Serdar Turgut neden sadece mizah yazıyor?

"Serdar Turgut sadece mizah mı yazıyor?" Bizim niye haberimiz yok? diye tepki vermeden önce neden böyle bir soru sorduğumuzu açıklayalım.

GAZETECİLER.COM -

Başlığı okuyunca hayretler içinde "Serdar Turgut sadece mizah mı yazıyor?" Bizim niye haberimiz yok? diye tepki vermeden önce neden böyle bir soru sorduğumuzu açıklayalım.

Bir dönem yazdığı ekonomi yazıları ile "Öteki Türkiye" kavramını tartışmaya sokan ve ülkenin gündemini uzunca bir süre kendi gündemiyle aynı hale getiren bir isimden söz ediyoruz.

Sırf ekonomi doktorası olduğu için değil, ekonomiyi sıradan insanın anlayabileceği kadar yalın yazabildiği için de Serdar Turgut'un ekonomi yazıları önemliydi.

Bir dönem Hürriyet'ten ayrılıp Akşam'ın başına geçtiğinde gazeteyi 'milliyetçi-muhafazakar' bir çizgiye oturtma kararı vererek Türkiye'yi iyi okuduğunu gösteren bir gazete yönetici olmuştu Turgut.

Bugün de köşesinde mizah yazma kararının gerekçesini dile getirdi.

İşte Serdar Turgut'un bugünkü köşesinde anlattıkları:

"Kendimi bidim bileli böyle: Hayatta kendime küçük mutluluklar yaratmazsam, ana darbelere karşı detaylarda saklı durduğuna inandığım mutlulukları bulup çıkarmazsam tamamen yenileceğimi hep bildim. Artık hiçbir şey yapamasam da sıkı bir espresso eşliğinde farklı bir Türkiye’de farklı yaşamların nasıl olabileceğini hayal ederek hayata karşı kendime göre direniyorum. Mizah yazmak kararım da bu direnişimin bir parçasıdır. Güya mizah, hayatı daha çekilebilir hale getirecekti, ama bu tür yazılara temel oluşturması gereken günlük notlarımı aldığım kitapçığın girişinde Samuel Beckett’in şu unutulmaz sözünü yazmışım. “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.”

*

Bu cümle bana yine bir seçimin yaklaşmakta olduğunu, bunu ne kadar unutmak istesem de hatırlatıyor ve beni yeni bir yenilgiye hazırlıyor. Hem de yaşlandıkça daha iyi yenilmenin aslında bana yeni bir başarı kriterim olabileceğini öğretiyor.

Ertuğrul Özkök de tek bir fincandan kendisine mutluluklar çıkarabilen bir tavırdadır. Onun hepimizin rutin olarak yaşadığı sabah kahvesini içişini anlattığı bir yazısını okursanız Taoist bir cinnet getirmekte olduğunu düşünebilirsiniz. Küçük şeylerden bu kadar mutlu olabilen bir yazarın son olarak dün, 2 Kasım sabahı hepimizin çok daha güzel bir ülkeye uyanacağımızı yazıyor olması gerçekten anlamlı mıdır bilemiyorum. En azından ben o yazıyı okurken yine espresso’mu koydum ve sigaramı yaktım; öyle bir Türkiye’nin nasıl olabileceğini hayal ettim.

*

Yalnız şu da var. Özkök bugüne kadar hayatında hiçbir siyasi tahmininde doğruyu tutturamamıştır. Onun bu özelliği özellikle Hürriyet Gazetesi’nin başında olduğu yıllarda zirve yapmıştır. Bu nedenle Aydın Bey’in, söylendiği gibi “Biz iktidarlar getirdik götürdük” diye konuşmuş olması mümkün değildir. Çünkü eğer bunu Özkök başında olduğu yıllarda Hürriyet Gazetesi ile yapmaya çalışsaydı yine yanlış kararlar verileceğinden bunun pratikte bir anlamı olmayacaktı. Bunu şimdiki yayın yönetmeni ile yapması ise zaten mümkün değil, çünkü Sedat Ergin’e, “Yazdan sonra hangi mevsim gelir, haydi bu konu hakkında yazı yaz” deseniz o bunu kısaca yazmak yerine makalesine dünyanın oluşumu anından ve kara delik teorilerinden bahsederek başlardı ve cevabı vermeden önce işi kuantum teorisine getirdiğinde Britannica Ansiklopedisi kadar uzun bir yazı dizisi ortaya çıkardı. (Abartmıyorum, yakın geçmişte Balyoz davasındaki haksızlıklarla ilgili yazmaya karar verdi ve yazısı 1 ay süreyle yayımlandı).

*

Son olarak yazdığım çocuklu kadınlar aleyhine polemiğimin yayımlandığı gün gazeteyi alıp yazımı bir de kâğıt üzerinden okuyayım diye oturduğum sitenin sosyal tesislerine gittim; yine bir kahve ısmarladım ve başladım okumaya. Birden etrafımı onlarca çocuk sardı. “Acaba anneler yazım yüzünden bir suikast timi mi oluşturup üzerime saldılar?” diye düşünürken çocukların bir kısmının peri kıyafeti, diğerlerinin de küçük boy smokinler giymiş olduğunu görünce “Yoksa siteye sirk mi geldi?” diye düşündüm. Sonunda bunun sadece bir yaş günü partisi olduğu anlaşıldı. Bu, paniğimi daha da artırdı. Çünkü bir yaş günü partisi çocukların abartılı bir şekilde eğlenmeye girişecekleri ve dahası aslında bir arada olmayı pek istemeyen anne ve babaların da oraya gelecekleri anlamına geliyordu.

Buna oturduğum yerde yogacı nefes alıp verme egzersizleri filan yaparak belki tahammül edebilirdim ama “Happy Birthday to You” şarkısının toplu detone söylenme girişimine tahammül edebileceğim şüpheliydi, hemen kaçtım oradan...

*

O gece-gündüz yaşadığım yenilgiyi bir aşama daha yükseltmek ve daha iyi yenilgileri aramak için bir bara gittim.

Dirty martini’mi söyledim. Hayat darbe vurmasını sürdürecek ya, yanıma olağanüstü seksi bir kadın oturdu. Somon balıklarının cinsel yaşamını anlatan bir yazı okumuştum. Orada dişi somonların çiftleştikleri erkek somonların ölümüne neden olduklarını ve bunu zincirleme yaptıklarını öğrenmiştim. Yanımdaki kadına da burcunu sorsam mutlaka “Somon” derdi bana, çünkü öyle bir edası vardı. Genç olsam mutlaka ölümü göze alıp konuşurdum onunla. Şu anda ise yaşla gelmeye başlayan ölüm düşüncesini ötelemeye çalışmak gibi imkânsız bir uğraşın içindeyim. Bu nedenle kadın orada yokmuş gibi davrandım, bu onu daha da kızdırmış olmalı ki benimle konuşmayı o başlattı. Ben konuyu Putin’in Suriye’deki işlerinin kozmik anlamı konusuna getirdim. Bu konu herkesin cinsel arzusunu tamamen öldüreceğinden kadın içkisini hızla bitirip bardan çıktı gitti. Ben yine yenilmiştim, daha iyi yenilmiştim ve kendimi çok iyi hissediyordum.