Sen beni güldürdün Allah da seni güldürsün Mustafa...
Kendine güveni varmış gibi yapan, kendini aydın ve diğer hemşerilerinden farklı gören bir lümpendir bu yeni yolcu…
ADNAN BERK OKAN
Yani Mustafa Karaalioğlu; sen beni güldürdün; Allah da seni güldürsün…
Dünkü (28.05.2014) Star’da “Bu mahalle baskısını yenmeden, bu zincirleri kırmadan gazetecilik olmaz” başlığı altında yayımlanan makaleni okurken (İlle de en sonunda) Aziz Nesin’in en çok sevdiğim ve güldüğüm öykülerinden birini hatırladım…
Kısaca hatırlatayım…
Aziz Nesin (Ya da öykücüsü) çok sıcak bir yaz günü Anadolu’nun çorak topraklarındaki kötü yollarında şehirlerarası otobüs yolculuğu yapmaktadır…
Ara kasabalardan birinden binen bir yolcu yanına oturur…
Kendine güveni varmış gibi yapan, kendini aydın ve diğer hemşerilerinden farklı gören bir lümpendir bu yeni yolcu…
Sürekli başkalarını aşağılar, kötüler, görgüsüzlüklerinden söz eder…
Bir süre sonra ayakkabılarını çıkarır…
Ve fakat…
Eş zamanlı olarak da otobüste ayakkabılarını çıkaran görgüsüzlerin, on gün ayağından çıkarmadığı kokuşmuş çoraplarıyla yolcuları nasıl da rahatsız ettiğini anlatmaya başlar bu defa da…
Sonunda ayaklarından birini kaldırır, öykücünün burnuna tutar..
“Ben de ayakkabılarımı çıkarırım ama bak ayaklarım mis gibi kokar” der…
Öykücü, burnuna yaklaşan ayağın kokusundan fenalık geçirir…
Kıssadan hisseye gelince…
Mustafa Karaalioğlu da dünkü gazetesinde aynen o “lümpen” yolcu misali…
Kendileri gibi olmayan muhalif medyayı eleştiriyor…
Hatta “Hürriyet, Cumhuriyet, Sözcü, Yurt, Aydınlık, paralel, meridyen” vs diyerek kimilerinin adlarını da veriyor…
“Paralel ile meridyen” büyük ihtimalle “Zaman ve Bugün”…
Neyse…
“Yamuk” demiyor meselâ...
Çünkü ”Yamuk” denildiğinde kendisinin de yönetip yazdığı gazete başta olmak üzere kayıtsız şartsız iktidar destekçisi medyanın anlaşıldığını biliyor…
Beni en çok güldüren ise şu yazdıkları oldu:
“Meslektaşlarının hatta patronlarının telefonları kanunsuz dinleniyor bir tane itiraz sesi çıkmıyor. Çıkmıyor çünkü mahalle baskısının yaydığı korku bütün kalemleri aynı esaret rüzgarıyla kuşatıyor.”
Oysa…
Adını andığı gazetelerdeki yazarların birçoğunun görüşlerine katılmasam da haklarını teslim etmeliyim ki en çok da “yasadışı telefon dinlemelerinden” rahatsızlar…
Hatta “tesadüf” mü yoksa Ertuğrul, Mustafa’nın bu absürt suçlamasına cevaben mi yazmış bilemem; kendisi üzerinde kurulan “yasa dışı telefon dinleme tahakkümü”nü müthiş güzel eleştiriyor…
Bu kadar değil Mustafa’nın makalesindeki Aziz Nesinlik…
Meselâ şöyle diyor:
“Fikir jandarmaları köşe başlarını tutmuş, bırakın bir itirazı dile getirmeyi, başını öne eğecek olanın kafasına bile sopayı indiriyor. Ses çıkarmak mümkün değil.”
Bu cümleyi okuduğunuzda kime ait olduğunu bilmeseniz; “Hasan Cemal bu tespitlerinde haklı” falan dersiniz…
Neden mi?..
Çünkü bu minvalde itirazları en çok yapanların başında Hasan Cemal geliyor da ondan…
Oysa bu durum tespitini yapan kişi, Başbakan’la yaptığı telefon konuşması üzerine iki köşe yazarını kovan medya yöneticisi…
Başbakanı övmeyen ve fakat muhalefet partilerini tenkit etmeyenleri kapıya koyan genel yayın yönetmeni…
Bu kadarla da kalmıyor…
Bakın neler yazıyor:
“Oysa, gazetecilik demek özgürlük demektir, gazetecilik demek vicdan demektir, gazetecilik demek biraz olsun farklılık demektir. Gazetecilik önce ve mutlaka demokratlık demektir.”
Vallahi, billahi, tallahi, iki gözüm önüme aksın ki bu cümleyi de Mustafa’nın mezkûr yazısından aldım…
Bilmeyen birinin “Cengiz Çandar yine döktürmüş” diyeceği kadar mükemmel bir durum tespiti…
Durun durun bitmedi…
Hele bir okuyun…
“….. hepsi birden (Muhalif yazarlar) artık biraz olsun özgürleşmeli, zincirleri kırmalıdır. Kalem sahipleri hiç olmazsa utangaç, ürkek bir itiraz cümlesi yazabilmelidir. Zihinlerinden, “Bu kadarı da olmaz” diye geçiyorsa korkusuzca dile getirebilmelidir. Ki biz de yapılan işe “gazetecilik” diyebilelim. Gazeteciye korku yakışmaz, mahalle baskısı yaraşmaz. Biraz ahlak, biraz cesaret... İnanın, meslek bu kadarına “müstahak” değildir.”
Ne dersiniz?..
Kara mizah gibi…
Ya da az önce anlattığım Aziz Nesin öyküsü gibi…
“Gazeteciye korku yakışmaz”mış…
El hak doğru…
Doğru ama…
Mustafa’nın Başbakan’dan nasıl da korktuğunu, ondan aldığı emirler doğrultusunda kimi köşe yazarlarını kovduğunu telefon konuşmalarından cümle alem öğrendi…
Yani…
“Pek kahraman(!) Mustafa”nın Başbakan’dan korkup da hangi yazarlarını kovmak zorunda kaldığını bilmeyen yok…
“Biraz ahlâk”mış…
İyi ama Mustafa; telefonda bir kamu bankası genel müdürüne “gönder bilmem kaç milyon lira da maaşları ödeyeyim” diye çınlayan sesini kulaklarımdan nasıl sileceğim?..
Hâsılı…
Sen beni güldürdün..
Allah da seni güldürsün…
Hiç olmazsa mizah yazarı olarak oldukça iyi olduğunu da göstermiş oldun böylece…
Bundan sonra gülmek istediğim zaman yazılarına göz atmam yetecek Mustafa…
adnanberkokan@gmail.com