Şamil Tayyar'a son mektup!
Sevgili Şamil; Bu sana son mektubum… Daha da ne yaparsan yap umurumda olmayacak… Çünkü…
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Şamil;
“Ortadoğu'da yaşanacak ve plânlanacak her türlü
yapılandırmada size destek veririz; bölgedeki Müslüman ülkelere
karşı İsrail ile işbirliği yaparız” diyerek küresel
dünyanın egemenlerine söz veren ve tek başına iktidar yapılan
Ak Parti, ilk 5 yılda “uslu bir
çocuk” gibi iken birden anarşist(!)
oluverdi…
AB tam üyeliği için iktidar olmadan önce
eleştirdikleri ne kadar “vatana ihanet” (!)
olduğunu iddia ettiği icraat varsa hepsini yaptılar…
İsrail ile (son 60 yılda) kendilerinden önce gelen
hiçbir hükümetin (Faşist generallerin hükümetleri dâhil) kurmaya
cesaret edemediği sıcak ilişkileri kurdular…
Başbakan, Davos’ta İsrail
cumhurbaşkanının ağzına boşalırken, içeride İsrail
ordusu ile ortak tatbikat bile
yaptılar…
Irak’ı işgal eden Amerikan ordusu, milyonlarca
Iraklı Müslüman’ı hunharca
öldürürken bir tek gün bile olsa seslerini yükseltip o
vahşeti protesto etmediler…
Amaaa....
2007 genel seçimleriyle şımaran Ak Parti,
2009 yerel seçimleriyle paniğe kapıldı...
Daha doğrusu SP (Saadet partisi) oyları %
5’i aşınca Erdoğan'a bir haller
oldu...
Başbakan ve Emine Hanım'ın
doktorunun kocası olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan
Dışişleri Bakanı birden Filistin dostu,
İsrail düşmanı oldular…
Çünkü siyaseti,
“Müslüman ve Yahudi İsrail düşmanı” bir partiye oy
vermekten ibaret sayan en az 5 milyon seçmen,
gelecek seçimlerde SP’yi tercih edebilecekti…
İşte bu korku…
İşte bu, “gelecek seçimi kazanmayı, ülkenin kazanmasına
tercih eden sağcı gelenek” Erdoğan ve
arkadaşlarını bozdu…
İsrail başta olmak üzere; ABD ve
AB ile “papaz” oluşun ardında,
yükselen SP oyları var/dı…
“dı” ile bitiriyorum çünkü Numan
Kurtulmuş büyük ihtimalle o tehlikeyi bertaraf edecek
gibi…
Kendisi her ne kadar Erbakan Hoca’nın
tasallutundan kurtulamamış olsa da, Ak Parti’yi
kurtaracağa benziyor…
Neyse…
İşin o boyutu başka bir konu…
Ergenekon, gel
dalıma kon
Sevgili
Şamil;
30 sene önceki silahlı darbecilerin asla
yargılanamayacaklarını sen de biliyorsun ben de biliyorum...
Yani...
Anayasadaki geçici 15. Maddenin kaldırılması o
gaddar Faşistleri yargılamaya yetmeyecek çünkü "zaman
aşımı" ile ilgili sürelerde değişiklik yapılmadı...
Yapılsa da kanunlar geriye doğru şüpheli ya da mahkûmların
sadece lehine işleyebileceği için paşalar
yargılanamayacaktı...
Göz boyamak, 12 Eylül'de canı yanmış eski
solcu ve ülkücülerin de oylarını almak için böylesi büyük
bir kandırmacaya sapan Hükümet; kamuoyunda “28
Şubat Süreci” olarak hatırlanan ve hükümet yıkıp yerine
hükümet kuran post modern darbeyi yapan genelkurmay başkanı ve
dönemin kuvvet komutanlarının tutuklu yargılanmalarını ise ısrarla
engelliyor...
Balyoz, Kafes, Ergenekon, gel dalıma kon
operasyonlarını yapan yürekli(!) savcılar 28 Şubat
generallerine niçin seslerini çıkaramıyorlar be
Şamil?..
Neden?..
Niçin?..
Niye?..
Kimden veya kimlerden korkuyorlar?..
Korkmuyorlarsa “ellerini tutan” birileri mi
var?..
Ellerini tutan birileri yoksa o halde niçin
“işbaşı” yapmıyorlar?..
28 Şubat süreci, bugünkü iktidarın yolunu açtı da
ondan mı?..
Ak Parti meclis gurubu ve
Başbakan, kendilerine hükümet olma yolunu açan o
paşalara minnet duygusuyla mı bağlılar?..
Velev ki sorular saçma…
Velev ki İddialar da saçma…
Peki ama saçma da olsa bu sorulara cevap verecek bir babayiğit yok
mu?..
Ya da “ana yiğit”?..
Kara
mizahı görmüyor olabilir misin?..
Sevgili kardeşim;
Ulusal gazetelerde köşe yazarlığına başladığım 1994 yılı
Ocak ayından beri kafayı TSK İç Hizmetler Kanunu
35. Maddeye taktığım bilinir…
Ve “alay” konusu olduğum da…
Lütfen bir tarafa yaz…
Askeri darbe girişimcilerini yargılayan mahkemeler sivil iktidarın
emir – komuta zinciri içinde “Mahkûmiyet” kararı
verseler de bütün kararları Yargıtay tarafından
bozulacak?..
Tekrar edeyim mi?..
Bugün, darbe yapacakları iddia edilen paşaları yargılayan
mahkemelerin verecekleri bütün “Mahkûmiyet”
kararları Yargıtay tarafından bozulacak?..
Hem
usulden bozulacak hem esastan bozulacak…
Usulden bozulacak çünkü kovuşturmaların soruşturma
süreçleri tam bir kara komedi…
Aklı başında insanları güldürecek bir kara mizah
filmi çeksem, çeşitli isimlerle adlandırılan şu soruşturma
dosyalarını alır hiçbir şey eklemeden senaryolaştırırım…
Uğur Mumcu’nun “Sakıncalı Piyade”
isimli oyunu, benim çekeceğim filmin yanında sulu
kalmazsa namerdim…
Esastan bozacak çünkü…
Elde edilen belgelerin, kanıtların hiçbiri “yasal
belge” niteliğinde değil…
En önemlisi de TSK İç Hizmetler Kanunu 35.
Madde…
Artık kaldırılsa da (şüphelinin ya da mahkûmun lehine olan hiçbir
kanun geri yürümeyeceği için) bugün tutuklu yargılanan darbeci
paşaları ve subayları etkilemez…
Haliyle, paşalar veya subaylar darbe girişiminden mahkûm olurlarsa
Yargıtay 35. Maddeyi ileri sürerek kararları
bozacaktır…
Ne der, Madde 35?..
Şöyle “emreder”: “Silahlı kuvvetlerin vazifesi : Türk
yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye cumhuriyetini
kollamak ve korumaktır.”
Bu maddenin herhangi bir yerinde, “Cumhuriyet Hükümetini
korumak ve kollamaktır” yazıyor mu?..
Hayır, yazmıyor…
O halde cumhuriyeti korumak ve kollamak için gerektiğinde hükümeti
yıkmak (halen) “yasal”dır…
Ve buna bir de Ak Parti’nin AM
tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı”
olduğuna ilişkin vermiş olduğu kararı ekle…
Yani Yargıtay’daki hâkimlerin o kararı da mutlaka
göz önünde bulunduracaklarını hatırla…
Ve…
Yargılamanın kesin sonucunu bekle…
Haksız çıkarsam; hayatımın sonuna kadar hiçbir platformda siyasetle
ilgili tek kelime yazmayacağıma, tek söz etmeyeceğime namusum ve
şerefim üzerine söz veriyorum…
Bu
bakanlarla yan yana görünmek zuldür...
Ve sevgili Şamil…
Şimdi de şuna dikkat!..
"Büyükanıt'ın aracı Genelkurmay bütçesinden
alındı" diyen iktidar partisi genel başkan yardımcısı,
yıllarca milli eğitim bakanlığı yaptığı halde ordunun bütçesinin
devletin bütçesinden bağımsız olduğunu sanıyor…
Ve bir de içişleri bakanı var…
Beyefendi, hakkında “yakalama emri” olan ve yan
yana görüntülendikleri bir korgeneral için bak ne diyor:
“Yakalama kararı verilen muvazzaflarla ilgili görev merkez
komutanlığınındır. Bir yanda yargı var bir yandan da şura var. Her
ikisi için de bir şey söylemek istemiyorum.”
Sevgili Şamil…
Sen işte bu arkadaşların bakan olarak görev yaptığı bir devletin
siyasal iktidarını korudun “zorba faşist”lere
karşı…
Bu nasıl içişleri bakanı, bu ne menem milli eğitim eski bakanı
Şamil?..
İçişleri bakanı, “Yok kardeşim alın bu adamı buradan. Ben
çete üyesi olmaktan hakkında yakalama emri olan biriyle yan yana
durmam, hatta onun bulunduğu mecliste bile bulunmam”
diyemiyor?..
Çünkü o komutandan korkuyor…
Milli eğitim eski bakanı ise devleti tanımıyor…
Bu sana son mektubum…
Sevgili Şamil;
Bu sana son mektubum…
Daha da ne yaparsan yap umurumda olmayacak…
Çünkü…
Geleceğin en mükemmel “gazeteci – yazar” ve hatta
“genel yayın yönetmenlerinden birinin” (kendin)
çok büyük “yara” almasına sebep oldun…
“Kendin ettin kendin buldun” demeyeceğim çünkü sen
hiçbir zaman bir Mehmet Baransu değildin…
Olamazdın da…
Aksi olsa hükümet, yargı, istihbarat, emniyet ve ordunun içindeki
köstebekler, Baransu'ya yönelmeyip yollarına
seninle devam ederdi...
Baransu kardeşimiz bu işi “bilerek ve her
türlü sonuncu kabul ederek” yüklendi…
Çünkü gazetecilikten bir şey beklemiyordu…
Bundan sonra da yargılamaların sonu beklenecek ve hep birlikte Türk
Medyasında “adı lânetlenen” gazetecilerden biri
olarak yerini alacak…
Bu medya ki; dünyada en kolay meslektaş silen, karalayan,
yaralayan, yok eden medyadır…
Çünkü sistem bu Şamil…
Çünkü sistem, “karşı tarafların mutlak varlığı ve
işbirliği” üzerine kurulmuş…
Çünkü taraflara angaje olmuş gazeteler de gazeteciler de bu sistem
sayesinde “ayakta” kalabiliyorlar…
Terörün bittiğini, askerlerin darbe yapma ihtimalinin
“sıfır” olduğunu (ki aslında gerçekten sıfırdır
ama bunu kabul etmek tarafların işine gelmez) düşünebiliyor
musun?..
Bu gazeteleri kim alıp da ne okuyacak?..
Baldızını beceren enişteleri mi?…
Trafik kazalarında birbirlerini ezen sürücüleri mi?…
Sanatçı olduğunu zannettiğimiz falanca aktrisin, yine aktör
zannettiğimiz filanca delikanlının koynunda nasıl cilveleştiğini
v.s. mi?..
Onlar bugün de var…
Var ama asıl olan ülkeyi yöneten 5-6 bin kişiyle, o 5-6 bin
kişinin ne düşündüğünü merak eden milyonlarca
“salak”…
Ve canım kardeşim…
Ya seninle aynı gazetede
yazan Prof. Sami Selçuk’un başına gelenler?..
Her makalesini, hükümete destek için “referans”
olarak kullanan Mustafa Karaalioğlu, son anayasa
değişiklik paketine yönelik eleştiri yazıları yazmaya başlayan
Prof. Selçuk’u gözünü kırpmadan harcamadı
mı?..
Bunlar böyledir sevgili
Şamil…
İşlerine geldi mi “yalayıcılık”tan şeref
duyarlar…
İşlerine gelmedi mi yaladıklarını tekmelemek için
fırsat kollarlar…
Gözerinden öper, işi daha fazla uzatmadan köşene dönmeni ve
özlediğimiz yazılarına devam etmeni dilerim…
Adnan Berk Okan
adnanberkokan@gmail.com