Sen mesleğini arkadan vurmuşsun Hıncal Uluç…
İyi bir gazeteci haber kaynağı ile dost olmaz… Başkalarına öğrettiğin bu ilkeyi bilmiyor olamayacağına göre....
GAZETECİLER.COM
Eskiler bir olayın daha doğru
anlaşılabilesi için, “Efradını câmi,
ağyarını mani yapmak” derlerdi…
Veya, “Mefhumu muhalifinden bakmak”…
Gençler için açıklama
yapayım…
Birincisinin anlamı
şöyle:
Bir olayı doğru tanımlayabilmek
için benzerleri bir yanda toplarken, benzemezleri onlardan
ayıklamak…
İkincisi ise olayların
tanımlamasını yaparken olaya bir de karşı pencereden
bakmak…
Sevgili Hıncal Uluç
usta;
Bu iki atalar sözünü neden
hatırlattığımızı anlatmadan önce okurlarımıza bir hatırlatma
yapalım...
Öyle ya...
Bayram değil, seyran değil biz
seni neden öptük...
O halde yazdıklarından küçük bir
alıntı:
Taki Doğan,
genç gazeteci o zaman.. Milliyet'te işe başlamış. Ben Cumhuriyet
yazarıyım..
Bir gece geç
vakit aradı.. "Hıncal Ağbi" dedi.. "Müthiş bir haber yakaladım, ama
doğrulayamıyorum.." Devir Abdi İpekçi devri.. O zaman öyle sallamak
yok. Palavra haberin cezasını işinle ödersin.. "Yarına kalırsa
başkaları da öğrenebilir. Bu gece geçmeliyim. Düşündüm, ancak sen
soruşturabilirsin.."
Anlattı.
"Tamam" dedim.. Haber konuları yakın arkadaşlarım. İki telefon..
Taki'yi açtım.. "Haberin doğru, geç"
dedim..
Böyle dediğine göre böyle
yapmışsın...
Zaten amacımız yazdıklarının
doğruluğunu sorgulamak değil...
O, Taki Doğan'a
düşer...
Bizim eleştirimiz; "iki
Ayşe'ye yönelik eleştirilerini" tenkit
etmek...
Çünkü sen Ayşe'lere ders verirken
öyle vahim "gazetecilik hataları" yaptığını itiraf
ediyorsun ki...
Bizim tüylerimiz
ürperdi...
Sevgili Usta...
Sana bir konuyu
hatırlatalım…
Hem de senin çok defa kendi
gazetende çalışan genç muhabirleri, haber peşinde koşarken bazı
gazetecilik hataları yaptıklarında azarlamak için örnek
verdiğin bir gazetecilik ilkesinden söz ederek…
İyi bir gazeteci haber kaynağı ile
dost olmaz…
Başkalarına öğrettiğin bu ilkeyi
bilmiyor olamayacağına göre haber kaynaklarınla neden dost oldun be
usta?..
Senin dostluğunun çalıştığın
gazeteye neler kaybettirdiğini (aslında o gazetenin okurlarına)
itiraf ederken “hicap” duyacağına
neden övünüyorsun?..
Bir dakika bir
dakika?..
Karşında ne Haşmet Bey var her
dediğine kafa sallayan, ne de Yakup Bey var seni önce yerden yere
vurup (Hürriyet’teki köşesinde senin için yazdıklarını unuttuğumuzu
sanma) sonra sana bendelik eden…
Karşında, görevini en iyi şekilde
yapan veya en azından yapmaya çalışan; bu süreçte de dostlukları,
arkadaşlıkları bir kenara bırakan GAZETECİLER.COM var…
Haaa…
Pardon…
Bu konuda en büyük örneğimiz de
sensin usta…
Neden mi?...
Söyleyelim ancak önce,
“dostum” dediğin ama sütunlarında senin en ağır
hakaretlerine maruz kalan o dostlarının(!) isimlerinden örnekler
verelim:
Özhan Canaydın, Adnan Polat,
Mustafa Denizli, Alp Yalman, Fatih Terim, Fatih Altaylı
ve daha birçoğu için neler yazdığın, nasıl
hakaretler ettiğin hafızalarımızda tüm tazeliği ile
duruyor…
Hoş; onların da meşreplerinden
şüphe etmiyor değiliz çünkü içlerinde, senden işittikleri tüm
hakaretlere rağmen yine de senin dostun(!) olmakla övündüklerini
söyleyenler bile çıktı…
Biz kimseye (dostumuz ya da
rakibimiz) hakaret etmiyoruz, etmeyiz de…
Bu satırlarda da bir tek kere bile
sana hakaret etmeyi düşünmedik, düşünmeyeceğiz de ama…
Bu demek değildir ki Can Ataklı’yı
haklı çıkaran o, “herkesin ne yazdığını bekleyip sonra tam tersini
yazmak” huyunu görmezden geleceğiz…
Sevgili üstat!...
Eğer sen o dönemin spor bakanı ile
“dost” olmasaydın, kucağına kadar gelmiş haberi yapar (çünkü kimse
sana “yazma” dememiş) hem gazeteni ve hem de okurlarını
diğerlerinden avantajlı konuma geçirirdin…
Eğer sen o günlerin GS Başkanı ile
enseye şaplak, anüse parmak dostluk kurmasaydın, kucağına kadar
gelmiş haberi yapar (çünkü kimse sana “yazma” dememiş) hem gazeteni
ve hem de okurlarını diğerlerinden avantajlı konuma
geçirirdin…
Hem gazeten övünürdü
haberciliğiyle…
Hem okurlarınız okudukları gazete
ile gurur duyarlardı…
Kaldı ki gazeten sana maaşını “en
etkin” kişilerle “dost” olasın (ki elinde kalemin olmasa o kişiler
eminiz sana hiç yüz vermezlerdi) diye değil, onlardan “haber
kaynağı” olarak faydalanasın diye veriyordu…
Şimdi gelelim iki
atasözümüze…
Biz sana bu eleştirileri yapmadan
önce çok düşündük…
Hata yapmak
istemiyorduk…
Sen bizim için değerli bir duayen,
bir ağabey, bir dostsun…
Öyle yapmalıydık ki
eleştirilerimizi, ne Özhan Canaydın için yazdıklarına
benzemeliydi…
Ne Adnan Polat için
karaladıklarına…
Ne de diğer “dostum” dediğin
kişilere yönelttiğin eleştirinin çok ötesinde hakaret kokan
aşağılamalarına…
Onun için seninle ilgili olarak bu
yazıyı yazmadan önce, sana hiç yakışmayacak şeyleri bir kenara
attık…
Seninle ilgili yapılan
tanımlamaların ve eleştirilerin benzerlerini ise bir sepette
toplayıp öyle yazdık bunları…
Ve sonra da senin pencerenden
gördüklerini, karşı pencereden izledik…
Senin gördüklerine hiç benzemeyen
şeyler gördük…
Ve oturduk bunları
yazdık…
Kusur ettikse affola…
Aman ha!...
Sakın bu nezaketimizi “özür”
sanma…
Çünkü özür, bilerek işlenen hata
için dilenir…
Biz bilerek hata yapmayız ancak
belki eleştirilerimizin bir yerinde kusurumuz
olmuştur…
Eğer kusurlarımızı söylersen hiç
gocunmaz aynen yayımlarız…
Selamla yanaklarından öperiz
usta…
GAZETECİLER.COM