Seni evimizde istemiyoruz arkadaş!..

Beni iyi dinle, “Ay fenalık geldi, aynı zamanda kafam karıştı; biri bana hangi devirde olduğumuzu söylesin” diye yırtınan sevimli Dul Pakize!..

ADNAN BERK OKAN
Benden 5 yaş büyük halam (Allah yattığı yeri nur etsin) 18 yaşında nişanlanmıştı…
Liseyi bitirdikten sonra üniversite okumasını istememişler miydi yoksa fazla güzeldi de “İstanbul’da yoldan çıkar” diye mi korkmuşlardı hatırlamıyorum…  
Sokaklarımızda… gemilerde… trenlerde… minibüslerde… otobüslerde… pazar yerlerinde gördüğünüz insanlarımıza bir bakın lütfen…
Yorgun bedenleri taşıyan ruhların bezginliğini… ölü ruhların güldüremediği yüzlerini… dünyaya bakışları “ben doğarken ölmüşüm” arabesk şarkının sözlerini hatırlatan, ışıldayamayan gözlerini inceleyiniz…
Ve eğer “Neşeli Hayat” filmini izlediyseniz; bebek isteyen karısının, sürekli ağzına bal tıkıştırmak için çırpınmasına rağmen, bal kavanozunu elinin tersiyle iten ve seksi aklına bile getirmeyen Rıza’nın bir sözünü hatırlayın…
“Bal hikâye, asıl sorun kafada” deyişini…
Gülmek için hazır bekleyen ama huzur dolu, geleceğe güvence ile bakan kafaya sahip olamadığı için gülemeyen vatandaş Rıza’larla dolu bir ülkede yaşarken, hangi seks?..
Müstakbel enişteyle (askerden yeni gelmiş, 1.85 boyunda yakışıklı bir tekstilciydi) beraber sinemaya gittiklerinde yanına mutlaka beni verirlerdi “namus bekçisi” olarak…
Babaannem rahmetli beni bir kenara çeker, “sinemada ortalarına otur” derdi…
Ve sinemada ben o emri yerine getirsem de, halamla enişte adayının ellerinin benim omuz üstümden birleşmesine ses çıkaramazdım…
Peki o “yasakçı” zihniyet daha mı iyiydi?..
O gün bile ufacık boyum ve henüz gelişen beynimle “yasakçılığı” doğru bulmuyordum…
Hele bugün ve hem de eşiyle sekiz senelik flörtten sonra ancak evlenebilen biri olarak elbette daha da kötü olduğunu düşünüyorum…
Ama…
Benim günümüz arkadaşlık anlayışı ile zaten bir sorunum yok ki…
Ne hayat tarzlarına karışırım insanlarımızın, ne yaşamlarına, ne de giyim kuşamlarına…
Bana ne!..
Ama “dizi” ya da ”sinema filmi” adı altında evime “porno” görüntülerinin girmesine tahammülüm yok…
“Kanal değiştir” emrine ise hiç gelemem…
Evlerimiz TV alıcısı ile dolu…
Ne yapacağız?..
Çocuklarımızın, torunlarımızın odalarındaki televizyonlara “kilit” mi vuracağız?..
Yoksa odalarına “TV alıcısı” koymayacak mıyız?..
Peki o zaman “Yasakçı” olmayacak mıyız?..
                            ***
Her şey gibi gülme anlayışımız da değişti…
Haliyle güldürenler de…
İsmail Dümbüllü mezarından çıksa kaç kişiyi güldürebilir bugün?..
Ama Recep İvedik rolünü oynayan Şahan Gökbakar yellendiğinde bir sonraki repliği duyamazsınız kahkaha gürültüsünden…
Osuruğa gülen bir millet!..
Hâsılı; bir yanda osuruğa ve kapı gıcırtısına bile gülen 4 milyon yurttaş…öte yanda ne yaparsanız, ne söylerseniz söyleyin, Neşeli Hayat’taki Rıza gibi hiç gülemeyen 68 milyon halk kitlesi var…
Sadece “dizi” ya da “sinema filmleri” mi?..
Keşke o kadarla kalsa!..
Konuklarıyla sadece seks konuşan, onların yatak odalarında perde olmaya meraklı hanım sunucularımızı hatırlayın meselâ…
Hülya Avşar’ı…
Saba Tümer’i…
Ve bu ikiliye benzemeye çalışan diğerlerini…
Yok, yok…
“Ahlâk” anlayışı, “namusu apış arasına sıkıştırmak isteyen ama beyni orospu olmuş” yoz biri değilim…
Olmam, olamam da…
Ama…
Cinselliğin, kadın ve erkeğin arasında yaşanmasını istemekten bir türlü vazgeçemiyorum…
Ne birilerinin sevişmelerini izlemek istiyorum, ne de birilerinin benim cinsel yaşamımı merak etmelerine dayanabiliyorum!..
Cinselliğin “tabu” değil, “tabii” olmasını isteyenlerdenim…
Örneğin, Akbaba’nın Üç Günü filminde Faye Dunaway ile Robert Redford’un o sahici, abartısız, hiçbir olağanüstülük taşımayan ama arzu ve sevgiyi 
Beni iyi dinle, “Ay fenalık geldi, aynı zamanda kafam karıştı; biri bana hangi devirde olduğumuzu söylesin” diye yırtınan sevimli Dul Pakize!..
Sen de, “sevişme” adı altında “düzüşme” izlemeye bu kadar meraklıysan git kendine “popüler” olmayan “kırmızı noktalı” bir kanal seç…
bedensel hazla birlikte veren “sevişme” sahnesini nasıl unutabilirim…
 Düşüncelerin özgürleştirilmesi fikirleri olgunlaştırıyor ama cinselliğin özgürleştirilmesi insanlığı köleleştiriyor…
Bernard Shaw; “Rastgele cinsel ilişki özgürlüğün değil, köleliğin bir sonucudur” demişti…
                      ***
Ve onun için şöyle sesleniyorum: 
Bana bak, dizi ya da sinema filmi meraklısı yapımcı arkadaş!...
İstersen porno film çevir…
İstersen erkek ve dişiyi duhul halde getir o devasa sinema perdesine ama…
Televizyon alıcısı kılığına bürünüp de benim evime girme…
Bizim ve onların evlerine de girme…
Rahat bırak bizi…