Sedat Ergin gazeteci olamaz çünkü...
“Arman’ın istediklerini değil, kendi gerçeklerini anlatmış…” Şu tırnak içine aldığım tek cümle bile Sedat Ergin’in Milliyet Genel Yayın Yönetmenliğinde neden başaramadığının karinesidir…
ADNAN BERK OKAN
- Sedat Ergin, Ayşe
Arman’ın oltasına
takılmış…
Kaçamamış da ama “Arman’ın
istediklerini değil, kendi gerçeklerini anlatmış…”
Şu tırnak içine aldığım tek cümle
bile Sedat Ergin’in Milliyet Genel Yayın Yönetmenliğinde neden
başaramadığının karinesidir…
Ama açmak gerekir…
Ve ben bütün bir söyleşiyi
aktarmadan, Ergin'in Milliyet'te neden başaramadığının analizini
yapacağım...
Sedat Ergin
Milliyet’te başaramazdı
çünkü…
Sebep Bir…
Türk gazete okurunu hiç
tanımamış...
İlle de Milliyet
okurunu…
Milliyet
okuru, Türk okurları içinde “en tutucu” olan okur
kitlesidir…
Kökten laikçidir…
Demokrasinin değil cumhuriyetin
korunması ile ilgilidir…
Cumhuriyet,
Milliyet okuru için yeterlidir
çünkü demokraside köylüler, taşralılar, varoş
sakinleri veya küçük esnaf ve
işçiler de başbakan, cumhurbaşkanı, bakan
olabilmektedir…
Oysa cumhuriyette sadece elitler
ülkeyi yönetebilir…
Çünkü ülkeyi yönetebilmek için
cumhuriyetin değerlerini (düşünce ve inanç özgürlüğü olmayabilir)
korumak önemlidir…
Peki Sedat Ergin Milliyet’i
yönetirken ne yaptı?..
Kendi ağzından
öğrenelim:
Mesela AKP’nin kapatılmasına
gazete olarak karşı çıktık. Kapatılması, Türk demokrasisini şakadan
bir demokrasi haline getirirdi. Bunu yaparken, bazı okurlarımızı
kızdırdık. Küstüler ve Milliyet almaz oldular. Yapısal nedenler yok
muydu? O da vardı. Milliyet geleneğini yaşatma sorumluluğuyla,
yenileşme ihtiyacı arasında, daha etkili bir denge kurabilmek
gerekiyor. Ama bazen, her şey bir arada olamıyor.
Neymiş?..
Bazı okurları
kızdırmışmış…
Ne kızdırması?...
İyi ki gazeteyi başına
geçirmemişler…
Hasan Pulur,
Melih Aşık başta olmak üzere haftada bir
gün bile olsa yazan öyleleri var ki; Ak Parti’yi
kapatmak bir yana oy verenlerin bile hapse tıkılmalarını isteyecek
kadar demokrasi özürlüdürler…
Sebep iki:
Ergin, "önce
insan" diyenlerden olduğu için
Türkiye'de "Önce gazeteci"
olunacağını bilemeyenlerden…
Türk medyasında "Önce
gazeteci, sonra insan" ilkesinin öncülerinden
Fatih Altaylı geçen gün şöyle diyordu:
“Gazetecinin dostu olmaz, onun
için de benim dostum olmaz…”
Peki Sedat Ergin, Altaylı gibi
yapabilir mi?..
Asla…
Çünkü “insan” olmayı “adam” olmaya
tercih eden bir yapı Türk medyasında “başarılı”
olamaz…
Ayşe Arman’ın “İnsancıl yapınızı,
gazetecilikte avantaj mı dezavantaj mı olarak değerlendiriyorsunuz?
Mesela, dengeleri çok gözetmiş olabilir misiniz, onu kırmamak, bunu
kırmamak vs...” sorusunu bakın nasıl cevaplandırıyor:
- Evet, öyle oldu. Bir şey iyi
gitmiyorsa, çarkın o dişlisini değiştirmeniz gerekir. Verimli
olmayan bir çalışanınızla, aslında el sıkışmanız lazım. Ama işine
son verirseniz, o kişinin yaşayacağı mağduriyeti, sıkıntıları,
örneğin çocuğunu okula nasıl göndereceğini falan düşünmeye
başladığınızda, empati kabiliyetiniz, sizin için bir dezavantaja
dönüşüyor. Bana da öyle oldu. Yöneticilikte bazen gözünüzü
kırpmadan zor kararlar almanız gerekiyor. Ben çok sert bir yönetici
olamadım.
Sebep
dört:
Ergin, Alıngan…
Duygusal…
Barışmayı bilmiyor…
Ben söylemiyorum bunu kendisi
itiraf ediyor…
Bakın…
Ayşe Arman
soruyor: “Küsen bir yapınız varmış, doğru
mu?”
El cevap…
- Evet. Ama size kaba davranan,
saygısızlık yapan ya da kötülük eden birine, hiçbir şey olmamış
gibi mi davranacaksınız? Ama bir genel yayın yönetmeni belki daha
esnek olabilmeli. Ama ben olamadım.
Yahu Ergin, amma
da safmışsın…
Ahmet
Hakan’a bak…
Hıncal
Uluç’u örnek al…
Birbirlerine ana-avrat
sövmedikleri kaldı ama şu an ülke medyasının “en sağlam”(!) iki
dostu(!) onlar…
Sebep beş:
Sevgili Ergin; Kapitalist felsefenin
temeli olan “risk almak” kuralını bilmeyenlerin oyun dışı
kalacaklarını nasıl olur da bilemezsin?..
Arman, “Risk
alabilen bir yönetici misiniz?” diye
sorduğunda; “Değilim, risk almayı çok sevmiyorum” diye yanıtlıyor
Ergin…
Sebep altı:
Fazla mütevazı…
Mütevazı insan kendini
pazarlayamaz…
Pazarlayamayınca da evliya olsa
“dinsiz” diye ateşte yakılır…
Ayşe Arman
soruyor: “Sizin gazeteciliğiniz, insanlara ‘bir
gömlek büyük’ gelmiş olabilir mi?”
- Buna "evet" demek, kendimi
lüzumsuz bir şekilde yüceltmek olur.
İşte bu olmadı sevgili
Ergin…
Çevrene baksana…
“Tanrı
Gazeteciler”le dolu…
Sen, “Tanrı Gazeteci” olamadığın
için kaybettin…
Arman’ın sorusuna “Evet”
diyeceksin…
“Bu memlekette
benden başka gazeteci yok!” diye iddialı
konuşacaksın…
“Matbaayı
bile ilk olarak ben icad ettim” diye babalanacaksın…
Ama sen gerçekleri bile kendine
övgü olabilir diye saklıyorsun…
Sebep
yedi…
Arman, “Siz mi daha
komplekssizsiniz Özkök mü?” diye sorduğunda Ergin; “Bu konuda
onunla yarışamam!” diyor…
Oldu mu?..
Elbette olmadı…
Yüzündeki ıslaklıklar hangi
ağızdan gelirse gelsin ellerini havaya açıp şükretmesini
bileceksin…
“Ertuğrul da
böyle yapardı” demek
istemiyorum…
Yapmaz da ama komplekssiz olmanın
en önemli ilkelerinden(!) biri bunu yapabilmektir…
Sebep
sekiz…
Ayşe arman soruyor:
“Milliyet’te iki yıl boyunca yazarların
değil de, muhabirlerin maaşına zam yaptığınız doğru
mu?”
Ergin’in cevabına bakar
mısınız?..
- Evet. Yazarlarla muhabirlerin
arasındaki makas çok açılmıştı. Muhabirlerin durumunu
iyileştirebilmek için kaynak gerekiyordu. Ben de iki yıl süreyle
köşe yazarlarının büyük bir bölümüne zam yapmadım. Muhabirin maaşı
1’se, yazarın maaşı bundan katbekat fazla. Muhabire diyelim yüzde 7
zam yapınca, dışarıda bir yemek parası kadar artıyor, yazarınki ise
neredeyse muhabirin maaşı kadar. Kırptık arkadaşların
maaşını...
Yahuuuu…
Sen, hem Beyaz, hem katışıksız
Türk, hem kökten laikçi ve hem de kökten cumhuriyetçilerin yazar
olduğu, okurlarının da kendilerini öyle zannettiği bir gazetede
bunu nasıl yaparsın?..
O vatandaşların kitaplarında;
“insaf, adalet, eşitlik” olamayacağını nasıl
göremezsin...
O zaman “dön köşene Sedat
Ergin!”…
Sebep dokuz…
Hele bu soruya verdiği cevap aklı
alır gibi değil…
Arman, “Sık sık sevgili
değiştirmeyi tercih etmez miydiniz?” diye sorunca belli ki rengi
kaçmış ama yine de gülebilmiş ve: “Bu soruyu ne sen sormuş ol, ne
de ben duymuş olayım!” demiş…
Aaaahhh ahhh!...
“Her gece
beş” diyeceksin…
Sevgililerinin adlarını ve telefon
numaralarını karıştırmamak için resimli telefon rehberi
yaptırdığını söyleyeceksin…
En çok da, sevgililerini mutfak
tezgâhında becermeyi sevdiğini anlatacaksın…
"Bir elimde hafif
soğutulmuş kırmızı şarap, ağzımda boğa pipisi gibi puro ve ben
sevgilimi oracıkta….” Falan diye
başlayacaksın…
Bunları yapamadığın gibi bir de Bu
soruyu ne sen sormuş ol, ne de ben duymuş olayım!”
diyorsun…
Bu medyada sen “nah!” başarılı
olursun kardeş…
Sebep
on…
Ayşe Arman
haliyle uzmanı olduğu konuda devam
ediyor:
“Cinsellik haberlerine, güzel
kadınlara, sansasyonel işlere kafadan karşı mısınız?”
Ergin’in şu cevabına bakar mısınız
Allah aşkınıza…
Cinsellik haberlerinin yeri gazete
değil. Merak edenler Penthouse, Playboy alsın. Bizim, her gün
birinci sayfa ya da arka sayfa güzeli arayışımız olmadı. Böyle
kurallarımız da olmadı. Cafe Eki’nin anonsunu koyarken, genç ve
modern bir kadın görüntüsü vermeye dikkat ettik, ama kontrollü bir
şekilde. Sansasyona ise toptan karşıyım.
Eh yani…
Yahu ne işin var Türk
medyasında?..
Sen git Le Monde’u falan
yönet…
Bizde her gazete cinsellikle tiraj
alır…
Örneğin Posta…
Örneğin Sözcü…
Çıkar at Haydar
Dümen’i…
Çıkar at çıplak kadın resimlerini
bak gör bakalım Posta kaç satacak?..
Sözcü’den arka sayfa ve ikinci sayfa
kadın görüntülerini at bakalım 20 bin satabilecek
mi?..
Hürriyet, Sabah,
Vatan, Haberturk’ü neden örnek
almadın?..
Zaten az sonra da insanların özel
hayatlarıyla ilgilenmediğini söylüyorsun…
“Can
Dündar’ın görüntülerini basmazdım” diyorsun…
Magazin ekleri bile, senin
garibine gidermiş…
En sonunda “İstanbul beni
de biraz bozdu” diyorsun ama “biraz”
yetmez kardeş…
Çok
bozulmalıydın çoookkkk…