Sen hiç rakkase gördün mü Balçiçek İlter?..

Balçiçek İlter HaberTürk TV'de konuğu olan tarihçi Yusuf Halaçoğlu'nun "Hiç bir cariye padişahın önünde raks etmez" deyişine

ADNAN BERK OKAN

Balçiçek İlter, HaberTürk TV'de konuğu olan tarihçi Yusuf Halaçoğlu'nun "Hiç bir cariye padişahın önünde raks etmez" deyişine karşılık köşesinde soruyor:
"Sahi etmez mi?"
Bu sorunun cevabını tarih değil, ideolojiler veriyor...
Sadece bugün değil, tarih boyunca hep böyle oldu bu...
En somut örnek Hür Adam...
Said Nursi hayranı bir yönetmenin anlattığına Kemalistler karşı çıkmadılar mı?..
Meral Okay'ın anlattığı Kanuni'yi, İsmail Nacar bambaşka anlatmıyor mu?..
Zira...
Tarihin en kolay ve beğenilir yanı, herkesin hayal gücüyle ve oradaymışçasına rahat bir şeyler anlatabileceği kadar geniş bir özgürlük alanı olmasıdır...
Herkes tarihi, körün fili tanımlaması gibi aktarabilir...
Halaçoğlu da hep öyle yapmaz mı zaten?..
Meselâ "Hiç bir cariye padişahın önünde raks etmez" deyişi tarihi oradaymış gibi anlatma özgürlüğünden kaynaklanmıyor mu?..
"Nereden biliyorsunuz cariyelerin padişahın önünde raks etmediğini?" diye sorsanız cevabı soru şekline bürünür gelir:
"Siz
cariyelerin padişahın önünde raks ettiğini gördünüz mü?"
Hadi bakalım buyurun...
Nasrettin Hoca "Gökteki yıldızların sayısı üç trilyon dokuzyüz bilmem kaç?" dediğinde "Amma da attın Hocam" diyenlere "sayın o zaman" demiş ya gülerek...
İşte o hesap...
O hesap olmasına o hesap da, bunu bizim tarihçilere kim anlatacak?..

Balçiçek İlter'in makalesinin tamamı aşağıda:


Her şey unutulur, ucube kalır

BAŞBAKAN Erdoğan "ucube" kelimesini Mehmet Aksoy'un heykeli için kullanmış. Zaten hiçbirimiz inanmamıştık, oradaki gecekondu alanı için böyle bir tanımlama yapacağına... İyi oldu, açıklığa kavuştu... Başbakan'ın bırakın bir sanat yapıtına ucube demesini bir tarafa, açıklaması daha vahim. Amberin Zaman'ın yazdığına göre Erdoğan diyor ki: "O heykelin bulunduğu yerde Seyyid Hasan el Harakani Türbesi ve camisi ortaya çıkarıldı. Caminin kubbesi ile heykelin bulunduğu tepenin yüksekliği adeta eşit. Üzerine bir de 48 metrelik heykel var. Tarihi eseri gölgeleyecek bir inşaata izin veremezsiniz!" Şimdi ben bu açıklamanın neresinden tutayım? Bir heykele "inşaat" diyen zihniyetten mi başlasam...
Yoksa caminin kubbesini geçmeme kriteri üzerine mi kalem oynatsam...
Aslında hiçbiri içimden gelmiyor.
Canım fena halde sıkkın.
Ama Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın ne diyeceğini merak ediyorum doğrusu. Başbakan onu bayağı zor durumda bıraktı. Öncelikle ortalığı sözde toparlayan açıklamasını yalanladı, ardından heykelin yıkılması gerektiğinin altını kalınca çizdi. Oysa Günay, iki tarafı da memnun eden bir çıkış peşindeydi, "Kimsenin sanat eseri yıkılamaz!" demişti.
Peki bundan sonra ne olur?
1- Bakan Ertuğrul Günay, daha önce herkesin önünde Başbakan'dan azarı işiten Sağlık Bakanı'nın durumuna düşebilir.
Hatırlarsınız, Erdoğan "Aşı olmayacağım" diyerek Akdağ'ı yalanlamıştı... Günay da, Akdağ gibi yapılanı sineye çekebilir ve işine devam eder, seçimlerdeki yerini kuvvetlendirir.
2- Bakan Ertuğrul Günay oturur, düşünür ve der ki: "Ben bunu kaldıramam.
Bir heykele ucube diyen bir liderin kurmaylarından olamam, hele ki Kültür Bakanlığını hiç yürütemem." Sonra da istifa eder. Olur mu? Olmaz bence ama kim bilir? Ne acayip bir duruş, ne farklı bir tavır olurdu değil mi? Ezberler bozulurdu! * Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ne yaparsa yapsın, ne icraat gerçekleştirirse gerçekleştirsin üzerine yapışan, "Ben böyle sanatın içine tükürürüm" tanımlamasından kurtulamadı. Hâlâ onu öyle anıyoruz.
Kılıçdaroğlu ile söz düellosu bile tükürürüm lafından öne geçemedi.
Başbakan'ın ciddiye almadığı detay işte budur. Bu kadar yıl başbakanlık yapacaksın, iyi işler ortaya koyacaksın, eleştirilere rağmen olmadık özgürlükçü adımlar atacaksın, Davos çıkışıyla tüm dünyanın konuştuğu lider olacaksın, sonra "Heykele ucube dedi" diye hatırlanacaksın. Olacak şey mi? Ama olan budur. Üzerinden kaç yıl geçerse geçsin, Başbakan Erdoğan bir sanat eserine ucube diyen başbakan olarak anılacaktır. Yazık. Savunulacak tarafı yok! Üstelik belediye başkanlığı döneminde söylediği, "Ben çocuklarımı baleye göndermem!" cümlesi herkesin dilindeyken...
Muhteşem harem DÜN Beşiktaş Emniyeti'ndeydim.
Önemli isimlerle sohbet etme şansım oldu.
Bu aralar "Muhteşem Yüzyıl" dizisiyle uğraşıyorlar. Dizinin yayınlandığı gece televizyon kanalının önünde yapılan protestolardan içlerine fenalık gelmiş.
Nasıl gelmesin? Eleştiri de bir yere kadar...
İşin suyu iyice çıktı. Kanalın önünde protestolar, fermanlar yakmalar, kavuklar giymeler falan... "Beğenmedik!" demeyi de beceremiyoruz bir türlü! Çarşamba gecesi dizi yayınlanırken biz Karşıt Görüşte Ali Rıza Demircan, Cahit Ülkü ve Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı'da sosyal hayat ve İslamiyet'i konuşuyorduk. Laf dönüp dolaşıp hareme geldi. Anladığım kadarıyla "harem"e ait bilgi o kadar az ki, kurguların devreye girmesi kaçınılmaz.
Ama Halaçoğlu'nun harem kurgusuna dair en önemli itirazını da not düşmekte fayda var: "Hiçbir cariye, hükümdarın karşısında raks etmez!" Sahi etmez mi?

Her şey unutulur,
'ucube' kalır BAŞBAKAN Erdoğan "ucube" kelimesini Mehmet Aksoy'un heykeli için kullanmış. Zaten hiçbirimiz inanmamıştık, oradaki gecekondu alanı için böyle bir tanımlama yapacağına... İyi oldu, açıklığa kavuştu... Başbakan'ın bırakın bir sanat yapıtına ucube demesini bir tarafa, açıklaması daha vahim. Amberin Zaman'ın yazdığına göre Erdoğan diyor ki: "O heykelin bulunduğu yerde Seyyid Hasan el Harakani Türbesi ve camisi ortaya çıkarıldı. Caminin kubbesi ile heykelin bulunduğu tepenin yüksekliği adeta eşit. Üzerine bir de 48 metrelik heykel var. Tarihi eseri gölgeleyecek bir inşaata izin veremezsiniz!" Şimdi ben bu açıklamanın neresinden tutayım? Bir heykele "inşaat" diyen zihniyetten mi başlasam...
Yoksa caminin kubbesini geçmeme kriteri üzerine mi kalem oynatsam...
Aslında hiçbiri içimden gelmiyor.
Canım fena halde sıkkın.
Ama Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın ne diyeceğini merak ediyorum doğrusu. Başbakan onu bayağı zor durumda bıraktı. Öncelikle ortalığı sözde toparlayan açıklamasını yalanladı, ardından heykelin yıkılması gerektiğinin altını kalınca çizdi. Oysa Günay, iki tarafı da memnun eden bir çıkış peşindeydi, "Kimsenin sanat eseri yıkılamaz!" demişti.
Peki bundan sonra ne olur?
1- Bakan Ertuğrul Günay, daha önce herkesin önünde Başbakan'dan azarı işiten Sağlık Bakanı'nın durumuna düşebilir.
Hatırlarsınız, Erdoğan "Aşı olmayacağım" diyerek Akdağ'ı yalanlamıştı... Günay da, Akdağ gibi yapılanı sineye çekebilir ve işine devam eder, seçimlerdeki yerini kuvvetlendirir.
2- Bakan Ertuğrul Günay oturur, düşünür ve der ki: "Ben bunu kaldıramam.
Bir heykele ucube diyen bir liderin kurmaylarından olamam, hele ki Kültür Bakanlığını hiç yürütemem." Sonra da istifa eder. Olur mu? Olmaz bence ama kim bilir? Ne acayip bir duruş, ne farklı bir tavır olurdu değil mi? Ezberler bozulurdu! * Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ne yaparsa yapsın, ne icraat gerçekleştirirse gerçekleştirsin üzerine yapışan, "Ben böyle sanatın içine tükürürüm" tanımlamasından kurtulamadı. Hâlâ onu öyle anıyoruz.
Kılıçdaroğlu ile söz düellosu bile tükürürüm lafından öne geçemedi.
Başbakan'ın ciddiye almadığı detay işte budur. Bu kadar yıl başbakanlık yapacaksın, iyi işler ortaya koyacaksın, eleştirilere rağmen olmadık özgürlükçü adımlar atacaksın, Davos çıkışıyla tüm dünyanın konuştuğu lider olacaksın, sonra "Heykele ucube dedi" diye hatırlanacaksın. Olacak şey mi? Ama olan budur. Üzerinden kaç yıl geçerse geçsin, Başbakan Erdoğan bir sanat eserine ucube diyen başbakan olarak anılacaktır. Yazık. Savunulacak tarafı yok! Üstelik belediye başkanlığı döneminde söylediği, "Ben çocuklarımı baleye göndermem!" cümlesi herkesin dilindeyken...
Muhteşem harem DÜN Beşiktaş Emniyeti'ndeydim.
Önemli isimlerle sohbet etme şansım oldu.
Bu aralar "Muhteşem Yüzyıl" dizisiyle uğraşıyorlar. Dizinin yayınlandığı gece televizyon kanalının önünde yapılan protestolardan içlerine fenalık gelmiş.
Nasıl gelmesin? Eleştiri de bir yere kadar...
İşin suyu iyice çıktı. Kanalın önünde protestolar, fermanlar yakmalar, kavuklar giymeler falan... "Beğenmedik!" demeyi de beceremiyoruz bir türlü! Çarşamba gecesi dizi yayınlanırken biz Karşıt Görüşte Ali Rıza Demircan, Cahit Ülkü ve Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı'da sosyal hayat ve İslamiyet'i konuşuyorduk. Laf dönüp dolaşıp hareme geldi. Anladığım kadarıyla "harem"e ait bilgi o kadar az ki, kurguların devreye girmesi kaçınılmaz.
Ama Halaçoğlu'nun harem kurgusuna dair en önemli itirazını da not düşmekte fayda var: "Hiçbir cariye, hükümdarın karşısında raks etmez!" Sahi etmez mi?