markası Backwoods purolarının aleni
taklidi olan Blackwood'un Türkiye'ye ithalatını yapabilmek için
Kemal Unakıtan'a yağdanlık yapıyor. Taklit malın yasal olarak önünü
açtırmak için Unakıtan'ın piarcısı gibi çalışıyor."
Yerim yok. Yoksa Google'dan indirip, okurlara göstereceğim senin
Unakıtan ve ailesine döşediğin o müthiş methiyeleri.
Hangimizin yandaş olup, olmadığına dair bir argümanım daha
var.
Hani hatırlar mısın ben SABAH'ta henüz muhabirdim. Sen de o
tarihlerde Takvim'de yazıyordun. Bu binanın 8. katındaydı odan. Bir
gün tesadüf karşılaşmıştık hani. Çok mutsuzdun. Dert yanmıştın:
"Benim yerim burası değil aslında. Buradan etkili
olamıyorum yeterince. Benim yazmam gereken gazete SABAH. Ama Fatih
Altaylı beni istemiyor oraya."
Sonra bir gün TMSF el koydu gazeteye. Ben TMSF'nin yönetimindeki
gazetede çalışamadım mesela. Üstelik de Ahmet Ertürk ve o dönem
SABAH'taki birçok yönetici memleketlim olmasına rağmen.
Çok mutsuzdum ve bir gün bile çıkıp, "Ahhh hemşerim. Bana
sahip çık lütfen" demeden çektim gittim. Onurumu ayaklar
altına almadım.
Peki sen ne yaptın?
Ciner'in eli ayağı çekilip, gazete TMSF'nin eline geçer
geçmez doğruca başbakanlığın yolunu tuttun! Öyle değil mi? Bütün
ilişkilerini seferber ettin. Adamları usandırdın! Ahmet Ertürk ne
dermiş o tarihlerde yakınlarına biliyor musun: "Bıktım şu kadından
yahu! Verin şuna SABAH'tan bir köşe de düşsün
yakamızdan!"
Neyse...
TMSF'li günlerde çok mutluydun ilk başta. Çünkü her zamanki gibi
atını koşturuyordun.
Ama sonra SABAH gerçek bir patrona devroldu. Bu gazetenin bugünkü
yöneticileri geldi işin başına. Eski bir medya patronun eşi
olmandan mı yoksa kendini kıymetli saymandan mıdır nedir
bilemiyorum, senin en büyük keyfin ve emelin her daim yazdığın
gazetenin tepe yöneticileri ile yakın ilişkide bulunmaktır!
Ama bir de baktın ki bu ekip senin dişine göre değil!
Bunlar öyle senin bir telefonunla akşam evindeki davete koştura
koştura gelecek, her aradığında sana "Alloooo..." diyecek adamlar
değil!
Ondan sonra başladın yaygara koparmaya.
Birden Aydın Doğan ve ailesinin aşkı depreşti sende. "Bakın
ben buradan ilan ediyorum işte. Siz 2009'un mağdurusunuz" falan
deyip yanaştın da yanaştın adamlara. Üstelik de bu gazeteyi
kullanarak.
"N'oluyor?" diyenlere de, "Ayyy objektif
bakıyorum" diyerek caka sattın. Oysa senin asıl derdin
objektiflik filan değil, sadece durumun gerektirdiği şekilde
pozisyon almaktı!
Hepimiz o yazıları yazmaktaki tek derdinin, torpille ele geçirdiğin
ve fakat mutsuz olduğun SABAH'taki bu köşeden bir an evvel gitmek
olduğunu biliyoruz!
Bana saldırdığın ve benim tek niyetimin, "Niye onlara var?
Niye bana yok?" olduğunu yazdığın o ağır hakaretinin satır
aralarında bile bu mesaj gizli. "Ayyy bak Ahmet nasıl çaktım kıza!
Söyle Aydın Bey'e bana da senin dükkâna yakın bir yerlerden dükkân
versin..."
Şimdi. Biliyorsun ki, bugün aslında benim yazı günüm filan değil!
Ama senin cuma günü ettiğin o ağır hakarete ve iftiraya karşılık
bir cevap hakkı istedim gazete yönetiminden. Sağ olsun onlar da
uygun gördü.
O nedenle uzatmayıp, meseleye noktayı koyayım...
"Yandaş" sözü senin kulağına tanıdık, sıradan ve hoş bir
söz gibi gelebilir. Ama bil ki benim için bu söz ağır bir hakaret
yerine geçmektedir. Çünkü ben bütün meslek hayatım boyunca kimseye
yanaşmadan ya da ona buna yağdanlık yapmadan, köpekler gibi
çalışarak, alnımdan ter akıtarak hayatımı kazandım! Ve hep
çocuğumun kursağından geçecek ekmeğin namuslu undan pişirilmiş
olmasına itina gösterdim. O yüzden bir daha sakın bana yandaş
mandaş filan deme! Ettiğin anda yine beni karşında bulursun
bilesin! Ve lütfen bir daha o köşede yandaş, yandaşız, yandaşlar
diyerek bu gazeteye emek veren insanları çıldırtma!