Sabah'ın eski Yazı İşleri Müdürü: 'O kullanışlı aptallardan biri de benim'
Sabah'ın eski Yazı İşleri Müdürü Barış Soydan, kapatılan Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili bir yazı kaleme aldı.
Soydan, kişisel blog sayfasında kaleme aldığı yazıda, o dönemde tuttuğu günlükten alıntılar yaparak, medyanın nasıl manipüle edildiğini anlattı.
İşte, Soydan'ın o yazısı:
"Meşruiyetini çoktan yitirmiş olan Ergenekon davası, Yargıtay'ın son bozma kararıyla hukuki anlamda da düşmüş oldu. Bugün çok az sahipçisi kalsa da, Ergenekon ilk gündeme geldiğinde, medyada önemli bir destek bulmuştu. O sırada Sabah'ta yazı işleri müdürüydüm. Lafı eğip bükmeye gerek yok: Evet, "kullanışlı aptallardan" biri de benim. Sabah'tan ayrıldıktan sonra bu zokayı nasıl yuttuğumuzu çok düşündüm.
Herkesin bir uyanış anı var. Benimki Dani Rodrik ve Pınar Doğan'ın, yani meslekten gazeteci olmayan, Türkiye'de bile yaşamayan iki kişinin dava dosyalarını "kazarak", Balyoz'daki delillerin çoğunun sahte olduğunu ortaya koyması oldu. Bir noktadan sonra zaten Ergenekon ve Balyoz haberleri başlangıçtaki coşkusunu yitirdi. Manşetler "görev icabı" devam etti. Bunda şaşılacak bir şey yok, Türk basın tarihi görev gereği atılan manşetlerle dolu. Garip olan bu değil, en başta, Ümraniye'deki bir gecekonduda el bombaları bulunduğunda, medyanın durumdan vazife çıkarması, iddia makamına "embedded" biçimde gazetecilik yapmasıydı.
Zokayı yutmamız için birkaç yöntem kullanıldı.
Bunlardan biri, "elleri kanlı" olduğuna dair kamuoyunda ortak kanaat bulunan isimlerin soruşturmaya dahil edilmesiydi. Böylece davanın "inandırıcılığı" artırıldı. Bir anlamda iddianame "tatlandırıldı."
Diğer yöntem, eski bir Kızılderili taktiğiydi: "Deliller" medyaya seçmece biçimde servis edildi.
Tabii, belge sayısının çokluğu da kafaları karıştırdı. Yüzlerce klasör belge, binlerce "delil" vardı. Veri yağmuru altındaydık. O günlerden birine, 27 Mart 2008'e gidelim. Günlüğüme düştüğüm not:
27 Mart 2008
Veli Küçük ve Doğu Perinçek'in polis ifadelerini getirdi bugün muhabirler. Veli Küçük, Sedat Peker'den Doğu Perinçek'e kadar geniş bir siyasi yelpazenin ağır abisiymiş, o anlaşılıyor bu ifadelerden. Doğu Perinçek, "Arz ederim" diye biten fakslar göndermiş. Sedat Peker de "emirlerinizi bekliyorum" diye seslenmiş...
Bunda hiçbir suç unsuru yok. Ama ortada "olağan şüpheliler" ve karanlık ilişkiler vardı ve sapla samanı ayırmak kolay değildi.
Bununla birlikte kuşkunun, manipülasyonu yendiği anlar da oldu.
31 Mart 2008
İlhan Selçuk'un polis ifadesini yayınlamaktan dün son anda vazgeçtik. İfadeyi Haber Merkezi'nden bir muhabir, Cumartesi günü geç saatlerde getirdi. Dün sabah baştan sona okudum, elle tutulur hiçbir şey yoktu. Selçuk'a, AK Parti'ye parti kapatma davasının açılacağını nereden öğrendiğini sormuşlar. Onun dışında bol bol gazete dedikodusu var. Selçuk'un gazetenin yazarlarını beğenmediği anlaşılıyor. "Araştırma yaptırdım, benim dışımda kimse okunmuyor", demiş bir yerde. Bunların dava dosyasında ne işi var?
Ama bu anlar elbette çok enderdi.
Bu dönemde yediğimiz zokaların en büyüğü, bence, Danıştay
saldırısı davasının Ergenekon'la birleştirilmesiydi. Böylelikle
Ergenekon, terör davası niteliği kazandı. Bu süreçte medya önemli
bir rol üstlendi. Medyaya sızdırılan haberlerle, kamuoyu buna
hazırlandı. Danıştay saldırganı Alparslan Arslan'ı,
Ergenekon sanığı emekli General Veli Küçük'le yan yana gösteren
fotoğraf bu kapsamdaydı. (Sonradan o fotoğraftaki kişinin
Arslan olmadığı ortaya çıkacaktı.)
Danıştay sanığı ve sonranın gizliği tanığı Osman Yıldırım’ın,
“Bombaları Veli Küçük’ten aldım” yönündeki ek
polis ifadesi de.
29 Nisan 2008
Ankara’da 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Danıştay
saldırganlarıyla ilgili kararının gerekçesi dün akşam açıklandı.
Mahkeme, saldırganların, Danıştay yargıçlarının türbanla (türban
takan öğretmenle) ilgili kararına kızıp, mahkemeyi bastığını
söylüyordu. Oysa bize ulaşan bilgiler, saldırgan Alparslan
Arslan’ın İstanbul’daki Ergenekon çevreleriyle tuhaf bağlantılar
içinde olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin Arslan’ın avukatlığını
yaptığı Doğuş Factoring isimli şirketin ortağı, Ergenekon tutuklusu
Muzaffer Tekin’di. Arslan’ın, Veli Küçük’le yan yana bir fotoğrafı
da vardı.
Bugün yazı işlerine bu bağlantıların mahkeme tarafından göz
ardı edildiğini söyleyen bir haber geldi. Bu haber, yarınki
gazetenin ikinci manşeti...
Zaman içinde olgunlaşan kanaatim şu: Ergenekon, aslında bir
örgüt davası falan değil, farklı devlet blokları arasında yaşanan
iktidar mücadelesinde kullanılan bir araçtı. Ergenekon
soruşturmasının başladığı 2007, çok kritik bir yıldı. İktidar
mücadelesini kimin kazanacağı daha belli olmamıştı. İki taraf da
çok sert hamleler yapıyordu. O günleri hatırlayalım:
-27 Nisan 2007'de Genelkurmay’ın sitesinde e-muhtıra
yayınlandı.
-İki ay sonra, Haziran’da Ümraniye’de bir gecekonduda
yapılan aramada el bombaları bulundu. (Ve Ergenekon
operasyonları başladı.)
-14 Mart 2008’de Yargıtay Başsavcısı, AK Parti’ye kapatma
davası açtı.
-Bir hafta sonra, 21 Mart’ta İlhan Selçuk gözaltına
alındı.
Bu olaylar arasında ilişki bulunduğunu bugün artık
görebiliyoruz. Ama o gün bunu görmek kolay değildi.
-Bu arada bizim gazeteye, Sabah’a TMSF tarafından el
konuldu. Gazete, AK Parti’ye kapatma davasına karşı cansiparene
mücadeleye başladı.
-Doğan Grubu, bu manşetler nedeniyle Sabah'a saldırıya
geçti.
-Yargıtay Başkanlar Kurulu 21 Mayıs 2008 tarihinde bir
açıklama yaparak mahkemeye yönelen eleştirileri sert bir dille
yanıtladı.
-Türbana özgürlük sağlamak amacıyla Anayasa’nın 18 ve
42’inci maddeleri değiştirildi.
-Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi, 6 Haziran 2008 tarihinde
iptal etti.
Söylemek istediğim şu: Ergenekon Davası, bu arka
plan, büyük iktidar mücadelesi hesaba katılmadan anlaşılamaz. O
zaman her şey toz dumandı, ne olup bittiğini göremiyorduk. Zokayı
yememizin bir nedeni de buydu."