Salih Tuna Ertuğrul Özkök'ü fena makaraya aldı
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Salih Tuna, Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök'ü fena makaraya aldı. Özkök'ü 28 Şubat haberiyle vuran Tuna, "paralel takımı" dediği medyaya da fena yüklendi.
Ertuğrul Özkök'ü hem takdir edip! hem yeren Tuna, "buna da şükür, daha beterleri de var" demeye getirerek, "paralel medyaya" çattı.
Yazısının sonunda Nazlı Ilıcak ve Ergun Babahan'a da laf söylemeyi unutmayan Salih Tuna, sizin anlayacağınız bugün sağlı sollu fena daldı.
İŞTE SALİH TUNA'NIN O YAZISI
Elemana kocaman bir alkış; hep yerden yere vuracak değiliz, güzel şeyler yaptı mı da böyle "aferin" diyeceğiz.
"Affedilemez hatasından" ötürü kendisine 2 gün yazmama cezası vermiş ya, onu diyorum.
Söz konusu "hata" için 2 gün az ama olsun, fena bir başlangıç
sayılmaz. Böyle böyle yazmayı bırakır diye umut ediyoruz.
Gerçi kendisine verdiği cezaya neden olan "hatayı" ben
yapsam kalemi hepten bırakır, insan yüzüne çıkmazdım.
Gelgelelim, öyle de yüzsüzler var ki 2 gün de bir şeydir.
E tabii, elaman da mezkur "mağfiret" gösterisiyle
"hatasını" fırsata çevirmeye çalışmış, bunu inkar
edemeyiz.
Yani, PR'ını yapmış; 2 gün yazmama cezasıyla yazacaklarına "itibar"
kazandırmaya kalkışmış, pişkinliğini, "hatasıyla" yüzleşme
özgüveniyle maskelemeye gayret etmiş, ila ahir.
Zaten sırf "hata" yaptı diye kendisine yazmama cezası verecek
karakterde olsaydı, Konyalı hasta bir çocuğun testisleri
üzerinden "Türban faciası" kotardığı yıllardan beri
yazmazdı. (Elemanın 28 Şubat sürecindeki serencamı
"hatadan" öte fecaatti, geçelim.)
Pardon, 2 gün yazmama cezasına neden olan "hatası" ne
miydi?
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'ın 30 Ağustos mesajında
kendisinden "Başkomutan" olarak bahsettiğini
yazmıştı. Hülasa, "başkomutanlık" üzerinden Sayın Cumhurbaşkanıyla
Genelkurmay Başkanı arasında fitne çıkartmak istemişti.
Halbuki, Org. Hulusi Akar o sözleri Mustafa Kemal
Paşa'nın bir konuşmasından aktarmıştı.
Gerçek ortaya çıkınca da elemanın "fitnesi" haliyle
elinde patladı.
Patlayınca da salak salak sürdürmedi, elemanın bu özelliğini
takdir etmek mecburiyetindeyiz.
Öyleleri de var ki bütün "fitneleri" ellerinde patladığı halde
aynen devam ediyorlar.
Bu konuda "paralelci takımının" eline kimsecikler su
dökemez.
Mesela, Sayın Erdoğan'ı "İrancı" ilan ettiler; İran medyası Erdoğan'ı hedefe koydu. Suriye üzerinden de İran'la "soğuk savaş" içindeyiz ama bunlar hâlâ aynı iftiralarını sağda solda sürdürüyorlar.
Hazır yeri gelmişken şuracığa minik bir parantez açalım: İran'la tarih boyunca inişli çıkışlı ilişkilerimiz olmuştur ama 17 Mayıs 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasından bugüne aramızda "sıcak çatışma" çok şükür çıkmamıştır. Bu durumu her daim muhafaza etmeliyiz.Kissinger'ın 11 Eylül saldırıları ardından sarf ettiği, "Bundan sonra çatışma Müslümanlar arasında olmalıdır" sözüne inat, bölge ülkeleriyle ittifaklar kurmalı, bölge eksenli politikalar geliştirmenin yollarını aramalıyız. Parantezi burda kapatalım ve kaldığımız yerden devam edelim.
"Paralelci takımı" uluslararası toplumda çok
kullanılışlı olduğunu düşündüğü için MİT TIRları ihanet
operasyonunu gerçekleştirdi.
Maksatları Türkiye'yi sıkıştırarak istediklerini (Erdoğan'ın
tasfiyesi) elde etmekti.
Bunun için de Türkiye'yi gözden çıkartacak kadar gözlerini
karartmışlardı.
Çünkü...
Türkiye'yi terör destekçisi ülke olarak göstermekle veya Türkiye'ye
"terörist ülke" demekle bu ülkede yaşayan Kürt-Türk, Alevi- Sünni
kim varsa, hedefe koymuş oluyorlardı.
Türkiye'yi IŞİD'le eşitlemek için yapmadıkları şebeklik kalmadı.
Türkiye ABD ile IŞİD operasyonlarına başladı, bunlar hâlâ devam
ediyorlar.
Bu dönemin Taraf'ı, Cumhuriyet gazetesini de bu amaçla
devreye soktular.
Cumhuriyet de hakkını teslim edelim, "çok kullanışlı" yayın
yapıyor.
Geçici hükümette bakanlık görevini kabul ettiği için HDP'li
Müslüm Doğan hakkında, "Bakanlığı duydu mezhebini unuttu"
sürmanşetinden TSK'nın terörle mücadele azmini kırmaya yönelik "ben
neden ölüyorum" şeklindeki o bozguncu manşete kadar envaiçeşit
psikolojik harp tekniklerini kullandı.
Cumhuriyet üzerinden dolaşıma soktukları, Türkiye'nin IŞİD'e yardım
ettiği iftirası "Paralelci takımını" kesmemiş olacak ki, Akın
İpek'inBugün'üyle aynı yalanın başka bir versiyonunu servis
ettiler.
Çok tuhaftır...
"Medyaya baskı" yaygarası için de Sözcü'lerini (mizansen olduğu her
halinden belli şekilde) hazır kıta haline getirdiler. Bu denli
senkron tutturmak da ancak "organize" olmakla mümkün. Fehmi
Koru, Yeni Şafak'ta yazdığı dönemde, Sözcü'ye tevekkeli Cemaat
gazetesi dememişti. Neyse...
Ne diyorduk, haa, eleman elinde patlayınca 2 gün kendine ceza
kesti, bunlar fasılasız şebekliğe devam ediyorlar.
Bre reziller...
IŞİD fetva yayınladı; Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı, kendilerine
karşı mücadele veriyor diye ölüm cezasına çarptırdı, siz nerden
gidiyorsunuz hâlâ.
Ne diyelim, Allah kimseyi "paralelci" yapmasın!
NOT1: Paralelcilerle temasa geçtiğinden beri Nazlı Ilıcak tanınmaz hale geldi. Geçen gün Hüseyin (Gülerce) abim twitter üzerinden bi güzel ayarını verdi. Dedi ki: "Başıma gelecek kötülüklerden biri de, Nazlı Ilıcak'tan ahlak ve haysiyet dersi almaktı... Bugün o da oldu. İhanete tutsak olanlara acıyorum."
NOT 2: Bunların gazetelerinden birinde yazmaya başlayan bir muhterem de, CHP İstanbul eski milletvekili İhsan Özkes'i eleştirmek sadedinde, bir gecede AKP'li oldu dedi. Bak muhterem, fırdöndülüğün kitabını yazacak cibilliyettesin, bari bu halinle bu konulara girme sen, bırak başkası girsin. Şuna cevap ver yeter: "O kupa Amerika'ya girsin, demiştin, o kupayla sana ne yaptılar da, 'paralel tetikçisi' oldun?.."