Saral: 'Sevişme sahnesi olursa yine hakkını veririm'
Aşk-ı Memnu'nun olay yaratan sevişme sahnesini çeken genç yönetmeni Hilal Saral, sette yaşananları anlattı.
Aşk-ı Memnu'nun olay yaratan sevişme sahnesini çeken
genç yönetmeni Hilal Saral, sette yaşananları anlattı.
Öpüşmek mi öpüşmemek mi? Sevişmek mi sevişmemek mi? Arada yastık
var mıydı yok muydu? Artık Bihter’le Behlül el ele gezip,
yıldızların altında yanak yanağa mı oturacak? Bunlar, haftalardır
yurdum insanının kafasını kurcalayan en önemli sorular. Reytingleri
altüst eden “Aşk-ı Memnu” dizisi belki de bugüne kadar en çok
tartışılan, ancak aynı zamanda da en çok seyredilen diziler
arasında yer alıyor. Halid Ziya Uşaklıgil’in bu önemli eserini
Halit Refiğ’den sonra ekrana yansıtan genç yönetmen ise Hilal
Saral. 40’lı yaşların başında, altı yıldır evli.
21 yıldır bu işin içinde. İşini ise hobisi haline getirmiş durumda.
“Benim için ‘Kafayı film çekmeye takmış biri’ diyebilirsiniz. Adım
bile bir film karakterinin adı. Ben çalışırken dinleniyorum,
çalışırken eğleniyorum” diyor gülerek. İşini
çok ciddiye aldığını anlatırken bütün bu tartışmalara anlam
veremediğini de ekliyor sözlerine...
Daha önce de pek çok önemli diziyi yönetmiş olan genç yönetmen
Hilal Saral ile geçtiğimiz günlerde
bir araya geldik. Elbette kendisiyle sadece bu “yastık-yorgan”
meselesini değil, sette ne kadar eğlendiklerini, yeni projelerini,
hayata bakış açısını, ne yiyip içtiğini, nerelerde gezdiğini de
konuştuk. Fotoğraf çekimi içinse Riva yakınlarındaki Hüseyinli
Köyü’nde kurdukları sette bir araya geldik. Çalışma arkadaşları
Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ ile objektifimize poz vermeden önce
aralarına o sırada bir köy evinden ödünç aldığımız koca desenli
yastığı koymayı da ihmal etmedi...
Kim koymuş adınızı?
Annem. Annem çok iyi bir sinema izleyicisi. Sinemaya hayran.
Eskiden küçük kardeşimi uyuturdu ve biz birlikte sinemaya giderdik.
Türk sinemasıyla ilgili annemin bilmediği şey yoktur. Oyuncuların
doğum tarihlerine kadar her şeyi bilir. Hamileyken Türkan Şoray’ın
bir filmini izlemiş ve o karakteri çok beğendiği için de bana
vermiş bu adı. Türkan Şoray’ın adıymış Hilal. Küçük yaşlardan beri
eve gelen insanlara “Şuraya otur, buraya otur” derdim.
“Hayatımın iki dönüm noktasında iki Behlül var”
Küçüklükten beri meraklıydınız yani yönetmeye...
Evet. İçimden gelen bir şey bu. Lise yıllarında ailemden gizli bir
şekilde bir fotoğrafçıda çalışmıştım. Çünkü ailem o yaşta çalışmamı
istemiyordu. Ancak ben bir fotoğrafın nasıl çekildiğini anlamak
için orada gizli gizli çalışmaya başladım. Her sabah arkadaşıma
gidiyorum diyerek evden çıkıyordum. Yaz tatiliydi. Yaklaşık iki ay
çalıştım orada. Stüdyoda fotoğraf çeken kişiye “Şuradan çek,
buradan çek” ya da “Fan çalıştır, rüzgar gelsin” derdim.
“Sen karışma” diyen olmadı mı hiç?
Hayır. Aksine hoşlarına gitti ve “Gel beraber çalışalım” demeye
başladılar. İçgüdüsel bir şey bu. Bir şekilde bu camiaya
girdim.
Ne şekilde?
Yönetmen Behlül Dal ile çalışmaya başladım. Çok önemli bir isim.
Altın Portakal Festivali’nin fikir babası. Behlül Dal’ın eşi
babamın akrabasıydı. Onları bir gün ziyaret ettiğimizde tanıştık.
Böylece bu camiaya girmiş oldum.
Hayatınızdaki dönüm noktalarını hep “Behlül’lere” borçlusunuz
galiba...
Evet. Hayatımdaki “İki Behlül” bunlar. Behlül Dal’ın çok uzun
yıllar asistanlığını yaptım. Gerçekten ondan çok şey öğrendim.
Benim en iyi okulum orası oldu aslında. Çok titizdi, çok
detaycıydı. Bütün bu özellikler bende de var. Pek çok değerli
yönetmenle çalıştım bugüne kadar. Ertem Göreç, Yılmaz Atadeniz,
rahmetli Oksal Pekmezoğlu... Onlardan çok şey öğrendim. Dizi
yönetmenliğine de 1998’de “Aynalı Tahir” dizisiyle başladım. 3,5
yıl onu çektim. Daha sonra “Karagümrük Yanıyor”, “Elveda Derken”
gibi dizileri yönettim. Şimdi de “Aşk-ı Memnu”. İstediğim duruma
ise şu an gelebildiğimi söyleyebilirim.
“Babamı kaybettiğim gün yönetmenlik teklifi geldi”
“Aşk-ı Memnu”yu çekmeniz nasıl oldu?
“Elveda Derken”i çekerken yapım şirketinin teklifiyle bu dizinin
yönetmenliğini yapmaya başladım. Bu küçüklüğümden de bildiğim bir
diziydi. Yani bu konuda bir fikrim vardı. Kitabı da okumuştum.
Halid Ziya Uşaklıgil’in çok değerli bir romanı. Çok heyecanlandım.
Bu diziyi gerçekten ben çekmeliydim. “Aşk-ı Memnu” dizisinin benim
için çok ayrı bir anlamı daha var. Bana teklif geldiği gün babamı
kaybetmiştim. İnsanın hayatında kötü bir şey olduğunda aynı zamanda
iyi bir şey de olurmuş ya... Babamın bügünleri görmesini çok
isterdim...
Başarınızın sırrı nedir? Bu dizinin bu kadar tutmasının nedeni ne
sizce?
“Aşk-ı Memnu” çok önemli ve klasikleşmiş bir eser. Senaristlerimiz
bu eseri günümüz dinamiklerine başarılı bir şekilde uyarlıyorlar.
Pratik ve zekice yazıyorlar. Senaryo çok önemli. Senaryo iyi
olmazsa ne yaparsanız yapın çabanız boşa gider. Ayrıca
oyuncularımız canlandırdıkları karakterleri çok iyi özümsediler ve
katılımcılar. Ben de bu değerli unsurları bir potada eritip, kendi
yaratıcı katkımı da koyup, bir ürün ortaya çıkardım. Tabii ki
profesyonel bir anlayışa sahip bir yapım şirketiyle çalışmak da
ortaya çıkan ürünün kalitesinde çok önemli bir unsur.
“Aşk-ı Memnu”nun daha önce çekilmiş olması işinizi kolaylaştırdı
mı?
Büyük üstat Halit Refiğ bu diziyi çok sevdirmişti. Bu roman da
dizisi çekildikten sonra çok daha fazla insana ulaştı. Burada büyük
üstadı unutmamak lazım. Bu benim için büyük bir sorumluluktu.
Karşılaştırılacağını biliyordum. Yapıldı da. Acımasız eleştiriler
de yapıldı. Ama bunun altından kalkacağıma ve sorumluluğumu yerine
getirebileceğime çok inandım. Çok heyecanlandım ve insanlar da
diziyi sevdi.
Senaryoya müdahale eder misiniz?
Gerekirse müdahale edilir ama bu dizide müdahale etmem gerekmiyor
çünkü senaristlerimiz çok güzel yazıyor. Düşünerek yazdıkları için
bana sadece diziyi çekmek kalıyor. Şu ana kadar çektiğim en iyi
senaryo.
İyi yönetmen ne demek?
Bir yönetmen öncelikle bir hikaye anlatıcıdır. Ben de kendimi bir
masal anlatıyor gibi hissediyorum. Bir “Masalcı abla” gibi
görüyorum kendimi. İyi bir yönetmen hikayeye kendi yorumunu, bakış
açısını katabilmeli ve bunu aktarırken insanlara kendini de
dinletebilmeli. Ayrıca set ortamında farklı unsurlara hakim olmalı
ve dinamizmini kaybetmemeli. En önemlisi birleştirici olmalı.
Beğendiğiniz, örnek aldığınız yönetmenler var mı?
Ertem Eğilmez’in sıcaklığı, Halit Refiğ’in duyguyu çok iyi
yansıtması, Tarantino’nun bakış açısı... Francis Ford Coppola’yla
ilgili ise ne diyeceğimi bilemiyorum. Ona hayranım.
“Bazı durumlarda kıyafetlere müdahale ediyorum”
Kıyafetlere müdahale ediyor musunuz?
Tabii. Renk ve modellerle ilgili bir sorun olursa müdahale
ediyorum. Özel sahnelerde hangi giysilerin daha etkili olacağını
mutlaka konuşuyoruz.
Dizilerin genel olarak kalitesini nasıl buluyorsunuz?
Bir iyiye gidiş var. Rekabet aynı zamanda çıtanın yükselmesini de
sağlıyor. Ama
90 dakika dayatması yükselen çıtanın önüne
set çekmiyor da değil. Kötü bir şey yaptığınızda zaten insanlar
seyretmiyor. Çok kötü işler de var tabii. Bazen bunlara nasıl start
veriliyor diye hayret ediyorum. Tabii ki çok iyi diziler de var.
Bir projenin büyüsü olmalı. Bu büyü seyirciye geçtiği zaman o iş
tutuyor. İyi oyuncular, iyi yönetmen, iyi senaryo ve iyi bir yapım
şirketiyle dizi yerini buluyor.
“Kadın gibi olmayı seviyorum; en azından ruj sürmek gerek”
İş dışında neler yaparsınız?
Çok az boş vaktim var. İşimi çok seviyorum ve aslında işimi
yaparken dinleniyorum, eğleniyorum. O kadar renkli ve zevkli bir iş
ki... Dolayısıyla farklı bir şey yapmaya ihtiyaç da duymuyorum. Ama
yürüyüş yapmayı, kitap okumayı severim. Sinemaya da vakit buldukça
gidiyorum.
En son hangi filme gittiniz?
“Güneşi Gördüm”. Duygusu iyiydi. Levent Semerci’nin vizyona girecek
olan “Nefes” adlı filmini çok merak ediyorum. Çok iyi bir film
olduğunu hissediyorum. Fragmanları çok hoşuma gitti.
Modayla aranız nasıl?
Spor-klasik giyinmeyi seviyorum. İstinye Park’a çok giderim. Beyaz
ve mor vazgeçilmez renklerim. Polo, Yargıcı gibi markaları
beğenirim. Ama marka düşkünü de değilim. Fazla kilolardan
hoşlanmıyorum. Dolayısıyla kendime dikkat ediyorum. Set ortamında
rahat giysileri tercih etmeye çalışıyorum ama kadın gibi olmaya da
dikkat ediyorum. Bir kadının nerede çalışırsa çalışsın biraz dişi
olması, en azından bir rujunu sürmesi gerektiğini düşünüyorum.
Asistan arkadaşlarıma da zaman zaman “Makyajlı olun, erkek gibi
dolaşmayın” dediğim oluyor.
“O?ünlü sahne üzerinde günlerce düşündüm”
Şu “araya yastık koyma meselesi” çok büyüdü.
Böyle bir durum söz konusu değil. Beren ile Kıvanç’ın rol aldığı
sahnede arada yastık yoktu. Sahneyi çekerken
ben iki partnerin birbirine güvenmesini isterim. Güvenmeleri
gerekir. Ben oyuncular arasındaki güvene çok önem veriyorum.
Dizinin sezon finalinde bir yastık meselesi söz konusu olmadı.
Beren Saat yanlış mı anlaşıldı?
Evet. Beren’in lafları yanlış anlaşıldı. İnsanlar da kendi
çaplarında çok eğlendi. Herkes bir tarafından çekti bu lafı. Beren
o sahneyle ilgili konuşmamıştı. Genel olarak “Bu tür uygulamalar da
yapılabiliyor” demek istedi. Bu durumun bizim sahnemizle ilgisi
olduğu anlaşıldı. Oysa böyle bir şey yok.
Beren’in bu açıklamasına çok üzüldüğünüz söylendi...
Hayır. “Çok üzüldüm” diye bir şey söylemedim. Çünkü Beren’in bu
sahneyle ilgili böyle bir şey söylemediğini biliyorum. Bu çok
düşünülmüş, üzerinde çalışılmış bir sahneydi. Günlerce üzerinde
çalıştım. Önemsediğim ve özenerek hazırlandığım bir sahneydi.
Dizinin dönüm noktalarından biriydi. Bu sahneden önceki öpüşme
sahnesinde de aynı sancı ve sıkıntı oldu. Çünkü bu, herhangi bir
çiftin öpüşmesi ya da sevişmesi değil. Bu, bir yasak aşk. Bu
nedenle insanları çok ilgilendiriyor ve çok hassas.
RTÜK’ün uyarıları üzerine sevişme ve öpüşme sahnelerinde “ince ayar
yapıldığı” söyleniyor. Yani artık Bihter ile Behlül el ele
gezecekmiş, Behlül Bihter’in yanağına ufak buseler
konduracakmış.
Yok böyle bir şey. Sahne neyi gerektiriyorsa onu çekiyorum, yapmaya
da devam edeceğim. Her dakika böyle bir çekim yapamazsınız zaten.
Yaparsanız diğer sahnelerin değeri kalmaz. Sevişme sahnesi
gerekirse bunun yine hakkını vereceğimden kimsenin şüphesi
olmasın.
“Hülya Avşar ile çalışmak isterim”
Bir diziyi çekici kılmak için ne gerekiyor? Ne olması gerekir? Aşk
mı, şiddet mi, aile mi? Yani bu işin tuzu biberi ne?
Bir dizide mutlaka merak olmalı. Seyirciyi hep merakta bırakmak
gerekiyor. Bir sonraki haftaya taşımak gerekiyor. “Aşk şart” diye
bir şey yok. Kuru bir aşk hikayesi de tutmaz. Mutlaka bunun
etrafının beslenmesi gerek. Oyuncular önemli ama özellikle konu çok
iyi olmalı. Hikaye seyirciyi bağlamalı. Ben hiçbir projemde bu
kadar “Haftaya ne olacak?” diye sorulduğunu görmedim. “Bihter
kapıyı açacak mı?” ve “Sonu ne olacak?” gibi sorulara çok sık
rastlıyorum. Oysa bu bir roman. Sonu da belli.
Romanın sonunda ayrılık olsa bile seyirci genelde kavuşmalarını
istiyor galiba...
Evet, kavuşsunlar isteniyor hep. Bir önceki işimde (“Elveda
Derken”) de çok zor olmasına rağmen seyirci istiyor diye
karakterleri kavuşturdum.
Beğendiğiniz diziler var mı?
Mesela “Hanımın Çiftliği” son derece başarılı bir iş. Hikaye insanı
bağlıyor. “Ezel”i de beğeniyorum.
“Aşk-ı Memnu”dan sonra sırada ne var?
Dizi olarak bir dönem işi çekmek istiyorum. Cumhuriyet’in ilk
yıllarını işlemek istiyorum, bir-iki yıl içinde tamamlamayı
planıyorum. Bir de şu sıralar üzerinde çalıştığım bir sinema filmi
var. Daha tamamlanmadığı için bir şey söylemek istemiyorum.
Hayalinizdeki oyuncular kim? Mesela kimlerle birlikte çalışmak
isterdiniz?
Hülya Avşar’la çalışmak isterim.
Kıvanç espritüel, Beren disiplinli
Oyuncularla aranız nasıl?
Hepsiyle çok iyi anlaşıyorum. Mesela Selçuk (Yöntem) beyle çok
keyifli sohbetlerimiz oluyor. Kıvanç (Tatlıtuğ) beni çok güldürür,
çok espritüeldir. Her sahne sonrasında mutlaka gözlerime bakar ve
onay alır. Kıvanç, hep çalışmak istediğim biri. Beren’le (Saat) çok
güzel sohbetlerimiz olur. Çok disiplinli. Çalışması çok rahat bir
oyuncu. Selçuk Yöntem’le çok dertleşiriz, çok güleriz, Zerrin
(Tekindor) hanım da çok hoş sohbettir. Nebahat (Çehre) hanım ise
çok özel bir kadın. Çok yapıcıdır, çok hoştur. Bazen çalışmadığımız
günlerde de buluşuruz.
Sette eğleniyor musunuz?
Çok eğleniyoruz. Selçuk Yöntem son derece iyi bir Adnan oldu.
Oyuncuların katılımı çok yüksek. Ekip kendi arasında çok eğlenmezse
yapılan iş insanlara çok iyi yansımıyor zaten. Bir iş tutuyorsa bu
ekibin kendi arasındaki uyumdan kaynaklanıyor. Mesela Beren’le
Selçuk bey çok iyi anlaşıyorlar. Aslında herkes birbiriyle çok iyi
anlaşıyor. Uzun saatler çalışmamaya çok özen gösteriyorum. Belli
bir saatten sonra paydos edip herkes evine dinlenmeye gidiyor.
Sağlıklı olmaya önem veriyorum.
BADE GÜRLEYEN / www.milliyet.com.tr