Şamil, ordudaki köstebek Büyükanıt mı?.. (4)

Ve bütün bunlar, Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan’la yaptığı ve bir “sır” gibi gizlenen sohbetten sonra mı tezgâhlandı?..

ADNAN BERK OKAN

Sevgili Şamil;
12 Eylül'
den üç sene sonra (1983) darbeci generaller verdikleri sözü(!) tuttular…
Ve ülke yönetimini milletin kendisine bıraktılar..
Ama bu arada:
* "Laik cumhuriyeti koruma ve kollama" görevinin yine kendilerinde olduğunu TSK İç Hizmetler Kanunu’nda (Madde 35) bıraktılar…
* Kalan(!) bütün yetkilerin anayasa gereği sivillere ait olduğunu(!) kabul ettiler…
* Göstermelik de olsa hükümetin emrinde çalışmaktan gocunmayan bir ordu sürecinin başlatıldığı imajını verdiler… Çünkü Küresel Liberal ekonominin ve çağdaş demokrasinin bir parçası olmak bunu gerektiriyordu.
* Kenan Paşa Çankaya Köşkü’nde kalırken diğer paşalar kendilerine ya zengin bir damat ya da zengin bir gelin bularak köşelerine çekildiler...
Ve değerli kardeşim; seçimle tek başına iktidara gelen Turgut Özal, işte o burnundan kıl aldırmayan askerlere öyle bir çaktı ki feleklerini şaşırdılar…
Önce, bir askeri birliği kısa pantolonuyla selâmladı…
Çıldırdılar…
Sonra da “T.C. Genelkurmay Başkanı” diye kart-adres bastıran bir orgenerali emekli edip yerine bir başka orgenerali atayınca “sus pus” oldular…
Doğrusu da oydu zaten…

Ve sevgili Şamil;
Turgut Özal
’dan sivil iktidara "itaat" etmeyi öğrenen ordu zamanın kadın başbakanına, "Başbakan tak diye emrediyor ben şak diye yerine getiriyorum" diyen bir genelkurmay başkanı çıkardı...
Ama…
Türkiye'mizin(!) henüz sivil iktidarın emrinde olmaya hazır olmadığına inanan medyamız ayağa kalktı...
Bir meslektaşımız (Fatih Altaylı) o kadar ileri gitti ki, o genelkurmay başkanına "eteklik" bile giydirdi...
Haliyle Turgut Özal tarafından gerçekleştirilmek istenen "orduyu ıslah etme" çabaları medya tarafından engellendi...

Ve canım kardeşim;
Sivil idarenin emrinde olduğunu açıklayan genelkurmay başkanından birkaç yıl sonra, siyasal iktidarı "sahte şeyh, şıh, dinci, gerici, şeriatçı" haberleri ve medya ile ortak olarak yıkmaya girişen eski genelkurmay ve TSK zihniyeti geri döndü...
Mevcut hükümeti oluşturan siyasi parti liderleri ve milletvekilleri, Adnan Menderes ve iki bakanının feci akıbetleri hatırlatılarak korkutuldu...
Hükümet istifa etti...
Askerler ve Kartel medyası kendi hükümetlerini kurdular...
Cumhuriyet tarihimizin en büyük soygunu işte o Medya - Ordu ortaklığında kurulan hükümet döneminde yaşandı...
İlerleyen yıllarda, Aydın Doğan - Ordu - Yargı işbirliğiyle Aydın Bey'e rakip olabilecek bütün ekonomik gurupların bankalarına ve şirketlerine el konuldu...

Ve sevgili Şamil...
Sonrasını uzatmayayım...
Önce hapse atıp kahramanlaştırdıkları, sonra da aynı medyalarıyla yücelttikleri Erdoğan'ı alıp Amerika'ya götürdüler...
Onu orada küresel dünyanın Kâbesi'nde ağırlayıp, dünya finans sisteminin yalancı peygamberleriyle buluşturdular...
Erdoğan da onlara şu sözleri verdi:

"Ben ve arkadaşlarım, siyasal İslâm’a tamamen hâkimiz... Beni ve arkadaşlarımı iktidar yaparsanız:
* IMF sözleşmesine uyarız…
* Irak'a müdahale ederseniz kendi Müslümanlarımızı sakinleştirerek sizi rahat ettiririz...
* Ortadoğu'da yaşanacak ve plânlanacak her türlü yapılandırmada size destek veririz...
* Bölgedeki Müslüman ülkelere karşı İsrail ile işbirliği yaparız...

Küresel Sermayenin Medyası, Cem Uzan'ın kıyağı, Deniz Baykal'ın anayasa ayağı YSK’nın başkan yağıyla Erdoğan'ı Başbakan yaptı...

İlk 5 sene süper geçti...
Gerçi ABD'nin Irak'a operasyonu (Abdullah Gül'ün başbakanlığı döneminde), Erdoğan'ın bütün çabalarına karşın ve fakat CHP'nin de desteğiyle engellendi, ABD zor durumda kaldı ama...
Gel gör ki bu kez "her şerde bir hayır vardır" sözü devreye girdi…
ABD'nin istediği tezkereyi Meclisten geçiremeyen Erdoğan, mizansen bir seçim sonucu Başbakan olunca Irak'ta her şey ABD'nin lehine döndü...
O kadar ki...
Bir Kadir Gecesi, Bağdat'ın en büyük camii bombalandı...
165 Müslüman kardeşimiz hayatlarını kaybettiği halde Erdoğan'ın talimatı üzerine Türkiye'deki Müslüman'lar hiç seslerini çıkarmadılar...
Ve tabi bu arada Kemal Derviş'in IMF ile imzaladığı program da eksiksiz uygulanandı...
IMF'e olan borçlar tam zamanında ama halkın refahından kesilerek ödendi...
Taaa ki Erdoğan, kafasında olan programı uygulamak için sahip olmayı beklediği siyasal gücü eline geçirene kadar...
Yani…
2007 Temmuz genel seçimlerindeki % 47’lik oyu alıncaya kadar…


TSK bir "Katil Sürüsü" mü?..

İşte o gece her şey değişti Şamil
Erdoğan, Gyges Yüzüğü’nü bulmuş çobana dönüştü…
Çoğunluğun oylarıyla iktidar olmanın, rejimi değiştirmeye bile yetmesi gerektiğini düşündü…
Kuvvetler Ayrılığı İlkesi kaldırılıp atılacak, yerine Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının pek beğendikleri, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” despotizmi getirilecekti…
Madem halk istiyordu, o halkın vekilleri “Şeriatı bile getirebilirler, dilerlerse Erdoğan’ı Halife yapabilirlerdi… O da isterse oğullarından birini yerine halife olarak bırakabilirdi son nefesinden önce”…
Çünkü hakimiyet kayıtsız şartsız milletindi; Yargı sadece imar ve boşanma davalarına bakabilirdi...
Ama halkın seçtiği meclise ve hükümetini asla denetleyemezdi...
Bunun için ne gerekliydi?..
TSK’nın tamamen etkisizleştirilmesi, kredisinin yok edilmesi, halkın çok büyük çoğunluğu tarafından “bir katil sürüsü” gibi gösterilmesi; Yargının da TSK ile işbirliği yapan, demokrasi karşıtı, kararlarını vicdanıyla değil cüzdanıyla veren bir bir dinsizler güruhu olduğunun kanıtlanması(!)…

İyi ama Şamil…
Bu nasıl demokrat…
Bu nasıl darbe karşıtı…
Bu nasıl bağımsız yargı hayranı bir hükümetti ki…
TSK’daki emekli ya da muvazzaf general – subay ve astsubayların darbe girişimlerini ortaya ilk çıkaran, ilk mücadeleyi başlatan, ölüm tehditleri altında yaşayan ve görevini yapmaya çalışan senin gibi başarılı bir gazeteciyi, “evindeki hizmetçiden daha kolay kullandığı” kendi yargısına karşı koruyamadı…
Haydi gel daha doğrusunu söyleyeyim: Korumadı…
Bu durumda, Ak Parti’nin “Ak Parti Hükümeti orduyu din düşmanı ve darbeci göstermek istiyordu” teorisi pekâlâ akla yakın gelmiyor mu?..
Bir gazeteciyi her türlü bilgi ve belge ile destekle…
O da sana karşı darbe girişiminde bulunanların ipliğini pazara çıkarsın…
Ama sen kalk aynı gazeteciyi emrindeki yargı ile ve saçma sapan suçlamalarla sürekli hapis cezası ile “taciz” et…
İsyan haykırışlarıyla yazmaya ara verdiğini ilân ettiğindeyse hiç oralı bile olma…


Ordunun içindeki Muhbir Büyükanıt mı?..

Ve sevgili Şamil

Şimdi geleyim en önemli ve en “hazin” noktaya…
De ki TSK’dan, Emniyetten, İstihbarattan ve Yargıdan bileri de bana binlerce sayfalık dokümanlar gönderdiler...
Yaşar Büyükanıt’ın “Ordu içindeki Muhbir” olduğunu kanıtlayan belgeler verdiler…
Şimdi bir noktalı virgül ve bir hatırlatma:
Darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla tutuklanan onlarca general, darbeci olduklarına ilişkin iddiaları inkâr ettiler…
Peki ya Büyükanıt Paşa ne yaptı?..
Biliyorsun ama hatırlatayım:
27 Nisan Muhtıra’sını bizzat yazdığını itiraf etti…
Ve bırak yargılanmayı ve tutuklanmayı, kendisinden önceki genelkurmay başkanları sıradan bir otomobile mahkûm edilirken Büyükanıt milyon liralık bir zırhlı araçla korumaya alındı...
Ve şimdi de soru:
Neden?..
Acaba?...
TSK’ya yapılan yargı operasyonlarıyla ilgili bilgileri sızdıran, yeniden düzenleten “subay”, emekli orgeneral ve genelkurmay eski başkanı Yaşar Büyükanıt mı?..
Ve bütün bunlar, Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan’la yaptığı ve bir “sır” gibi gizlenen sohbetten sonra mı tezgâhlandı?..
Ve…
Bu bilgi emekli – muvazzaf bütün askerlerde var mı?..
Başbakan Erdoğan, Büyükanıt’tan aldığı istihbarata karşılık kendisine “garantili” koruma sözü mü verdi?..
İşte şimdi Dolmabahçe’de verilen söz mü yerine getiriliyor?..

Sevgili Şamil;
Büyükanıt şöyle dedi geçen gün:
“27 Nisan sürekli gündeme getiriliyor. Bu bildiri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin cumhurbaşkanlığı seçimine müdahalesi olarak yorumlanıyor. Oysa öyle değil” …
Hiçbir arkadaşımız da çıkıp:
“İyi de be Paşam; senin yaptığın sivil iktidara ve Meclis iradesine müdahale değilse; eski komutanların ve çalışma arkadaşların niye tutuklanıyorlar?.. Sakın kendini kurtarmak için onları ele vermiş olmayasın?” demediler...
Sen yazmaya devam ediyor olsaydın belki de bu soruyu da soracaktın…
Hem de Başbakan’ın gazetesinde…

Benim aklım işte burayı almıyor Şamil…
Sen bu hükümetin sivilleşme, kanun değiştirme, askeri uysallaştırma, askeri evcilleştirme, askeri sivil iktidarla “biat eder” hale getirme konularındaki bir numaralı şövalyesisin ama aynı iktidar senin gazetecilik; özgür gazetecilik yapmanı engellemek için her türlü katakulliyi çeviriyor…
Ben anlamadım lütfen bunu bana sen anlatır mısın?..
Neden?..
Pardon…
Son yazı bu değil…
Bir mektubum daha kaldı…
Sevgiyle gözlerinden öperim…

Adnan Berk Okan
adnanberkokan@gmail.com