Sedat Ergin 'Balyoz davasında basın başını devekuşu gibi kuma gömdü'
"Balyoz davasında basın devekuşu gibi başını kuma gömdü ama siz isterseniz bu gerçekle yüzleşmeyip Hürriyet gazetesini yirmi yıl önceki manşetlerinden dolayı eleştirmeye devam edebilirsiniz."
Sedat Ergin, Türkiye’deki gazete okurları için tanıtılmaya ihtiyaç duyulmayan gazetecilerden. Mesleğe 1975 yılında İstanbul’da başladı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumak üzere geldiği Ankara’da 1976 yılından itibaren Türk Ajansı’nda muhabirlik yapan Ergin, 1987 yılında Hürriyet’e geçerek, gazetenin Washington muhabirliğini üstlendi. 6 yıla yakın bir süre bu görevi yürüttükten sonra 1993’te Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği görevine getirildi. 2005- 2009 tarihleri arasında Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni olan Ergin 2009 sonbaharında Hürriyet’e köşe yazarı olarak dönüş yaptı.
Üniversitede iken diplomat olmak isteyen Ergin, titiz muhabirliğinin getirdiği bilgi ve analiz derinliği ile diplomatların da referans olarak göstertiği bir saygınlığa sahip. Araştırmacı muhabirliği hiç bırakmaması ona çok sayıda ödül kazandırdı; bunlardan biri de Balyoz yazıları nedeniyle 2010’da Türk Gazeteciler Cemiyeti’nde aldığı araştırma ödülü. Ayrıntılarını röportajın başında bulacağınız Balyoz’la ilgili göstermiş olduğu gazetecilik performansı; röportajın neden onunla yapıldığını zaten açıklıyor.
Ergin, Radikal'den Barçın Yinanç'a verdiği röportajında Balyoz davası ile bu kadar ilgileniyor olmasının gerekçelerini anlatırken şöyle diyor: "2010 ağustos ayı benim için de bir iç hesaplaşmaya konu oldu. Yaptığım incelemeler sonucunda vicdanım bana ciddi bir mağduriyetin olduğunu söylüyordu. 2010 konjonktüründe, o dönemin koşulları altında bunun belli riskleri de vardı. Çünkü bu çelişkilere işaret ettiğiniz zaman hemen darbeci, askerci olmakla yaftalamıyordunuz. Ama gazeteci olarak yapmanız gereken vicdanınızın sesini dinlemek. Vicdanınız sonunda sizi yanlış bir yere götürmüyor."Bununla da yetinmiyor Sedat Ergin. Medyanın Balyoz davasnda oynadığı rolün yeniden tartışıldığı şu günlerde çarpıcı bir dizi de yorum yapıyor. İşte Barçın Yinanç'ın sorularına verdiği çarpıcı yanıtlar:
Tüm bu kademelerin dışında; basın ayağı var; kamuoyu, sivil toplum ayağı var; bu kademelerde iyi bir sınav verilmedi herhalde?
Basının iyi bir sınav verdiği söylenemez. Özellikle hükümete yakın medya kuruluşları Balyoz dosyasındaki gerçekleri ancak cemaatle hükümet arasında 2014 Aralık ayında patlak veren kavgadan sonra keşfettiler. Zararın neresinden dönülse kardır ama dört yıllık bir gecikme de kolay izahı olan bir gecikme değil.
Bugün Mehmat Baransu ve Ahmet Altan gazetecilik yaptıklarını savunuyorlar.
Gazete ve isim tartışmasına girmek istemiyorum. Bence bütün bu süreçte gazeteciliğin çok temel bir takım gerekleri yerine getirilmedi. Balyoz dosyasındaki çelişkiler, sahtecilikler ortaya çıkmaya başlayınca –istisnalarla birlikte- basının önemli bir kesimi başını deve kuşu gibi kuma gömdü. Vicdanlı, hakkaniyetli bir duruş bunların üzerine gitmeyi gerektirirdi. Gazeteciliğin görev tanımı bunu gerektirirdi. Ne yazık ki, Balyoz’la ilgili tartışmayı yürüten, kamuoyunu yönlendiren gazeteciler ve kanaat önderlerinin, aydınların çoğunluğu Balyozla ilgili temel dokümanları okumuş bile değillerdi. Özellikle kendilerini liberal olarak konumlandıran aydınların ordu ile ilgili peşin hükümleri Balyoz iddianamesindeki sahteciliklerin önüne geçti. Son tahlilde bir ülkenin kanaat önderlerinin önemli bir bölümünün beş yıl süreyle sahte belgeler üzerinden yanlış, haksız bir tutum aldıkları, toplumu yanlış yönlendirdikleri ortada. Bu durumda pek çok insanın toplum karşısında ciddi bir özeleştiri yapma yükümlülükleri var. Bir ülkenin gazetecilerinin, aydınlarının önemli bir bölümünün bu kadar uzun bir süre böyle kritik bir dosya üzerinden andıçlanabilmiş olması o ülke için bir talihsizliktir. O ülke bizim ülkemiz. Ama siz isterseniz bu gerçekle yüzleşmeyip Hürriyet gazetesini yirmi yıl önceki manşetlerinden dolayı eleştirmeye devam edebilirsiniz.