Sen neymişsin be aabi!.. A –a –a –a –a…
Sevgili Altaylı… Şu megelomanyaklık huyun da olmasa tadından yenmeyeceksin…
GAZETECİLER.COM -
Fatih Altaylı “iyi
gazeteci” mi?..
Evet…
Fatih Altaylı
“iyi yazar” mı?
Evet…
Fatih Altaylı
“iyi medya yöneticisi” mi?
Evet…
Fatih Altaylı
“iyi televizyoncu" mu?..
Dişlerini
yaptırırsa evet…
Fatih Altaylı
“iyi insan” mı?..
Vefasızlığı
hariç evet…
Ama…
Öyle kötü bir huyu var ki bütün bu
hasletlerini yok ediyor…
Sanırsınız ki medyamızda farklı
olan ne varsa hepsi ona ait…
Kendisi süper
zeki, diğer yazarlar ve gazeteciler ise
süper salak…
Ahmet Nazif
Zorlu’nun devlete, imarlı olduğu için
ödediği 1 milyar dolar konusunda sonradan başına gelenleri sanki
sadece o yazmış...
Sanki sadece o Ahmet Nazif
Zorlu’ya hak ve destek vermiş diğer herkes, Zorlu’nun karşısında,
“ceberut devlet anlayışı”nın yanında yer almış…
Oysa o dönemde, Komünistler bile
Ahmet Nazif Zorlu’dan yana tavır almışlardı…
Zorlu’yu sevdikleri için değildi belki
bu yer alış ama hukukun üstünlüğü ilkesine inandıkları
içindi…
Devlet, imar çıkardığı arsayı yine
kendi kurumlarından biri aracılığıyla neredeyse “Yeşil alan” ilân
edecekti…
Bereket Danıştay Dava Daireleri
Yüksek Kurulu bu kamu cinayetini engelledi de Ahmet Nazif Zorlu
arsasının sahibi olabildi…
Ama…
Fatih
Altaylı öyle bir yazıyor ki bu konuda;
sanırsınız Ahmet Nazif Zorlu’nun avukatlarına bile “dava açın” diye
o akıl vermiş…
Bir diğeri de “Demokratik Açılım
Paketi”…
Şöyle diyor Altaylı: “Kimilerine
göre Kürt, benim taktığım isimle ‘Demokrasi Açılımı’
“…
Pes yani…
Sadece sen değil; Hükümete çakmak
için pusuya yatmış müzmin muhaliflerin dışında herkes “Demokratik
Açılım paketi” diyor…
Hâsılı sevgili
Altaylı…
Şu megelomanyaklık huyun da olmasa
tadından yenmeyeceksin…
Altaylı’nın yazılarını okumak için
lütfen tıklayın…
Deniz
Baykal'a mektup
DENİZ Bey, Başbakan Erdoğan'la ve
iktidar partisiyle hemen hemen her konuda farklı düşündüğünüzü
biliyorum.
Bunda da bir sakınca
görmüyorum.
Siz ve partiniz bu tavrınızla
Türkiye'de hiç de azımsanmayacak sayıda vatandaşla
örtüşüyorsunuz.
Zaten muhalif olmak bu
demek.
Muhalefet görevinizi özellikle
yerel seçimlerden bu yana layıkıyla yaptığınız
kanaatindeyim.
Ancak sizden bir vatandaş olarak
ricada bulunacağım.
"Demokrasi Açılımı" konusunda bir
miktar daha farklı bir tutum içine girmenizi
bekliyorum.
Önceki akşam, Başbakan Erdoğan'ın
verdiği iftara katıldım.
Kimilerine göre Kürt, benim
taktığım isimle "Demokrasi Açılımı" ¦ konusunda Başbakan'ın sözleri
önemliydi.
Size çok açık ve hissedebildiğim
kadarıyla samimi bir çağrıda bulundu.
"Bu bir iktidar projesi değildir.
Bu Türkiye'nin projesidir. Bir milli birlik projesidir. Bu projeyi
muhalefetle birlikte yürütmek istiyoruz. Bu projenin sahibi değil
ortağı olmak istiyoruz" dedi.
Partinizin ve SHP'nin 10 ve 20 yıl
önce yaptığı çalışmaları hatırlattı.
Bana göre içtendi.
Deniz Bey, Demokrasi açılımı ya da
Kürt açılımı, adı ne olursa olsun, bu açılım Türkiye için
önemli.
Sadece Kürt sorununu çözmesi
açısından değil, gelecekte karşılaşabileceğimiz sorunları ortadan
kaldırması bakımından da önemli.
Bu açılımın içeriğiyle ilgili
sizin kafanızdaki kadar soru işareti benim kafamda da
var.
Ama bu soru işaretleri, açılım
fikrini başından, toptan reddetmemi gerektirmiyor.
Eğer bu proje Türkiye'ye kalıcı
bir barışı, daha fazla demokrasiyi, daha insanca bir yaşamı
getirecekse, bu projeye hepimizin katkıda bulunması
gerekir.
Deniz Bey, sizden ricam başbakan
Erdoğan'la bu konuda en azından bir görüşmeniz, buraya bir katkıda
bulunma şansınızı zorlamanız ve varsa sakıncaları hakkında hem
iktidarı, hem de bizleri bu görüşme sonrasında
uyarmanızdır.
Böylesine önem atfedilen bir
projenin oluşmasının önündeki engel olarak görülmemeniz,
gösterilmemenizdir.
Görevi gereği, gerektiğinde
herkesle görüşen bir mesleğin mensubu olarak, sizin de kapılarınızı
kapatmamanız gerektiğini düşünüyorum.
Görüşmeniz, inanmadığınız bir
projeye imza atmanız anlamına gelmez.
Ama Türkiye'nin meselelerine
duyarsız kalmadığınız anlamına gelir.
Deniz Bey, Türkiye Başbakanı'nın
uzattığı bu eli, Başbakan'ın politikalarını ve halta kendisini
sevmeseniz bile geri çevirmeyin.
Cumhuriyeti kuran partinin bugünkü
genel başkanı olarak bunu yapmaya hakkınız yok.
Danıştay, devleti Sülün
Osman olmaktan kurtardı
AHMET Nazif Zorlu, iki yıl kadar
önce Karayollan arazisi olarak bilinen araziyi, rekor bir fiyata
yaklaşık 1 milyar dolar ödeyerek satın almışta.
Arazi satılırken belirli bir imarı
ve bu imar üzerinden oluşmuş bir değeri vardı.
Zorlu bu araziyi aldıktan sonra
açılan bir davayla arazinin imarı yok edildi.
Ahmet Nazif Zorlu beş para etmez
bir arazinin sahibi haline geliverdi.
Ortaya çıkan manzara şuydu:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ünlü dolandırıcı "Sülün Osman" gibi
davranmış ve beş para etmez bir yeri allayıp pullayıp bir
vatandaşma satmışta.
O gün bunun büyük bir ayıp
olduğunu yazmıştım.
Zorlu bu karar üzerine Danıştay'a
gilli.
Danıştay Genel Kurulu da konuyu
karara bağladı ve 29'a 0, yani oybirliği ile Ahmet Nazif Zorlu'yu
haklı buldu, haklarını iade etti.
Danıştay'ın bu kararı, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti adına alkışlanması gereken bir
karardır.
Devleti Sülün Osman olmaktan
kurtarmış, vatandaşı dolandıran ve güvenilmeyecek bir devlet
olmaktan çıkarmıştır.
"Devletine güvenip" parasını peşin
veren Ahmet Nazif Zorlu'yu da enayi olmaktan tabii.
Çünkü unutmayınız ki, Karun kadar
zengin Dubai Şeyhi Maktum, benzer bir şekilde aldığı İETT
arazisinin parasım ödememiş ve kârlı çıkmıştı.
Danıştay sayesinde devlete
güvenenin zararlı, güvenmeyen Arap şeyhinin kârlı çıkmasının da
önüne geçilmiş oldu.
Başbakanla bir iftarın perde
arkası
BAŞBAKAN'ın gazete ve televizyon
yöneticilerine verdiği iftar yemeği ilginçti.
40 kişi kadardık. Biz Babıali
eskilerinin pek tammadığı yeni isimler vardı.
Onlar konuşurken birbirimize "Kim
bu" diye sormak zorunda kaldık. Yine de öğrenemedik.
İftar başlarken Mehmet Ali Birand
birkaç espri yaptı. Başbakan, Fenerbahçe maçına gideceğim
söyleyince Galatasaraylılardan, "Biz Galatasaray maçını
seyredemeyeceğiz ama" itirazları yükseldi.
Öz kök geç kalmıştı. Yerini alınca
Başbakan Erdoğan, "Ertuğrul Bey hoşgeldiniz" dedi. Özkök de "Kusura
bakmayın, trafikte kaldım" dedi.
Başbakan, "Bu İstanbul trafiğini
bir türlü çözemedik" diyerek suçu üstlendi.
Yemekler gayet iyiydi. Özellikle
su böreği.
Başbakan da öyle düşünmüş olmalı
ki, ilk parçadan sonra tekrar su böreği istedi.
Bu tip buluşmalarda genelde ilk
soruyu Özkök sorardı ama bu kez suskundu. Hiç soru sormadı. İlk
soruyu sorma görevi bana kaldı.
Başbakan Erdoğan 2 saat kadar
sorulara yanıt verdi. Saat 10.00'da maça gitmek için
kalktı.
Kapıda herkesi teker teker
uğurladı.
En sıcak ilgiyi Ertuğrul Özkök'e
gösterdi. Kapıda, ayaküstü uzun sayılabilecek bir sohbet
ettiler.
Gecenin gazeteciler arasındaki
konusu Can Dündar'dı.
Bu konuda konuşulanları yazmamayı
tercih ediyorum.
NE ZAMAN
ADAM OLURUZ
Ahlakın az veya çok olarak
ayrılmayacağını anladığımız zaman.