Ruşen Çakır'dan sarsıcı tespitler
''Tehlikeli bir gidişat var. Bu da bende bir refleks oluşturdu. İlişkilerimi azaltıyorum.'' Bu sözler haber kaynağını ilişkilerle besleyen bir gazeteciye ait.
Söyleşimizin ikinci bölümünde
Ruşen Çakır medya dünyasını saran tehditlere dikkat çekerken acı
bir itirafta bulundu… Müge İplikçi ise ‘Türkiye’de yazar olmanın
sıkıntılarını’ anlattı…
Ruşen geçenlerde ‘Gazetecilikten sıkıldım’
gibisözler söylediniz Yazıişleri’nde ekranda… Öyle mi
gerçekten?
Evet gazetecilik uzun zamandan
beri rahatsızlık vermeye başladı. Bir grup arkadaş bir çağrı
yayınlamıştık medyanın tahakkümüne karşı. Son dönemde özellikle
medya siyaset ilişkisi, iktidar ilişkisi, nabza göre şerbet durumu
tabii rahatsızlık veriyor. Bir de kendi özel durumumda olayların
gerisinde
kalma ve tembellik var… Bu gazetecilikte çok yaygın bir şeydir.
Oturduğu yerden gazete okuyarak tahmin yürütmek, fikir yürütmek ,
gazete okuyup yorum yapmak. Ben hep uzakta durmaya çalıştım ama
buraya doğru savruluyorum. O da beni çok rahatsız ediyor.
İLİŞKİLERİMİ AZALTMAYA DOĞRU
GİDİYORUM
Yani
şu andaki mutsuzluğunuzun nedeni programdan dolayı sahada olamamak
öyle mi? Neden buraya doğru savrulma var?
Tehlikeli bir gidişat var. Ben
açıkçası herkesin her türlü görüşmesinin her türlü kayda alındığı
bir ortamda ilişkilerimi azaltmaya doğru gidiyorum. Benim gibi
mesela PKK üzerine yazılar yazan birinin bazı yazıları farklı
şekilde kullanılıyor. Bu da bende refleks oluşturdu. Şeffaf olmayan
odaklar var işin içinde. Bazen çok gürültü koparan
yazılarımı artık ntv’deki ofisimde yazıyorum. Gazetecilik
yapmak o kadar zorlaştı ki. Normalde eskiden daha çok insanla
görüşürdüm. Telefon görüşmelerimde bile kısıtlamaya gittim. O kadar
tuzak var ki her yerde. Şeffaf olmayan odak var işin içinde… Kendi
işlerine gelmeyenleri kendileri gibi düşünmeyenleri bertaraf etmek
için ellerinden geleni yapıyorlar.
EN MASUM İLİŞKİLER BİLE
ÇARPITILARAK PAS EDİLİYOR
Şimdi öyle şeyleri yapmaktan
çekiniyorum. Bunun paranoyaklık olduğunu hiç düşünmüyorum. En
olmadık en masum ilişkilerin bile çarpıtılarak pas edildiğini ve o
odakların baş malzemesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Herkes
yapıyor bunu. Tarafları görüyoruz.
Aylin Duruoğlu örneğinde yaşadık… Akıl almayacak
bir suçlamayla karşı karşıya kaldı…
Evet dolayısıyla bu çatışmaların
içine hem dahil olmayıp bu çatışmaları anlatmak istiyorum demek
aslında bir risk. Gazetecilik aslında bir risktir. Tam güvenmediğin
ilişkiyi de kurarsın oradan bir şey çıkar umuduyla ama şimdi
temkinli davranmak zorundasın. Bu bence basın özgürlüğünü tehdit
eden en önemli olaylardan biri. Öyle tehlikeli ve gayri adil
bir ortam ki bu… Başka bir gazetecinin hapse girmesine açık açık
söyleyeyim alkış tutan bir yığın gazeteci var. Kendilerine geldiği
zaman da basın özgürlüğü diyorlar.
Bugün Türk medyası üzerinde psikolojik harekat
uygulanmakta mıdır sizce?
Evet ve
maalesef bu tek yönlü bir psikolojik harekat değil. Bazı
gazetecilerin tek başına siyasi iktidarı suçlaması bu bakımdan
yetersiz kalıyor. İktidara karşı bir dizi odak ve daha ilginci
iktidarı destekler görünmekle birlikte onunla amaç ve çıkar
farklılığı içindeki bazı odaklar ve komplo teorisi gibi kaçacak
ama, bazı dış odaklar medya üzerinden Türkiye toplumunun
zihinlerini yönlendirmek için müthiş bir yarış, kavga, hatta savaş
halindeler.
TEHLİKE İÇERİDEKİ HER KESİM
İNSANDAN GELİYOR
Nereye doğru gider bu durum?
Bir yere gitmediğini biliyorum.
İçerideki her kesimden insandan geliyor. İnşallah bir yerde durur
demek daha doğru. Dışarıdan gelmiyor öyle olsa gazeteciler el ele
verir bertaraf eder. Ama içeriden geliyor ve her kesimden geliyor.
Bir kesimin suçu yok. Diyelim yazdım bir yazı. Ortada bir yerde
durmaya çalışıyorsun.
Daha
çok mu dayak yiyorsunuz ortada durunca?
Mesela Yazıişleri’ne Ergenekon’u
destekleyeni çağırıyoruz karşıdan tepki geliyor; ertesi gün
kuşkuyla bakanı çağırıyoruz örneğin öbürleri bu defa kızıyor. Kimse
‘Dün bunu çıkarttı, bugün bunu’ demiyor. Diyelim ki alıntı
yapıyoruz ya ‘Vay bu alıntıyı nasıl yaparsın’ diyor, ‘Bu alıntı
yanlış’ demiyor. Her taraf kendinden insan olsun istiyor. Ya
halbuki ben bu alıntıyı da yapıyorum seni de çağırıyorum. Zaten
birçok tartışma programında ‘o varsa ben gelmem’ polemiği
yaşanıyor. ‘Ben böyle diyorum o da böyle diyor, millet kararını
versin’ görüşü hakim.
Medyadaki kamplaşmalar nereye varacak? Bu keskin
ayrımın medyaya faturası ne oluyor?
İşte
tarafsızlık böyle bir noktada çok değer kazanıyor. Bir gazeteci
böylesine keskin ve yıpratıcı bir iktidar savaşında hiçbir tarafa
angaje olmamalı; bu tarafsız konumunun avantajlarını da kullanarak
bu savaşı olabildiğince iyi bir şekilde anlamalı ve anlatmalıdır.
Ne var ki, bir gazetecinin olmazsa olmaz özelliklerinin başında
gelmesi gerek tarafsızlık, ucuz ajitatij argümanlarla ayıp bir
şeymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sonuçta gazetecilerimizin
çoğu, şu ya da bu takımı tutar gibi, çatışan odaklardan şu ya da
bunun tarafında yer alıyorlar. Sonuçta medya ülkedeki kamplaşmayı
azaltıcı değil tırmandırıcı bir rol oynuyor.
Peki ya yazarlıkta nedir durum?
Türkiye’de yazarlığın karşılığı var mı?
İplikçi: Yok. Yazarlık meslek olarak algılanmıyor.
Bestseller değilseniz para kazanamıyorsunuz. Yurtdışında yazarlığın
bir alan olduğunu hissediyorlar. Türkiye’de ben 10 yıldır
yazıyorum. 3 yıl öncesine kadar ben ‘yazarım’ demeye çekiniyordum.
Ben yazarım dediğinizde ‘Haa iyi’ ya da ‘Ne yazıyordun sen’
diyorlar, üslup bu.
GAZETECİLER NE YAZIK Kİ EDEBİYATA
ÇOK MESAFELİ
Gazetecilerin tavırları nasıl yazarlara
karşı?
O kadar kendi halindeler ki
sadece bestseller’lara yönelik bir tavırları var. Oysa ki çok
değerli edebiyat eserleri var ama gazete gibi etkili bir mecrada
karşılık bulmaları çok zor. Charles Dickens gibi bir yazarın gazete
köşelerinde yazarak kendin, var ettiğini hatırlarsak bir öyküyü bir
gazetede yayınlamak mümkün değil bizim ülkemizde. Bırakınız onu
Vatan gibi bir gazetede yazıyorum. Vatan’ın kültür sanat sayfası
yok. Hazin çok hazin… İnsanların kitap okumaması için ellerinden
gelen her şeyi yapıyorlar. Edebiyata çok mesafeli duruyorlar
ne yazık ki gazeteci arkadaşlarımız. Ben o yüzden Ruşen’i çok
takdir ediyorum, onca siyasi arbede içerisinde her daim kitap okur;
bir edebiyat metni vardır mutlaka elinde. Edebiyat uzağımızda
değil. Bir edebiyat dergisi 1500 satsa çok seviniyoruz. Oysa bir
gazete desteklese onca acayip şeye sponsor oluyorlar… Bir evin
içine girse edebiyat çok şey değişir.
Yazarlar kendilerini çok yalnız
hissediyorlar. Hakikaten dipsiz bir kuyuda hissediyorlar. Bir sürü
pespaye yazı gazeteci kimliğiyle yazılmış ortada dolanırken; öbür
tarafta dünyayı sorgulayan düşünen insanlar yalnızlığa terk edilmiş
duruyor. Ne demek bir ülkenin yazarı sadece bestseller’sa baş tacı?
Yok böyle bir şey.
BEN MÜGE'Yİ OKUYORUM O BENİM HER
YAZDIĞIMI OKUMUYOR
Ruşen Çakır sizin edebiyatçı kimliğinizi
desteklemek için ne yapıyor?
İplikçi: Ruşen gibi biri olmasa yanımda çok
zordu. Her daim kafasında rüzgarlar esen birini herkes anlayamaz.
Hakkını vermek lazım. Bilmiyorum Ruşen benden memnun mu değil
mi?
Çakır: Ben cezaevinde çok kitap okudum.
Edebiyata yabancı değilim. Edebiyat bildiğiniz zaman rahatsız
etmiyor ne yazıp çizdiği. Ama benim yazdıklarım onu rahatsız
etdiyor mesela.
İplikçi: (Gülüyor)
Çakır: Bilmiyorum. Ben senin her yazdığını
okuyorum ama sen benim her yazdığımı okumuyorsun.
İplikçi: Bazen AKP’nin yaptıklarını
destekleyen şeyler yazdığında evet ona kızıyorum.
Demek ki ilk eleştiri içeriden
geliyormuş size..
Ben onlara karşı şerbetliyim.
‘Yüzde 99 cumhurbaşkanı Gül’ dedim diye beni eleştiren çok oldu.
Ben Gül’ün performansından pişman değilim. Gerçekten AKP grubu
içerisinden olabilecek daha iyi bir cumhurbaşkanı var mıydı emin
değilim. Ben şöyle bir cümle kurmuştum ‘Ben sevindim ama onun
sevindiğinden emin değilim’ demiştim. Başbakanlık bekliyordu çünkü.
‘Gül buradan dönmez’ diye yazdım.
MEDYADA ÇETELER VAR ÖZELLİKLE
İSTANBUL’DA
Medyada 2009’u nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Medyada şimdi yeni bir şey var.
Yeni dönemde. İstanbul’da özellikle. Çeteler var. Birbirleriyle
kavga edip birbirlerini pohpohluyorlar. Her gün
heyecanlanarak okuduğum çok fazla yazı yok. Heyecalanmanın dışında
bana bir şey öğreten yazan çizen insan sayısı çok az. Çok insanın
önceden ne yazacağını kestiriyorum. Var muhakkak. Arkadaşım Kadri
Gürsel (Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı) son dönemde medyada
farklı, belli bir birikimi olan bir yere oturdu. Ki konuşmazdık.
Yazdığı yazıların çoğuna katılmıyorum.
Neden konuşmazdınız?
Kavgamız oldu. Artıhaberde
beraber çalıştığımız dönemde. Kadri hakikaten yazar olarak
kazanılan önemli bir isim oldu. Babamın cenazesinde
barışmıştık.
Peki
ya Taraf? Habertürk?
Taraf önemsediğim bir gazete
değil. Habertürk sıfırdan yeni yazarlar aldılar bence
tutulur.
Medyadaki dengeler açısından ne olacak? Doğan
grubundaki satış olursa nasıl yansır?
Daha kötü olacak. Eden buluyor.
Türkiye’de medya ortamının bugüne gelmesinde Doğan grubunun payı
var. Ben yıllarca Doğan grubunda çalıştım. Özkök’ün alınması da geç
kalınmış bir karar bence.
Siz
şifreleri doğru okuyan bir gazetecisiniz. Bunun sırrı
nedir?
Şifre okumak
değil “anlamak” ve “anlayabildiğim kadar anlatmak” derdim var.
Kaldı ki yaşadığımız birçok olay, çok karmaşık görünse ya da
gerçekten böyle olsalar bile hiç de anlaşılmaz değil. Bu yüzden
“şifre okumak” değil de tarafsız, önyargısız bir şekilde olup
biteni anlamaya çalışmak yeterli olabilir. Ben de onu yapmaya
çalışıyorum.
Eskiden Uğur Mumcu gazeteciliği denirdi... Şimdi
adı bile anılmıyor. Bugün hangi tür gazetecilik, yazarlık
makbul?
Uğur Mumcu ile
sola bakışta ciddi farklılıklarımız vardı fakat kendisinin, yakın
tarihimizin en büyük ve etkili araştırmacı gazetecisi olduğunu
düşünüyorum. O tarihte de Mumcu gibi isimler fazla yoktu, bugün
iyice azaldı. Günümüzde gazetecilik maalesef haber boyutu öne
çıkarılarak yapılmıyor. Gazeteci merak eder, sorar, araştırır,
öğrenir ve aktarır. Ama son dönemde zaten bildiğini, düşündüğünü
doğrulamak için gazetecilik yapılır oldu. Bu nedenle beğenilmeyen
gerçekler ya görmezden geliniyor ya da geri plana itiliyor.
AK Parti iktidarı medyayı değiştirdi mi, nasıl
değiştirdi?
Bütün
iktidarlar değiştirmiş, en azından değiştirmek istemiştir.
AKP’lilerin, daha RP’nin ilk yıllarından beri gelen bir medya
tecrübesi ve görmek istedikleri hesapları var. Bu hesapların bir
kısmını gördüler, yakın zamanda da epey göreceğe benziyorlar. Fakat
bütün bunlardan, tamamıyla AKP’nin denetiminde bir medya ortamı
çıkmaz. Eğer AKP böyle bir arayış içindeyse boşuna enerji harcamış
olur. Kaldı ki R. Tayyip Erdoğan’ın siyasi serüveni bu ülkede
“medya sayesinde” değil, “medyaya rağmen”, hatta “medyaya karşı”
siyasetin daha sonuç alıcı olduğunu gösterdi. Diğer bir deyişle,
eğer bir siyasi parti medyayı büyük ölçüde denetim altına alırsa
sonu da çok yakında demektir