Serdar Turgut
"Bu cinayetlerden en az Esed kadar sorumlusunuz?" diye kafa tutabildik mi?..
Serdar Turgut'un bugünkü
GazeteHT'de başlığı altında yayımlanan makalesini
okuyunca kendi yaptığım işten nefret ettim...
Sadece kendi yaptığım "dedikodu" kaynaklı; bana "dost" değil sadece "düşman" kazandıran ve maddi olarak kazandığımın yarısını da iletişim için harcamama sebep olan (ne yapayım ki kalan o yarıya da ihtiyacım olduğu için yapıyorum bu işi) kendi işimden değil; gazetecilik mesleğinden de soğudum...
Ne bu yaaa?..
İncir çekirdeğini doldurmayacak haberlerden tartışma yaratmak ve 76 milyonluk ülkenin başka sorunu yokmuş gibi "eften püften" dedikodu haberleriyle gündemi meşgul etmek...
Yok cemaat, yok hükümet, yok Hoca, yok falanca, yok filanca...
Ya da; Mısır, Suriye, İran, Katar, Irak, PYD vs...
Ne bu yaaa?..
Suriye'de son ikibuçuk yıldır olan bitende hiç mi sorumluluğumuz yok Allah aşkınıza?..
Eğer muhalfler bizden yüz bulmasalardı bu iş bu kadar kanlı bir iç savaşa dönüşür müydü?..
Yoksa üç-beş yaralıdan sonra halk tevekkelle "güzel günlerimiz ileride yavrularım" masallarıyla fakirlik içinde de olsa hayatta kalmayı başarır mıydı?..
Bizler gazeteciler olarak Başbakan başta olmak üzre Dışişleri Bakanı'na ve hatta salt "muhalefet" olsun diye Suriye'de gaddar Esed yanlılarına destek veren muhalefet partilerinin lider kadrolarına:
"Bu cinayetlerden en az Esed kadar sorumlusunuz?" diye kafa tutabildik mi?..
Tutamadık...
Son günlerde de Mısırlı fukara Müslümanlar birbirlerini öldürüyor...
Biz yine ikiye ayrılmışız...
Bir taraf fukara Müslümanlrı gaza getirip, Sisi'nin kanlı cellatlarının kucağına atıyor...
Diğer bir gurup ise salt Erdoğan'a "gıcık" olsun diye eli kanlı katil Sisi'ye hak veren şeyler yazıp söylüyor...
İşte böylesine "kirli, iğrenç" bir ortamda Serdar Turgut çıkıyor ve mealen, "hay sizin gazeteciliğinizin içine!.." diyor...
"Shakespeare'e ait olduğu iddia edilen bazı el yazmalarının otantik olduğu ve 1602 yılında kaleme alınmış bir oyuna ait olabileceği"nin ispat edildiğini hatırlatıp o konu üzerinde kafa yoracağımıza; "o onu dedi, bu bunu dedi" dedikodularıyla iyice kirlendiğimizi ima ediyor...
Ertuğrul Özkök'ün nefis Disnayland günlerini anlatışına destek veriyor...
Ve tabii ki alkışı hak ediyor...
Sadece kendi yaptığım "dedikodu" kaynaklı; bana "dost" değil sadece "düşman" kazandıran ve maddi olarak kazandığımın yarısını da iletişim için harcamama sebep olan (ne yapayım ki kalan o yarıya da ihtiyacım olduğu için yapıyorum bu işi) kendi işimden değil; gazetecilik mesleğinden de soğudum...
Ne bu yaaa?..
İncir çekirdeğini doldurmayacak haberlerden tartışma yaratmak ve 76 milyonluk ülkenin başka sorunu yokmuş gibi "eften püften" dedikodu haberleriyle gündemi meşgul etmek...
Yok cemaat, yok hükümet, yok Hoca, yok falanca, yok filanca...
Ya da; Mısır, Suriye, İran, Katar, Irak, PYD vs...
Ne bu yaaa?..
Suriye'de son ikibuçuk yıldır olan bitende hiç mi sorumluluğumuz yok Allah aşkınıza?..
Eğer muhalfler bizden yüz bulmasalardı bu iş bu kadar kanlı bir iç savaşa dönüşür müydü?..
Yoksa üç-beş yaralıdan sonra halk tevekkelle "güzel günlerimiz ileride yavrularım" masallarıyla fakirlik içinde de olsa hayatta kalmayı başarır mıydı?..
Bizler gazeteciler olarak Başbakan başta olmak üzre Dışişleri Bakanı'na ve hatta salt "muhalefet" olsun diye Suriye'de gaddar Esed yanlılarına destek veren muhalefet partilerinin lider kadrolarına:
"Bu cinayetlerden en az Esed kadar sorumlusunuz?" diye kafa tutabildik mi?..
Tutamadık...
Son günlerde de Mısırlı fukara Müslümanlar birbirlerini öldürüyor...
Biz yine ikiye ayrılmışız...
Bir taraf fukara Müslümanlrı gaza getirip, Sisi'nin kanlı cellatlarının kucağına atıyor...
Diğer bir gurup ise salt Erdoğan'a "gıcık" olsun diye eli kanlı katil Sisi'ye hak veren şeyler yazıp söylüyor...
İşte böylesine "kirli, iğrenç" bir ortamda Serdar Turgut çıkıyor ve mealen, "hay sizin gazeteciliğinizin içine!.." diyor...
"Shakespeare'e ait olduğu iddia edilen bazı el yazmalarının otantik olduğu ve 1602 yılında kaleme alınmış bir oyuna ait olabileceği"nin ispat edildiğini hatırlatıp o konu üzerinde kafa yoracağımıza; "o onu dedi, bu bunu dedi" dedikodularıyla iyice kirlendiğimizi ima ediyor...
Ertuğrul Özkök'ün nefis Disnayland günlerini anlatışına destek veriyor...
Ve tabii ki alkışı hak ediyor...