Şamil Tayyar'dan bomba mini şort açıklamaları
Ali Ekber'in slip mayosuyla yazılarına ara veren; Helin Avşar'ın şortuyla geri dönen Şamil Tayyar bakın o pozları nasıl anlattı?
Zeynep Kurtbay /GAZETECİLER.COM
Şamil Tayyar; ‘Ali Ekber’in slip mayosu’ başlıklı yazısıyla yazılarına ara vermişti; ne hazindir ki ‘Helin Avşar’ın şortuyla’ geri döndü. Helin Avşar’ın Şamil Tayyar’ın masasına oturup ellerine kelepçe uzattığı o fotoğraf medyada da okkalı eleştirilerin hedefi oldu. İlk cevap Tayyar’ın röportajda gönderme yaptığı Ahmet Hakan’dan geldi; Hakan ‘‘Köşemi ’Tayyip’i tavlamak için kullanmaktansa kadın tavlamak için kullanırım daha iyi’’ dedi. Yazgülü Aldoğan ise ‘’Şamilim bu hallere mi düşecekti’’ başlıklı yazıda o fotoğrafı ‘cinsel fantezi sahnesine’ benzetti. Hatta ‘’Bana cinsel fantezilerden bahsedelim demesini şimdi anlıyorum. Demek meraklıymış fanteziye’’ diyerek Tayyar’ın kendisine yönelttiği ‘sokak kadını’ sözlerinin rövanşını almış oldu.
Şamil Tayyar’ı Ankara’daki ofiste ziyaret ettiğimizde ilk konu ister istemez bu oldu, hatta şaşacaksınız ama Tayyar röportaj nedeniyle Helin Avşar’a teşekkürlerini de iletti. Elindeki cep telefonuna birer birer düşen ‘dava’ mesajları arasında röportajımızı yaptık.
EN KEYİFLİ RÖPORTAJLARDAN BİRİSİYDİ
Sondan başlayalım… Ali Ekber’in slip mayosuyla gittiniz. Helin Avşar’ın şortuyla geri döndünüz… Kendinizce bir protesto yürütüyordunuz; ama birden yeniden yazmaya başladınız. Ne oldu beklediğiniz çözüm geldi mi? Yoksa Helin Avşar röportajı yüzünden mi protestonuzu kestiniz?
Evet mayoyla gittik şortla döndük (gülüyor). Bir kere şunu söyleyeyim röportajda hiçbir problem yok içerik olarak bakınca. En keyifli röportajlardan birisiydi. Fakat görsel malzemeler sıkıntı oluşturdu.
Evet epeyce bir gürültü kopardı doğrusu; şaşkınlık yarattı hatta diyelim. Şamil Tayyar’la özdeşleşebilecek fotoğraflar değildi.
Gazeteci fırlamalığı yapıldı o fotoğraflarda. Tuzak ifadesini kullanmayı istemiyorum ama. Şimdi yani röportaj konusunda beni ikna eden Rasim Ozan Kütahyalı’ydı. Çünkü tedirgindim; sebebi Rasim’le yapılan röportajdı. ‘’Senin röportaj gibi yapacaksanız benden uzak durun’’ dedim. ‘’Olur mu abi’’ dedi. ‘’Bir cezaevinde olduğu algısı oluşturabilecek bir fotoğraf çektirebilir miyiz abi’’ dedi. Önce karşı çıktım ama çok da itiraz etmedim.
RÖPORTAJDA RASİM OZAN KÜTAHYALI DA VARDI
Peki kelepçe? Daha önceden haberiniz var mıydı?
Kelepçe işi daha önce hiç gündeme gelmemişti. Zaten röportaja Rasim Ozan Kütahyalı da gelmişti.
Rasim Ozan Kütahyalı; Helin Avşar’ın röportajlarının danışmanlığını mı yapıyor anlamadım; o da mı geziyor röportajlarda yanında?
Valla bilmiyorum. Rasim’in programı vardı o gün Beyaz TV’de. Belki o tesadüfle gelmiş olabilir. Kapıdan girer girmez kelepçeyi çıkarıp masanın üzerine oturdu Helin Avşar.
Nasıl yani; baskına gelmiş gibi mi?
Evet (gülüyor). Ben de ‘’Bu kelepçe nedir’’ diye şaşkın şaşkın bakarken o fotoğraf çekildi. Çekilmiş tek kare fotoğrafdı.
KEŞKE O FOTOĞRAF KULLANILMASAYDI DEMEYİ İSTERDİM
Hani şu ‘nereye baktığınız’ merak konusu olan kare?
Geldi ve masamın üzerine oturdu. Ben kelepçelerin şaşkınlığını yaşarken tabii o da göz hizamda işte o kare çekilmiş. Bir itirazım oldu ama iki üç kare çekilmiş fotoğraf daha var. Fakat fotomuhabirine dönüp bakarken çekilmiş fotoğraflardı. Bana da onların yayınlanacağı ifade edildi. Anladığım kadarıyla fotoğrafı çekenden sayfayı koyan editöre kadar o şaşkınlık anındaki karenin daha çok ses getireceği düşüncesiyle kullanılmış. Keşke kullanılmasaydı demiş olmayı isterdim ama sonuçta siz Helin Avşar’la röportaj yapma cesaretini gösteriyorsanız bu risklere de hazır olmanız gerekir. Çok da üstünde durmuyorum. Derler ya kendim ettim kendim buldum. Böyle bir sonuç beklemiyordum ama orada iğrenç olan kötü olan şu; masaya oturması da değil. Çünkü masaya çıkması beni anlatan bir durum değil. Orada ‘’Bu nedir’’ diye ifademin olduğu kare olanı anlatmıyor. Farklı anlamlara çekilebilecek görüntü. Rahatsızlık edici bir mevzuydu doğru.
[photos]
[page_end]
FANTEZİ MENZİLİME GİRMEZ
Röportajın ardından Yazgülü Aldoğan ekrandaki o tartışmada kendisine 'cinsel fantezilerden bahsedelim'' dediğinizi de hatırlatarak ''şimdi neden öyle dediğini anlıyorum; meğer meraklıymış fanteziye'' diye yazdı. ''Bir de kamçı olsaymış'' diyerek fotoğraftaki pozun cinsel fantezi sahnesini andırdığını ima etmiş. Ne diyorsunuz bu yoruma?
Yazgülü Aldoğan, beni ajanlıkla itham ederken iddiasını yazdığım yazılara ve kitaplara dayandırdı. Ben de dedim ki, eğer kitaplara dayanarak bir sonuca varırsanız, bir jigolonun cinsel fantezilerinin anlatıldığı Kiralık Adam kitabından hareketle size farklı şey söylemem gerekebilir ama söylemem doğru olmaz. İronik cevap üzerinden iddiasının yanlışlığına dikkat çekmek istedim. Ama zavallı mal bulmuş mağribi gibi üzerine atladı. Onun adına üzgünüm, fantezi menzilime girmez.
AHMET HAKAN GİBİ KESTANEYİ ÇİZDİRMEKTENSE...
Ya Ahmet Hakan'ın ''Köşemi Şamil Tayyar gibi Tayyip'i tavlamak için kullanmak yerine kadın tavlamak için kullanırım'' sözlerine?
Ahmet Hakan kendine has bir üslup geliştirmiş. 'Böyle yapacağıma böyle yaparım'' gibi. Şimdi ben de onun üslubuyla cevap vereyim kendisine; ''Ben Ahmet Hakan gibi kestaneyi çizdirmektense karizmayı çizdirmeyi tercih ederim.''
Yılların deneyimli gazetecisi oluşunuza; toplumda temsil etiğiniz düşünceye paye biçilerek bu çekilen fotoğraflar nedeniyle çok eleştirildiniz. Siz kendi fotoğraflarınıza baktığınızda tam olarak ne hissettiniz? Kendinize yakıştırdınız mı?
Röportaja mesajlarımı farklı kesimlere de ulaştırma kaygısıyla tamam dedim. Kelepçe formatı Helin Avşar içeri girdiğinde ortaya çıktı, birden masanın üzerine oturdu, şaşkınlığımı ifade eden o görüntü yayınlandı. Masa dışındaki görüntülerden rahatsızlık duymadım. Bazen bir hadiseyi karikatürize ederek anlatmak daha etkili olabilir, nitekim öyle oldu, günlerdir sesimi duymayanlar Helin’in şortu üzerinden birden ilgili kesildiler.
Eşiniz fotoğrafları gördüğünde ilk yorumu ne oldu? Röportajın ardından yayınlanmadan önce onunla başınıza gelebilecekleri paylaşmış mıydınız?
Röportaj öncesi Helin Avşar’ın geleceğini eşimle paylaştım tabi. Tepki gösterdi. Helin’in röportaj formatının magazinel olması nedeniyle doğru bulmadı. Fotoğraflardan sonra haklı çıktığını söyledi, üzüldü tabi…
NİKAH ŞAHİDİ BAYKAL- Ahmet Hakan'ın DSP'den adaylığını eleştirdiği Şamil Tayyar'ın nikah şahitlerinden biri de Deniz Baykal'mış.
Rasim Ozan Kütahyalı da benzer pozlar verdiğinde ilk yorumunuz ne olmuştu?
Çok komik ve sınırları zorlayan pozlar olarak görmüştüm. Doğru bulmamıştım. Onun için ben tedbirimi aldım, önceden uyardım ama öğrenmem gereken daha çok şey varmış.
MASA GÖRÜNTÜSÜ HER ŞEYİ BOZDU YAZIYA BAŞLAMAK ZORUNDA KALDIM
Yazınızda da belirttiğiniz gibi ''Helin Avşar'la röportaj riskini göze aldınız''. Bile bile neden bu riski aldınız peki? Neden bir başka gazeteciye değil de Helin Avşar'a konuştunuz? Bu röportaja 'hayır' diyemez miydiniz? Ya da bu röportajın sizin protestonuzu anlatmak için etkisi olacağını mı düşündünüz. ''Benim sesime kulak veren yok; hiç değilse gözlerine mi etki edeyim'' dediniz acaba?
Röportaj talebi Helin Avşar’dan geldi. Onlar buna karar verirken hangi saiklerle hareket ettiler bilemem. Ama ben, bizim ulaşamadığımız farklı kesimlere hem Ergenekon sürecini hem son siyasi gelişmeleri ve protestomuzu anlatabileceğimi düşündüm. Çünkü yazılara ne zaman başlayacağım konusunda kararım kesin değildi. Masa görüntüsü herşeyi bozdu, kendimi anlatmam için yazıya başlama ihtiyacı duydum. Ama sonuçta böyle bir tablo ortaya çıktıysa benim de günahım var, o röportaja başlangıçta hayır demem gerekirdi, kimseyi suçlayamam.
Kadın gazetecilere bakışınız nasıldır? Köşe verilen ya da yönetimde bir yerlere yükselen kadın gazetecilerin kadınlıklarını kullanarak buralara geldiğini ima ettiniz. Kadınlara karşı hep böyle önyargılı mısınızdır?
Kadın gazetecilere ön yargılı yaklaşmıyorum. Eşim de gazetecidir. Saygıyı hak eden çok değerli gazeteciler var. Hayat tarzlarıyla da ilgili değilim. İstedikleri gibi yaşayabilirler. Ancak, kadınlıklarını kullanarak köşe kapıyorlarsa, etkin görevlere geliyorlarsa, tek özellikleri cinsellikse itirazım onadır. Çünkü emeğin yerini cinsel ilişkiler alırsa hem haksız rekabet doğar, hem halkın anayasadan kaynaklanan doğru bilgiye ulaşma hakkı zedelenir hem verimlilik düşer, hem ahlaksızlık olur.
İHTİLAL HATIRASI- İhtilal günleriydi. Üzerimde kimlik yoktu. Beni alıp kışlaya götürdüler. ‘’Saçında kanal açalım’’ dediler. Oradaki subay bizim müşteri çıktı; kurtulduk. Çıkınca öyle korkmuştum ki önce bu fotoğrafı çektirdim sonra da saçlarımı kestirdim.
[page_end]
GURURU İNCİNMİŞ İNSANLARDAN GERÇEKTEN ÖZÜR DİLİYORUM
3 hafta boyunca hiç aramayan dostlarınızın bu olay üzerine arayıp tepki gösterdiğini yazdınız.
Bizim sıradan bir gazeteci olmamız ötesinde toplumda temsil ettiğimiz bir düşünce var. Buna inanan insanlar var. O insanların gözünde bir yerimiz var. O yerle örtüşmediği için o kareler ister istemez gönül dostları üzerinde bir hayal kırıklığı oluşturabiliyor. Gururu incinmiş insanlardan gerçekten özür dilemek istiyorum. Kusur bana ait değil ama sonuçta ona zemin oluşturduğum için kendi adıma da pay çıkarırım. Ama biz acı çekerken hapis ve para cezalarıyla boğuşurken tehditler alırken yanımızda olmayan insanların bu karelerden sonra bizden hesap sorma cüretini kendilerinde görmelerine de isyan ediyorum. Yok saydınız adam yerine koymadınız o halde bu kareler sizi niye rahatsız etti. Bana muhabbetle bağlanan insanlar bundan niye incinirler.
HELİN AVŞAR’A TEŞEKKÜR EDİYORUM İYİ Kİ BU RÖPORTAJ OLMUŞ
Bir yerde de röportaj iyi oldu diye düşünüyorum. Dostumu düşmanımı gördüm. Bir turnusol kağıdı gibi oldu. Yarın biz daha büyük bir travma yaşasak onu test etme fırsatımız oldu. Böyle bakınca iyi ki de bu röportaj oldu demek isterim. Küçük beyinli, değişik kişisel kaygıları olan kompleksli kaprisli ve bizim de zaman zaman dost zannettiğimiz insanlar böyle garip bir reaksiyon gösterdiler. Onları da Allah’a havale diyorum. Ve bana dost zannettiğim insanların gerçek yüzünü gösterdiği için Helin Avşar’a da teşekkür ediyorum.
11 kardeşli Gaziantepli bir ailede büyüyen Şamil Tayyar'ı tanıdınız mı? İlk delikanlılık yılarında; bol paça pantolonla..
Peki başa dönelim; neydi yazıları bırakmanızda bardağı taşıran son damla?
Hakkımızda hapis cezaları malum. Tazminat miktarı 1 trilyonu buluyor.
Toplam kaç dava; toplam istenen cezalar nedir?
40 civarında. Hakkımızda istenen hapis cezası toplam 100 yıl diye tahmin ediyoruz.
Hükmolunan karar var mı?
3 tanesi karara bağlandı. 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. 5 yıl ertelendi. Bu kararlardan sonra işlendiği iddia edilen suçlara istinaden yeni davalar açıldı. Yeni davalardan ceza verildiği zaman daha önce hükme bağlanan dosyalar bozuluyor. Ve yeni bir süreç başlayacak. Ekim Kasım Aralık son 3 ayda kararlar çıkmasını bekliyoruz. Ve alan daraldı; sona yaklaşıyoruz. Ciddi bir yargı kuşatması altındayım. Şahsıma açılan davaların bir kısmını psikolojik harekatın bir parçası olarak görüyorum.
Tehdit alıyor musunuz?
Tabii tehditler de geliyor. Bir koruma tahsis etmişlerdi bana. İade ettim bir süre sonra. Çünkü bir gazeteci olarak bir polisle yaşamak hakikaten zor. Sonra tehditler devam etti. Emniyet bana ‘‘Madem yakın koruma istemiyorsun o zaman çağırmalı koruma verelim’’ dedi. Gerektiğinde çağırıyorsun; kalabalıklara filan gittiğinde.
Ankara ofisinde; muhabirlik yıllarında bir doğumgünü partisi... Tayyar pastasını üflüyor; Yavuz Donat; Okan Müderrisoğlu; Selma Çetin de var.
Hiç koruma çağırdınız mı peki?
Hayır. Çünkü zaten devlet yakın bir şekilde takip ediyor sanırım. Bunu katıldığım bir kitap fuarında fark ettim. Salon tıklım tıklımdı. Bana bir not iletildi; konferansı erken bırakmam istendi. Sözlü protestoda bulununca bir anda etrafımı bir polis ordusu sardı. 18 polis olduğunu öğrendim, içeride. Ama ben o ana kadar içeride polis olduğundan haberdar değildim.
BAŞKA BİR EVE TAŞINDIK; TELEFONLARIMI SIK DEĞİŞTİRİYORUM
Başka ne gibi önlemler aldınız hayatınızda tehditlere karşı?
Oturduğum evi değiştirdim. Bir siteye taşındım.
Fiili saldırılar geliyor mu? Tehdit telefonları?
Oluyordu evet ama artık kesildi. Artık ilişkilerimi azalttım; herkesle görüşmüyorum. Sık telefon değiştiriyorum.
ÇOCUKLAR ZAMAN ZAMAN SÖZLÜ TACİZE UĞRUYOR
Ailenize nasıl yansıyor bütün bu korkular?
Çocuklar özellikle okulda zaman zaman sözlü tacize uğruyor. Eşim de keza öyle. Fakat bu tehlikeyi hayatımızın bir parçası olarak kabul etmeyi öğrendik. Bu bizim kişisel olarak ayarımızı da bozmuştu. Ben tetkikler yaptırdım. Tansiyon sorunu oldu; strese dayalı olduğu ifade edildi.
Henüz korkunun olmadığı yılları; yaptırdığı çiftlik evinde; oğlu ve kızı ile..
Terapi gördünüz mü?
Hayır kendi kendimi tedavi ettim. Doktorlar stresten uzak yaşamayı; bol bol spor yapmayı önerdi. Spor yapmaya başladım.
Çocuklarınız kaç yaşında?
Kızım 18; oğlum 11.
ÇOCUKLARIMA ‘BENİM ÇOCUĞUM OLDUĞUNUZU SÖYLEMEYİN’’ DİYORUM[page_end]
Hiç zaman zaman ‘’Baba niye bu işlere bulaştın’’ dedikleri olmuyor mu?
Yani açıkçası öyle konuşmalar geçiyor tabii aramızda ama biz onları uzak tutuyoruz. Biz bu konuları onların yanında konuşmuyoruz. Benim katıldığım programları izletmiyoruz. Onlar da alıştılar artık bu duruma. Çocuklar bazen internete girerek öğreniyorlar olup biteni. Eşim de meslekten olduğu için baş edebiliyor; baştan o da çok etkilendi tabii. Çocuklarımıza dışarı çıktıklarında bizi unutmalarını söylüyoruz. Benim çocuğum olduğunu söylememeliler. ‘’Şamil Tayyar’ın çocuğu’’ olduklarını dışarıdakiler bilmemeli. Bir şekilde havuza girdik sonuçta. İçinde bulunduğumuz şartlara göre bir pozisyon almak zorundayız. Bizim de kaderimiz böyleymiş.
Damat Tween kataloglarından fırlamış gibi adeta... Bir yurtdışı gezisinde..
3 hafta sonunda yazdığınız ‘’Sonu ölüm de olsa beraberiz’’ başlıklı yazıda her sabah arabanın altına bakmaktan söz ettiniz. Gerçekten güne arabanın altını kontrol ederek mi başlıyorsunuz?
Niye araba? Çünkü geçmişte birçok faili meçhul cinayetler arabalar üzerinden yapıldığı için buna yöneldik. Rahmetli Uğur Mumcu’nun başına gelenler. Aileme hissettirmemeye özen göstererek her sabah bu kontrolleri yapıyordum doğru. Kış aylarında arabayı ısıtacağımı söyleyerek onları evde tutardım ve erken çıkardım; arabayı çalıştırdıktan sonra onları çağırırdım aslında kontrol ederdim. Şimdi çok gerekmedikçe özel araba kullanmıyorum. Makam arabası kullanıyorum.
3 haftada ne oldu peki? Hükümetten beklediğiniz destek geldi mi?
Hüseyin Çelik ve ardından da Suat Kılıç aradı. Hükümetin bu konuyu aslında unutmadığını; anayasa değişikliği paketi nedeniyle gecikme olduğunu belirttiler.
Sizin için tatmin edici oldu mu peki?
Adalet Bakanı da bu sorunu meslek örgütleriyle görüştüklerini; ısrarla bekledikleri ve talep ettikleri halde kendilerine bir teklif sunulmadığını belirtti. Meslek örgütleri ilgisiz kalıyor. Böyle bir düzenlemeden ağırlıklı olarak Star; Yeni Şafak gibi gazetelerdeki arkadaşların yararlanma ihtimaline karşı sürüncemede bırakıyorlar.
‘YANDAŞ’ MEDYADA KENDİ SORUNLARINI DUYURMA ÖZRÜ VAR, DOĞAN GRUNBUNDA OLSAYDI YER YERİNDEN OYNARDI
Gazete yönetiminizden destek gördünüz mü?
Kendini bildik medyanın dışında değerlendiren yandaş denilen kesimde kendi sorunlarını duyurma konusunda bir özür var. Bu sadece benim kendi gazetemin sorunu değil. Bir ortak akıl oluşturmuyorlar. Bu baskı Doğan grubu gazetelerinden arkadaşların yaşadığı baskı olsaydı yer yerinden oynardı. Nedim Şener’i tek dava için kahraman yaptılar; günlerce yayın yaptılar; ödül aldırdılar, yazarlar eşzamanlı olarak destekledi. Bizim yaşadıklarımızın yanında suya tirit olacak meseleleri o kadar büyüttüler ki; Nedim Şener’in cezasını sürekli artırdılar. Kimsenin cezayı açıp bakacak hali yok. Ciddi bir kamuoyu oluşturdular. O gazeteleri gerçekten tebrik ediyorum.
Peki ‘yandaş medya’ neden böyle yapıyor dersiniz?
Tam olarak bilemiyorum bağırıp çağırmayı; sesini duyurmayı ayıplı bir iş olarak gördükleri için olabilir.
Hükümeti eleştirme noktasında olduğu için mi acaba?
Yoo tam tersine böyle bir kampanya hükümeti zor durumda bırakmaz; güçlendirir.
Geriye dönüp baktığınızda ‘’beni kullandılar; şimdi işim bitti bir kenara attılar’’ diye iç geçirdiğiniz olmuyor mu?
İç geçirmeler mutlaka oluyordur ama ben hayatımın hiçbir evresinde kullanılmışlık hissi yaşamadım. Yanlışlarımız olur elbet çıkarız özür dileriz. Bir siyasi partiyle yola çıkarsınız; görev verilir; sonra yarı yolda kalırsınız kullanılmışlık hissine kapılmanız tamam. Fakat benim son dönemde AK Parti ile ismimin yan yana getirilmesinin sebebi var, birincisi Ergenekon üzerine gidiyor olmam. Benim hükümetle ilgili çok ağır eleştirilerim de var. Hükümete tepki koyarsanız sizi yarı yolda bırakmışlar izlenimi doğurabilir çünkü.
Bundan sonrası ne olacak sizin için?
Bir bedel ödemek gerekiyorsa o bedeli öderiz. Abdullah Çatlı’ya atfen söylenir; toplum Kurtlar Vadisi’ndeki replikle öğrendi: Sonunu düşünen kahraman olamaz.
‘’Ben kahraman oldum’’ mu diyorsunuz?
Yok öyle bir iddiam yok ama size önem atfeden toplumun kendisidir. Bir o kadar da yerden yere vurur. Onun için Helin Avşar röportajı önemli. Sizinle gönül bağı kurmuş; sizi model olarak almış. Bunu zedeleyecek davranışlar içinde olursanız insanlar incinebilir. Ben bu incinmiş duyguları tamir için özür diledim. Anladık ki bu yol kazasına rağmen bana inanan insanlar hala sahipleniyor.
Sakallı yıllar... Masada şimdi ateş püskürdüğü Mustafa Balbay'la aynı sofrada. Bir diğer köşede Fatih Çekirge. Ankara'nın deneyimli muhabirleri toplanmış.
Siz bu davalarla boğuşurken isyan ediyorsunuz da; aynı yargı süreci suçları kanıtlanmadığı halde meslektaşlarınız Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ı hapse koyunca neden aynı duyarlılığı göstermiyorsunuz peki? Onların yaşadıkları hiç mi vicdanınızı sızlatmıyor?
Ben ne Özkan’ın ne Balbay’ın yaptıkları işin bir gazetecilik faaliyeti olduğunu düşünmüyorum. Ben çete üyesi olmakla suçlanmıyorum. Biri basın özgürlüğü sorunu; diğeri özel yetkili mahkemelerin konusuna giriyor. Ama ‘’Balyoz davasında bunca sanık dışarıdayken Balbay’ın Özkan’ın içeride yatması doğru mu’’ derseniz buna katılırım. Adalet duygusunu rencide eden bir tablo var. Çünkü ben Balyoz’u Ergenekon’dan daha ağır buluyorum. Ama bakıyorsunuz içeride bir kişi bile yok. Balyoz’daki kararlardan sonra Ergenekon’da adalet duygusunun rencide olduğu nu düşünüyorum. Bence Çetin Doğan’ın serbest kaldığı sırada Balbay’ın da Özkan’ın da içeride kalması bir haksızlıktır. Onları masum kılmak için söylenmiş bir söz değil bu. Tabii ki nihai karar açıklanana kadar herkes suçsuzdur.
TUNCAY ÖZKAN’IN SALDIRILARI KARŞISINDA AİLEM İNFİALE KAPILDI
Örneğin bakın gazetedeki habere Tuncay Özkan’ın kızının yaşadıklarına; sizin çocuklarınızın yaşadıklarından belki de daha zorunu yaşıyor.
Tuncay Özkan ve yakınlarıyla ilgili haberleri görünce insan üzülüyor tabii. Ama geçmiş dönemde onlar da başkalarının namuslarına; aile hayatlarına; çocuklarına dil uzattılar. Yaptıklarının acısını çekiyor demek istemem ama umarım yaşadıklarından ders çıkarır. Sürdürdüğü belden aşağı yayınlar nedeniyle benim ailem ayağa kalkmıştı. Hem benim hem eşimin tarafı. Bana ve eşime belaltından vurmak istedi. O sözler Anadolu’da bedeli olan sözlerdir. Ahlaksızca yayınlar karşısında ailemiz infiale kapıldı. Çok zor günler geçirdim. Herkesin ağzından çıkan sözü kulağının duyması lazım.
BENİ İKTİDAR DEĞİL YAYINEVİM KEŞFETTİ
Neden hep bu bilgiler size sızdı? Neden siz seçildiniz de bir başka gazeteci değil?
Diyelim ki siz bir gazeteciyi kullanmak istiyorsunuz; herhalde o dönemde akla gelecek son isim bendim. O gün kamuoyunun çok tanıdığı bir isim değildim; etkinliği olan; yayın politikalarını yönlendiren bir yazar değildim. Sizi kazanmak için üzerinizde ince bir işçilik yapmak isteyebilirler doğru. Ama ben öyle biri değildim.
Peki neden siz; neden bu CD’ler hep size geldi?
2006’da MİT’le ilgili bir yazı yazdım. Atabeyler; çetelerle ilgili yazılar yazmaya başlayınca bir anda kendimizi bu işin içinde bulduk. Beni keşfeden yayınevim Timaş oldu. Kitap teklifiyle geldiler. Ben de dedim ki ‘’daha önce 2 kitap yazdım; tutmadı’’. Çetelerle ilgili kitap yazalım diye konuştuk. 2007’nin sonunda kitabı teslim ettim. Tam bu arada Ocak ayının ortasında Veli Küçük ve bir grup tutuklandı; 1. Dalga gerçekleşti. Son operasyonu da girdik kitaba. Kitabın adı ‘Kara Kutu’ydu; yayınevi benim iradem dışında kitabın adını ‘Operasyon Ergenekon’ koydu. Ve 2. Büyük dalga gelince; Balbay, Özkan hep benim kitabımı ellerinde kaldırarak protesto edince kitap patladı. Bu nedenle ikisine de müteşekkirim aslında. Kadının biri eve gardrop yaptırmış; fakat tren geçtikçe sallanıyor. Marangozu çağırmış. Adam tren geçerken bakayım diye dolabın içine girmiş; o sırada kadının kocası eve gelmiş. Kapıda ayakkabıları görünce koşmuş hemen yatak odasına gardrobu bir açmış; yabancı bir erkek. ‘Sen ne arıyorsun’ demiş; marandoz ‘Tren bekliyorum desem inanmazsın’ demiş. Şimdi benim durumum tren bekleyen adamınkine benziyor. Söylüyorum ama inanmıyorlar.