Salih Tuna köşesinden Ahmet Taşgetiren'e çaktı: Ayıp ama çok ayıp!
Peki, Star gazetesi yazarının şu sözleri ne demek oluyor: “17-25 Aralık'ın 'yolsuzluk operasyonu' değil de bir 'darbe girişimi' olduğu kanaati, çok uzun süre, AK Parti bünyesinde bile netleşmiş bir kanaat değildir…”
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna köşesinde 15 Temmuz FETÖ'cü darbe
girişimi sonrasında tutuklanan gazeteci ve yazarların darbe
olacağını bildikleri ve bunu sublimal mesajlarla ifşa ettikleri
için değil, FETÖ ile kurdukları ilişkinin niteliği için
yargılanacaklarını anlattığı yazısında Star gazetesi yazarı Ahmet
Taşgetiren'e de ağır şekilde yüklendi.
Tuna, yazısında Taşgetiren'in bir yazısına atıf yaparak şöyle
yazdı:
Peki, Star gazetesi yazarının şu sözleri ne
demek oluyor: “17-25 Aralık'ın 'yolsuzluk
operasyonu' değil de bir 'darbe
girişimi' olduğu kanaati, çok uzun süre, AK Parti
bünyesinde bile netleşmiş bir kanaat değildir…”
Hayır, FETÖ mensuplarını 17-25 Aralık 2013 için mazur gösterme
gayretine takılmadım.
Orası ayrı…
AK Parti bünyesinde darbe girişimi olduğu
kanaati uzun süre yerleşmedi, diyor ya, fakir oraya
takıldım.
İşte Salih Tuna'nın yazısının dikkat çeken bölümler:
Çok uzun yıllardan beri önce AK Parti iktidarına,
Gezi'den beri ise neredeyse tek başına
Recep Tayyip Erdoğan'a ve en yakın çevresine
yönelik saldırılar, aslında bir darbeyi haklı ve meşru addedecek
geniş bir kitlenin yaratılmasına yönelikti...
Bu satırlar bana ait değil.
Değerli tarihçilerimizden Prof. Cemil Koçak'ın bir
söyleşisinden.
Erdoğan ve AK Parti'ye karşı
olası bir darbeyi “haklı ve meşru addedecek geniş bir
kitlenin yaratılmasında” 2011'den önce kimlerin
“hizmet” verdiği hepinizin malumu.
Ne ki, “Tehlikenin farkında mısınız” diyerek yola
çıktıktan sonra Mustafa Balbay'ı kovarak
gazetelerini FETÖ'ye “hizmete” teslim edenler de
var.
Demek ki 2011 herkes için milat değil, ve demek ki, her döneme
uygun “hizmet” görenler de var.
Ne ki, Ahmet Altan'dan Murat
Belge'ye, Hasan Cemal'den Nazlı
Ilıcak'a kadar birçok yazarçizer için 2011 tastamam bir
milat.
Zira, 2011'den önce “dünya lideri” diyerek yere
göğe sığdıramadıkları Erdoğan'a 2011'den sonra
“otoriter” veya “diktatör”
demekle de kalmayıp işi nefret söylemine kadar vardırmışlardı.
(Bunlara sonradan kimi “AKP'li fırıldaklar” da eklemlenmiş, hatta
içlerinden bir biçare, “Erdoğan 2011'den sonra diktatörleşti”
demişti.)
Bu yazarçizerlerin arasında “endişe” kamuflajlı darbe siparişi
verenler de oldu, darbeye giden yollara taş döşeyenler de!
Sözgelimi, Tarhan Erdem, 15 Temmuz darbe
kalkışmasından bir hafta evvel durduk yere sandığı ve seçimi
gayrimeşru ilan etmişti.
Altan biraderler de malum televizyon programında,
Erdoğan ve AK Parti için,
“zorla indirecekler” diyerek Nazlı
Ilıcak'ın yüzünde gülücükler açmasına neden
olmuşlardı.
Darbeyi önceden bilip darbeye uygun pozisyon almak veya darbeye
yatırım yapmak elbette ahlaksızlıktır.
Fakat darbeyi önceden bilmek FETÖ'cü olmayı gerektirmez.
FETÖ'cü kaçak Prof. Osman Özsoy 15 Temmuz'dan bir
ay önce bir televizyon programında, “Yüzde 50 desteği falan
iplemeyin” dedikten sonra 15 Temmuz'u tahayyül edercesine
şöyle sürdürmüştü: “Ben profesör olacağıma keşke bir Albay
olsaymışım mesela (…) daha çok hizmet ederdim…”
Dumanlı Zaman'ının dış politika yazarı
Kerim Balcı da, 15 Temmuz akşamı Erdoğan'ın sağ
kaldığına muttali olunca, canlı yayında nerdeyse küçük dilini
yutacaktı.
Demem o ki, bu gevşek ağızlı FETÖ'cüler darbeyi önceden
biliyorlardı. Haliyle, bunlarla kulak mesafesinde olan herkes de
darbeyi önceden bilebilirdi.
Kaldı ki, Mehmet Altan örneğinde olduğu gibi
birçoğunun da kulak mesafesinden Pensilvanya
mesafesine geçtiği bilinen bir gerçektir.
Yargıya taalluk eden mesele darbeyi önceden bilip
“subliminal mesaj” vermek değil, FETÖ'yle kurulan
ilişkinin niteliğidir.
Mesaj falan vermek nihayetinde ahlakın konusudur, ilişkinin
niteliği yargının.
“Tanırım, iyi çocuklardır” misali,
“Tanırım, FETÖ'cü değillerdir” ifadesinin yargı
nezdinde anlamı yoktur. Yargı kararı bilgi ve belgeye dayanır,
“şefaat” veya “maslahata” değil.
Şayet maslahat söz konusu olsaydı, çoktan “medeni
ölüye” dönüşmüş malum yazarçizerlere hiç dokunmamak icap
ederdi.
Yurt dışında FETÖ adına PR malzemesi olarak kullanıldıkları gibi
yurt içinde de FETÖ'ye karşı mücadeleyi geniş halk kitlesi nezdinde
itibarsızlaştırmaya çalışanların malzemesine dönüştüler.
Bunların içinde hiç sıkılmadan, “Dün Gülencilerin yaptığını
bugün Erdoğan ve AK Parti yapıyor…” diyecek kadar coşanlar
var.
Ayıptır, günahtır…
Siz nasıl olur da sahte CD'lerle, uzaktan cep telefonuna rehber
yerleştirmelerle, bilgisayarlara girerek delil üretmekle, casusluk
yoluyla donanmayı çökertmekle, velhasıl, “kumpas” kurmak
marifetiyle “devletin kılcal damarlarına” yerleşmeye çalışan FETÖ
örgütünün yaptıklarıyla, 15 Temmuz'da savaş uçağı ve tanklarla
halkı katleden FETÖ'ye Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin yaptığını
eş tutarsınız?
Hadi bu muhterem son günlerde kendi kendini iptizale uğratmakla
meşgul diyelim.
Peki, Star gazetesi yazarının şu sözleri ne demek
oluyor: “17-25 Aralık'ın 'yolsuzluk
operasyonu' değil de bir 'darbe
girişimi' olduğu kanaati, çok uzun süre, AK Parti
bünyesinde bile netleşmiş bir kanaat değildir…”
Hayır, FETÖ mensuplarını 17-25 Aralık 2013 için mazur gösterme
gayretine takılmadım.
Orası ayrı…
AK Parti bünyesinde darbe girişimi olduğu kanaati
uzun süre yerleşmedi, diyor ya, fakir oraya takıldım.
Hangi bünyeymiş bu?
AK Parti 17-25 Aralık sonrası meydanlara koşmuş,
lideriyle birlikte “yolsuzluk susturuculu” darbe girişimine karşı
çıkmıştır.
AK Parti'nin bünyesinde hiçbir muğlaklık yoktu; 17-25 Aralık'ın
darbe girişimi olduğu konusunda gayet nettiler.
Kanaati netleşmeyen “siyaset hırsızları” vardı
sadece.
Sözcü gazetesi yazarı Soner
Yalçın'ın bile dünkü yazsısında FETÖ,
“17-25 Aralık 2013'de iktidara yönelik operasyonla
örtülü bir darbeye kalkıştı” diyerek kanaatini
gayet net bir şekilde ortaya koyduğu bir dönemde…
FETÖ operasyonlarını eleştirmek sadedinde neyi
muğlaklaştırdığımızın farkında mıyız acaba?