Ruşen Çakır anlattı: 'Cemaat her şeye rağmen ayakta kalabilir mi?'
Ruşen Çakır, "Hasar Tespit Raporu" yaptığı analizinde Gülen Cemaat'i ile hükümetin iktidar savaşının bittiğini artık cemaatin tesfiye sürecinin başladığını anlattı
GAZETECİLER.COM -
Periscope üzerinden canlı olarak yaptığı yayında Fethullah Gülen Cemaati ile AKP Hükümeti arasındaki savaşın geldiği son durumu ele alan Ruşen Çakır, "Hasar Tespit Raporu" olarak değerlendirdiği analizinde "Eskiden iktidar savaşı diyordum, gelinen aşamada, Gülen Cemaatini tasfiyesi ve Cemaatin var kalma çabası söz konusu" yorumunu yaptı.
Erdoğan'ın "inlerine gireceğiz" sözünün başlangıçta çok olası görülmediğini ancak dersaneler, Adalet mekanizmasındaki savcı ve hakimlere yönelik operasyonlar son olarak da İpek-Koza şirketlerine yönelik operasyon ile bu sözün hayata geçirildiğini söyleyen Ruşen Çakır, cemaat ile mücadelede iktidara "yeni akıllar veren" bir takım yeni isimlerin desteğinin başladığını, bunun da daha başarılı olmasını sağladığını, cemaatin tamamen savunma haline geçtiğini söyledi.
Kendisinin sırf gazeteci olduğu için Cemaatin kurduğu komplolara maruz kaldığını anımsatan Çakır, kendisinin hiç bir cemaat ile sorunu olmadığını, bugün ise yaşananları yorumlamaya çalıştığını anlattı.
Cemaatin kendini savunma konusunda zorluk çektiğini anlatan Çakır, Zaman'ın kampanyasını ise "Emre Uslu'nun olduğu bir ortamda Türkiye'de basın özgürlüğü savunusu yapmanın inandırıcılığının olacağını hiçbir şekilde düşünmüyorum. Türkiye'de gazetecilerin işlerinden olması, hapse atılması konusunda üstün çabalar sarf etmiş insanların hiçbir şey olmamış gibi bugün basın özgürlüğünü savunmasının bir samimiyeti yok gerçekten" diyerek eleştirdi.
Geçmişte Cemaatin Ergenekon sürecinde yaptığına benzer hamleler yapan Hükümetin Cemaat'e yönelik operasyonlar yaptığını anlatan Çakır, ABD'nin ise Cemaatin arkasında olmadığını ama karşısında da olmadığını söyledi.
Cemaatin Türkiye'deki gücünün giderek azaldığını, yurt dışındaki gücünün de azalmaya başladığını, bunun bir süre sonra ABD'nin desteğini çekmesine yola açabileceğini anlattı.
Cemaatin ayakta kalabilmesi için Türkiye'de kendisine güçlü müttefikler bulması gerekeceğini anlatan Çakır, siyasi partilerden elde edeceği gücün bir işe yaramayacağını aktardı. Cemaat ile ilişkiye giren siyasi grupların kaybetmekte olduğunu, yerel seçimler sürecinde bunun göründüğünü, bunun için de siyasi hareketlerin ders çıkardığını söyledi.
Cemaatin geçmişle hiç bir şekilde yüzleşmediğini, Gülen'in hala "siz hep doğru yaptınız, yolunuzdan sapmayın" dediğini cemaatin yüzleşmek gibi bir derdi olmadığını anlattı. Bilici'nin olayın cemaat, hükümet kavgası değil demokrasi mücadelesi olduğunu anlatan yazısını eleştiren Çakır, AKP'nin otoriterleşmesinin ayrı, cemaat ile mücadelenin ise bambaşka bir şey olduğunu anlattı. Cemaatin etkisi azaldığı için destek bulmak amacı ile demokrasi söylemini önplana çıkardığını söyledi.
Diğer cemaatlerin, kendilerini elitist bir şekilde gören Gülen Cemaati ile mücadelede hükümetin bu durumdan yararlandığını anlatan Çakır, Cemaat içi tasfiye sürecinin hızlanacağını, Cemaat içerisinde birtakım çözülmeler olacağını söyledi.
Medya ile ilgili süreci de Ruşen Çakır şöyle değerlendirdi: "Şu anda iktidara yakın medyada ve gazeteciler içerisinde kıran kırana bir savaş var aslında, çok ciddi bir savaş var. Burada da bu başlayacak ve insanlar birbirlerini Cemaat ile ilişkileri üzerinden tasfiye etmeye çalışacaklar, bu sürüp gidecek."
İşte Ruşen Çakır'ın Periscope yayınında anlattıkları:
Çok net bir durum var; aradan geçen zaman içerisinde, beni takip edenler bilir, hasar tespit raporları yapıyordum, bu sonuncu rapor olacak ama arada çok büyük bir fark var.
Eskiden, yakın bir zamana kadar yaşanan mücadeleye, savaşa iktidar savaşı adını veriyordum. Ama artık çok farklı bir aşamaya gelmiş durumdayız. İktidar savaşı yerine hükümetin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, esas olarak ve AKP Hükümetinin Gülen Cemaatini tasfiyesi, tasfiye çabası; buna karşılık da Gülen cemaatinin var kalma çabası söz konusu artık.
AKP İktidarının Cemaat tarafından tehdit edilmesi gibi bir durum bir müddettir yaşanmıyor, özellikle son seçimle beraber bu iyice netleşti. Bu seçimde eğer koalisyon çıkmış olsaydı koalisyonun AKP dışındaki ortağı üzerinden Gülen cemaatinin bir şekilde iktidara yakın olma çabası olabilirdi, ama böyle bir durum olmadı.
Görüyoruz ki bu savaş çıktığından beri girilen bütün seçimler Fethullah Gülen cemaati için bir umut oldu. Yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve peş peşe gelen iki genel seçimde, Gülen cemaati Tayyip Erdoğan ve AKP karşıtı parti ve adayları destekledi. 7 Haziran'da olduğu gibi bazı yerlerde bağımsız aday çıkarttı. Yerel seçimlerde AKP karşısında kim güçlüyse ona destek verme çizgisini izledi. En son seçimde de AKP'nin karşısında olan partilerden CHP'ye, MHP'ye hatta HDP'ye belli ölçülerde desteğin gittiğini gördük, ama bunların hepsinde 7 Haziran'daki parantezi saymazsak AKP başarılı oldu, Tayyip Erdoğan başarılı oldu ve Gülen cemaati başarısız oldu.
Dolayısıyla artık bir iktidardaki varlığını koruma gibi bir durum yok, var kalma çabası var. Çünkü biliyoruz ki iktidar içerisindeki, bürokrasi içerisindeki yapılanmaları teker teker tasfiye ediliyor. Geride belki de en çok ordu içerisindeki cemaat yapılanması kalıyor, henüz sıra ona gelmedi ama pekâlâ ona da gelebilir.
Şunun altını çizmek lazım; bu ilk olay başladığı zaman, Recep Tayyip Erdoğan o zaman Başbakandı, "inlerine gireceğiz" demişti ve bunu defalarca söylemişti. Bu uzun bir süre, pek ayakları yere basan bir önerme gibi değildi, ama bir süre sonra, tabii in benzetmesi çok uygun değil, doğru değil ama cemaatin en temel yerlerine, en temel alanlarına saldırılar oldu. Özellikle Koza-İpek Grubu'na yapılan saldırı, baskın, kayyum ataması, daha önce dershanelerde oldu, kısmen geçiştirildi; ardından şirketlere yönelik, savcılara, hâkimlere yönelik ve devam eden uygulamalar. Şunu söyleyebilirim, belli bir süredir AKP'nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başını çektiği siyasi iktidarın Gülen cemaatine yönelik stratejisinde çok köklü bir değişiklik var. İşin içerisinde bir yenilenme var, yeni bir strateji hayata geçiriliyor. Kimler olduğunu bilmiyorum ama bu işin içerisine, yani Cemaat ile mücadelenin içerisine ciddi bir şekilde yeni akıllar dahil olmuş, yeni katkılar gelmiş, büyük ihtimalle cemaatin içerisinde olup iktidarla işbirliği yapan bilmediğimiz isimler olabilir. Bilemiyorum, ama hükümetin Cemaat'e karşı stratejisinde, elimde somut bir veri yok ama gözlemlerime göre şunu söyleyebilirim ki yeni bir perspektif var. Daha etkili oluyor, daha başarılı oluyor. Cemaat'in artık kendini savunmak dışında hiçbir şansı kalmadı, tamamen savunmada.
Bu arada benim Cemaat ile sorunum olduğunu söyleyenler var, öyle notlar var; benim hiçbir cemaatle bir sorunum yok. Ama Fethullah Gülen cemaatinin düne kadar birçok kişiyle sorunu vardı; bunlardan birisi de bendim. Sırf gazeteci olduğum için Gülen cemaati bana da komplo kurmak istemişti, bunları unutmak mümkün değil. Ama ben olabildiğince serinkanlı bir şekilde Cemaat ile hükümet arasındaki savaşı gazeteci olarak anlatmak istiyorum, kimsenin yanında falan değilim, kimsenin karşısında da değilim. Aralarındaki savaşı anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum, ama tekrar söylüyorum Gülen cemaatinin tarihi hükümetin kendisine saldırmasıyla başlamadı, çok daha köklü bir hareketten bahsediyoruz. İsteyen benim bu konuda yazdığım yayınlara, kitaplara bakabilir.
Burada çok önemli bir yol ayrımında gerçekten Cemaat: Cemaat artık var kalma derdinde. Bakıyoruz Samanyolu Televizyonu programları kaldırdı. Bugün Cumhuriyet Gazetesi'nde bir röportajda kendilerinin de kayyum beklentisi içerisinde olduğunu söylediler. Reklam verenlerin üzerinde hükümetin çok ciddi baskısı olduğunu söylediler. Bunlar hiç şaşırtıcı değil. TUSKON'a ve bağlı kuruluşlara, ki cemaatin işadamları kuruluşuna yönelik çok ciddi baskılar var. Bu adım adım çemberi daraltan Cemaat'in yaşam alanlarını sınırlamaya çalışan bir operasyonu hükümet ciddi bir şekilde yürütüyor. Cemaat'in okullarına, üniversitelerine, liselerine yönelik de birtakım yaptırımların olabileceğini görüyoruz, bugüne kadar irili ufaklı küçük şeyler de oldu.
Burada çok net bir şey var; Cemaat gerçekten kendini savunma konusunda çok bocalıyor. Bugün Zaman Gazetesi'nin birinci sayfasında bir kampanya var, "destek büyüyor, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, medya özgürlüğüne birlikte sahip çıkalım" diye bir kampanya başlattılar. Sol çevrelerinden, Kürt hareketinden desteklerin olduğu bir imza kampanyası var ve kendilerine destekçi bulmaya çalışıyorlar. Eskiden olsa çok daha fazla bulurlardı, ama eskiden böyle kampanyalar yapmazlardı. Eskiden bu tür kampanyalar Cemaat'e karşı yapılırdı. Çünkü Cemaat Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda çok kötü bir sicile sahip. İşin ilginç tarafı burada imza listesinde olan bazı isimler de geçmişte çok açık sabıkaları olan insanlar. Tek bir örnek yeterli olabilir: Adını Emrullah olarak veren Emre Uslu'nun olduğu bir ortamda Türkiye'de basın özgürlüğü savunusu yapmanın inandırıcılığının olacağını hiçbir şekilde düşünmüyorum. Türkiye'de gazetecilerin işlerinden olması, hapse atılması konusunda üstün çabalar sarf etmiş insanların hiçbir şey olmamış gibi bugün basın özgürlüğünü savunmasının bir samimiyeti yok gerçekten. Başka isimler de var ama tek bir isimin de yeterli olduğunu söyleyebilirim.
Bu baskınlar hukuki mi? Tam olarak hukuki olduğu söylenemez, tıpkı geçmişte cemaatin yürüttüğü baskınlar gibi aslında. Söyledim ya hükümetin stratejisinde bayağı bir değişiklik var, bayağı etkili oluyor. Tıpkı Ergenekon sürecinde Cemaat'in yaptığına benzer şekilde etkili hamleler yapmaya başladı. Burada hukuk en son aranan şey oluyor, öncellikle siyasi bir hedef oluyor. "Amerika Birleşik Devletleri Cemaat'in arkasında mı?" diye bir soru var. Karşısında olmadığını biliyoruz. Ama arkasında durmaya daha ne kadar devam edecek bu şüpheli. Her şey bir yana Fethullah Gülen yıllardır ABD'de yaşıyor ve son dönemde hükümetin bütün baskılarına rağmen ABD Fethullah Gülen'in oradaki varlığını engellemedi, bu yola gitmedi ama bu daha ne kadar sürer bilemiyorum. Çünkü sonuçta Cemaat'in Türkiye'de gücü giderek azalıyor, yurtdışındaki gücüne, okulları vs.'ye yönelik de hükümetin çok ciddi birtakım uygulamaları var. Sonuçta Washington bir kâr-zarar hesabı yaparsa Cemaat'i bir yerden sonra eskisi kadar destekleme yoluna gitmeyecektir.
"Cemaat'in Kürtlere yaklaşımı değişti mi?" diye bir soru var. Değişmiş gibi yapıyorlar ama ben sanmıyorum değiştiğini, çünkü Cemaat'in birtakım sözcüleri hâlâ Kürt hareketine yönelik çok saldırgan bir üslup kullanabiliyorlar. Buna karşılık son dönemde Kürt hareketiyle Cemaat arasında eskisi gibi bir çatışmanın olmadığını görüyoruz. Bu noktada Selahattin Demirtaş'ın Bugün Gazetesi ve televizyona yaptığı, kayyum ataması sırasındaki destek ziyaretinin başlı başına çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.
"Cemaat nasıl ayakta kalabilir?" Her şeyden önce Türkiye'de kendisine güçlü müttefikler bulması gerekir. Ama son seçim sonuçlarında görüldü ki Türkiye'de AKP dışındaki siyasi partiler çok ciddi bir krizin içerisindeler. 7 Haziran'da böyle değildi ama 1 Kasım'da böyle oldu. Dolayısıyla Cemaat'in siyasi partilerden bulacağı desteklerin belli bir yere kadar etkisi olur, belli bir yerden sonra çok da fazla işine yaramayacaktır. Bir diğer husus da şu, Cemaat ile bir şekilde ilişkisi olan yapılar da Cemaat ile birlikte çok kötü sonuçlara uğradılar. Kaba bir benzetmeyle, yüzme bilmeyen birinin, kendisini kurtarmaya çalışanları da boğulmaya çekmesi gibi durumlar yaşanıyor. Son seçimde de bunu gördük, özellikle daha önceki yerel seçimde bunu çok net bir şekilde görmüştük. Bundan birilerinin ders çıkarttığını ve Cemaat ile aralarını, mesafelerini açmaya başladıklarını görüyoruz. Ama buna rağmen hâlâ Cemaat'e, basın özgürlüğü gibi konular üzerinden destek vermeye çalışanların da çok fazla etkili olabileceklerini açıkçası sanmıyorum.
Ortada çok ciddi bir mesele var; Cemaat geçmişte yaptıklarıyla hiçbir şekilde yüzleşmedi, yüzleşmeyecek, artık böyle bir beklenti içerisinde de değiliz, olamayız, hiçbir anlamı yok. Fethullah Gülen'in yaptığı açıklamaların hepsinde sürekli olarak, "Siz hep doğru yaptınız, hep doğru yoldasınız, yolunuzdan sapmayın sabredin," diyor; karşı tarafın, kendilerine asılsız suçlamalar yönelttiğini söylüyor ve onlara yönelik beddualar ediyor. Buradan da görüyoruz ki Cemaat'in kendisiyle yüzleşme gibi bir derdi yok. Bugün Zaman gazetesinin yeni Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici de, olayın Cemaat-Hükümet kavgası olmadığını, bir demokrasi mücadelesi olduğunu söylemeye çalışıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ve Tayyip Erdoğan'ın otoriterleşmesi iddiaları ayrıdır, Cemaat ile olan mücadeleleri de ayrıdır. Bu cemaatle mücadele edip bundan başarılı çıktığı ölçüde de otoriterleşmesinin arttığı da muhakkak, ancak şunu karıştırmamak lazım: Cemaat ile hükümetin, iktidarın mücadelesi bambaşka bir şey; bambaşka bir hesabı güdüyorlar. Ve yakın bir zamana kadar üçüncü şahısları karıştırmadıkları bir ilişkiydi aralarındaki ilişki. Şimdi Cemaat etkisi azaldığı için kendilerine başkalarından destek sağlamaya çalışıyorlar.
Bir başka boyut da şu: Türkiye'de zaten Gülen cemaati öteden beri İslami camia içerisinde kendine elitist bir yer seçerdi ve diğer cemaatlerle ilişkileri hep mesafeliydi. Dolayısıyla da diğer cemaatler Gülen Cemaati'ne yönelik kıskançlık, hasetlik, öfke ve intikam duygularıyla hareket ederlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cemaat ile savaşında bundan çok ciddi bir şekilde istifade ettiğini biliyoruz. Bugün Türkiye'de Fethullah Gülen cemaatinin yanında duran İslami yapılanma, grup sayısı yok denecek kadar az, var olanların da çok fazla bir etkisi yok. Buradan ne çıkar? Buradan Cemaat'in tasfiye sürecinin hızlanması çıkar, Cemaat içerisinde birtakım çözülmeler olur.
Bir soru geldi. Samanyolu Grubu'na el koyma, bugün kendilerinin de Cumhuriyet'teki röportajda söylediği gibi pekâlâ mümkün olabilir. Koza-İpek Grubu'na olduğu gibi onlara da olabilir. Bütün alanları Cemaat'e daraltma yoluna gidebilirler, ama bunun AKP'ye de Tayyip Erdoğan'a da uzun vadede yararlı olacağını sanmıyorum; çünkü defalarca söylediğim gibi, bu savaş Türkiye'deki İslami hareketin birikimlerinin tüketilmesinden başka bir şey değil. Bu savaşın artık İslam, İslamcılık vs. ile hiçbir şekilde alakası yok.
Kayyumlarla ilgili, hukuki mi değil mi şeklinde sorular var. Tabii ki değil, ama geçmişte Cemaat'in yaptıkları da hukuki değildi; her iki tarafın tam birbirlerinin anladıkları dilden savaştığı bir durum var. Tabii ki her türlü hukuksuzluğa, basın özgürlüğüne yönelik hilelere karşı çıkmak gerekiyor. Ama şunları da sorgulamak gerekiyor: Zekeriya Öz ve diğer savcılar nasıl bu kadar organize bir şekilde, tereyağından kıl çeker gibi, çekip gittiler, kendilerine hiç kimse dokunamadı. Yıllardır Gülen cemaati devlet içerisinde bir yapılanmaları olmadığını iddia ediyorlar, kendilerine addedilen paralel devlet iddiasını boşa çıkarmaya çalışıyorlar. Ama sırf bu olay bile savcıların birlikte ya da eşzamanlı olarak hareket edebilmeleri, Türkiye'den hiç zorlanmadan çekip gitmeleri bile başlı başına büyük bir organizasyonun varlığını bize gösteriyor.
Olayın bir diğer boyutu şu: Gülen cemaatinin etkisinin azalması ve kamuoyundaki desteğinin giderek azalmasıyla birlikte bu iş artık hükümetin elinde bir alete dönüştü. Herkese paralel yakıştırmasında bulunmaya başladılar; tıpkı Soğuk Savaş döneminde herkese komünist denmesi gibi Türkiye'de de olan buydu. En son Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibi AKP'nin önde gelen isimlerine yönelik saldırılarında da gördük bunu. İddianamede adları geçiyor. Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik'in paralelci oldukları söyleniyor, ki o dönemleri yakından yaşamış birisi olarak kendilerinin böyle bir özelliklerinin olmadığını, tam tersine Cemaat'in AKP ile iktidarda ittifak olduğu, acımasızca insanlara saldırdığı dönemde, Cemaat'in hunharlıklarını belli ölçülerde frenlemede çaba sarf ettiklerini biliyorum. O dönemde Cemaat'e kayıtsız şartsız destek veren AKP'li bazı isimlerin bugün en sıkı düşmanı olduklarını da biliyoruz. İsimlere gerek yok, onları zaten herkes biliyor. Bu nokta önemli yalnız, beğenmedikleri herkese bu suçlamayı yapıştırmaya çalışıyorlar. Şimdi Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik, ardından mutlaka Abdullah Gül gelecektir. Zaten Abdullah Gül onlarla beraber, yakın duruyor.
Kendi içlerindeki tasfiyede, medyada da bu olacak. Şu anda iktidara yakın medyada ve gazeteciler içerisinde kıran kırana bir savaş var aslında, çok ciddi bir savaş var. Burada da bu başlayacak ve insanlar birbirlerini Cemaat ile ilişkileri üzerinden tasfiye etmeye çalışacaklar, bu sürüp gidecek.
Bu arada cemaat ne yapacak? Cemaat iyice küçülecek, var kalmaya çalışacak, güçlerinin bir kısmını herhalde yurtdışına kaydıracak ve faaliyetlerini ağırlıklı olarak yurtdışında yürütmeye çalışacak.
Aydınlık'la ilgili sorular var. Aydınlık çizgisinin, yani eski İşçi Partisi yeni Vatan Partisi'nin bugün hükümetle yakın gibi duruyor olması olabilir. Böyle şeyler olur. Ama biliyoruz ki Tayyip Erdoğan dönem dönem hep birileriyle yan yana, hep birileriyle farklı farklı olabiliyor ve genellikle de kendisiyle beraber hareket eden bazı isimleri zaman içerisinde, tıpkı Cemaat ile bugün olduğu gibi tasfiye ettiğini biliyoruz. Tayyip Erdoğan'ın ittifak kurup daha sonra karşısına aldığı, düşmanlaştırdığı ve kriminalize ettiği insanlar, gruplar listesi on üç yılda bayağı kabardı. Dolayısıyla hiçbir şekilde yanında gözükmemiş yeni birtakım isimlerin de buna eklemlendiğini görebiliriz. Ama bunun çok fazla anlamı yok, çünkü Tayyip Erdoğan burada Cemaat ile olan savaşını her şeyin önüne koyuyor; hem cemaatten çok çekindiği, Cemaat'in devlet içerisindeki gerçek gücünü iyi bildiği için, hem de Cemaat ile mücadelenin aslında kendisinin işini kolaylaştırdığı için.
Şöyle bir olayla noktalayalım. Seçimden hemen önce Koza-İpek Grubu'na yapılan baskının ardından hükümete yakın bazı isimler bunun yanlış olduğunu, seçimde AKP'yi olumsuz etkileyeceğini, hatta birtakım insanların bunu komplo amacıyla yaptırmış olabileceğini söylediler. Yani seçime iki-üç gün kala böyle bir olayın yaşanmasının AKP'ye zarar vereceğini öne sürdüler. Ama tam tersi oldu. Yüzde 49'u aşan oy oranında bu baskın olayının da etkisi olduğunu düşünüyorum; çünkü orada bir güç gösterisi vardı ve bu güç gösterisi Türkiye'de seçmenin bir kesimini kolaylıkla cezbetti.
Dolayısıyla diğer iki seçimde, yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde paralelle mücadeleyi öne çıkartan, 7 Haziran'da ise Cemaat'i değil de PKK'yı ve HDP'yi karşısına alarak etkisiz olan, başarısızlığa uğrayan AKP bu seçimde Cemaat'i bir ölçüde tekrar gündemine aldı. Tahmin ediyorum ki bundan sonra Türkiye'de Cemaat çok ciddi bir şekilde yine hükümetin gündeminde olacak. Sürekli Cemaat'e yönelik dalga dalga baskınlar söz konusu olacak ve bu arada Cemaat ile şöyle ya da böyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle AKP içinden ve dışından, diğer medya kuruluşlarından, sermaye çevrelerinden bazı yerlere yönelik saldırıların gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.
Bu noktadan sonra Cemaat var kalabilir mi? Bütün bu baskılar karşısında varlığını sürdürebilir mi? Şu aşamada çok zor görünüyor, ama çok güçlü bir yapı söz konusu, kolay kolay sonlandırılabilecek, tasfiye edilebilecek bir yapı olmadığını da biliyoruz. İlerde bu konuyu daha detaylı olarak tekrar tartışacağız.
Periscope üzerinden canlı olarak yaptığı yayında Fethullah Gülen Cemaati ile AKP Hükümeti arasındaki savaşın geldiği son durumu ele alan Ruşen Çakır, "Hasar Tespit Raporu" olarak değerlendirdiği analizinde "Eskiden iktidar savaşı diyordum, gelinen aşamada, Gülen Cemaatini tasfiyesi ve Cemaatin var kalma çabası söz konusu" yorumunu yaptı.
Erdoğan'ın "inlerine gireceğiz" sözünün başlangıçta çok olası görülmediğini ancak dersaneler, Adalet mekanizmasındaki savcı ve hakimlere yönelik operasyonlar son olarak da İpek-Koza şirketlerine yönelik operasyon ile bu sözün hayata geçirildiğini söyleyen Ruşen Çakır, cemaat ile mücadelede iktidara "yeni akıllar veren" bir takım yeni isimlerin desteğinin başladığını, bunun da daha başarılı olmasını sağladığını, cemaatin tamamen savunma haline geçtiğini söyledi.
Kendisinin sırf gazeteci olduğu için Cemaatin kurduğu komplolara maruz kaldığını anımsatan Çakır, kendisinin hiç bir cemaat ile sorunu olmadığını, bugün ise yaşananları yorumlamaya çalıştığını anlattı.
Cemaatin kendini savunma konusunda zorluk çektiğini anlatan Çakır, Zaman'ın kampanyasını ise "Emre Uslu'nun olduğu bir ortamda Türkiye'de basın özgürlüğü savunusu yapmanın inandırıcılığının olacağını hiçbir şekilde düşünmüyorum. Türkiye'de gazetecilerin işlerinden olması, hapse atılması konusunda üstün çabalar sarf etmiş insanların hiçbir şey olmamış gibi bugün basın özgürlüğünü savunmasının bir samimiyeti yok gerçekten" diyerek eleştirdi.
Geçmişte Cemaatin Ergenekon sürecinde yaptığına benzer hamleler yapan Hükümetin Cemaat'e yönelik operasyonlar yaptığını anlatan Çakır, ABD'nin ise Cemaatin arkasında olmadığını ama karşısında da olmadığını söyledi.
Cemaatin Türkiye'deki gücünün giderek azaldığını, yurt dışındaki gücünün de azalmaya başladığını, bunun bir süre sonra ABD'nin desteğini çekmesine yola açabileceğini anlattı.
Cemaatin ayakta kalabilmesi için Türkiye'de kendisine güçlü müttefikler bulması gerekeceğini anlatan Çakır, siyasi partilerden elde edeceği gücün bir işe yaramayacağını aktardı. Cemaat ile ilişkiye giren siyasi grupların kaybetmekte olduğunu, yerel seçimler sürecinde bunun göründüğünü, bunun için de siyasi hareketlerin ders çıkardığını söyledi.
Cemaatin geçmişle hiç bir şekilde yüzleşmediğini, Gülen'in hala "siz hep doğru yaptınız, yolunuzdan sapmayın" dediğini cemaatin yüzleşmek gibi bir derdi olmadığını anlattı. Bilici'nin olayın cemaat, hükümet kavgası değil demokrasi mücadelesi olduğunu anlatan yazısını eleştiren Çakır, AKP'nin otoriterleşmesinin ayrı, cemaat ile mücadelenin ise bambaşka bir şey olduğunu anlattı. Cemaatin etkisi azaldığı için destek bulmak amacı ile demokrasi söylemini önplana çıkardığını söyledi.
Diğer cemaatlerin, kendilerini elitist bir şekilde gören Gülen Cemaati ile mücadelede hükümetin bu durumdan yararlandığını anlatan Çakır, Cemaat içi tasfiye sürecinin hızlanacağını, Cemaat içerisinde birtakım çözülmeler olacağını söyledi.
Medya ile ilgili süreci de Ruşen Çakır şöyle değerlendirdi: "Şu anda iktidara yakın medyada ve gazeteciler içerisinde kıran kırana bir savaş var aslında, çok ciddi bir savaş var. Burada da bu başlayacak ve insanlar birbirlerini Cemaat ile ilişkileri üzerinden tasfiye etmeye çalışacaklar, bu sürüp gidecek."
İşte Ruşen Çakır'ın Periscope yayınında anlattıkları:
Çok net bir durum var; aradan geçen zaman içerisinde, beni takip edenler bilir, hasar tespit raporları yapıyordum, bu sonuncu rapor olacak ama arada çok büyük bir fark var.
Eskiden, yakın bir zamana kadar yaşanan mücadeleye, savaşa iktidar savaşı adını veriyordum. Ama artık çok farklı bir aşamaya gelmiş durumdayız. İktidar savaşı yerine hükümetin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, esas olarak ve AKP Hükümetinin Gülen Cemaatini tasfiyesi, tasfiye çabası; buna karşılık da Gülen cemaatinin var kalma çabası söz konusu artık.
AKP İktidarının Cemaat tarafından tehdit edilmesi gibi bir durum bir müddettir yaşanmıyor, özellikle son seçimle beraber bu iyice netleşti. Bu seçimde eğer koalisyon çıkmış olsaydı koalisyonun AKP dışındaki ortağı üzerinden Gülen cemaatinin bir şekilde iktidara yakın olma çabası olabilirdi, ama böyle bir durum olmadı.
Görüyoruz ki bu savaş çıktığından beri girilen bütün seçimler Fethullah Gülen cemaati için bir umut oldu. Yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve peş peşe gelen iki genel seçimde, Gülen cemaati Tayyip Erdoğan ve AKP karşıtı parti ve adayları destekledi. 7 Haziran'da olduğu gibi bazı yerlerde bağımsız aday çıkarttı. Yerel seçimlerde AKP karşısında kim güçlüyse ona destek verme çizgisini izledi. En son seçimde de AKP'nin karşısında olan partilerden CHP'ye, MHP'ye hatta HDP'ye belli ölçülerde desteğin gittiğini gördük, ama bunların hepsinde 7 Haziran'daki parantezi saymazsak AKP başarılı oldu, Tayyip Erdoğan başarılı oldu ve Gülen cemaati başarısız oldu.
Dolayısıyla artık bir iktidardaki varlığını koruma gibi bir durum yok, var kalma çabası var. Çünkü biliyoruz ki iktidar içerisindeki, bürokrasi içerisindeki yapılanmaları teker teker tasfiye ediliyor. Geride belki de en çok ordu içerisindeki cemaat yapılanması kalıyor, henüz sıra ona gelmedi ama pekâlâ ona da gelebilir.
Şunun altını çizmek lazım; bu ilk olay başladığı zaman, Recep Tayyip Erdoğan o zaman Başbakandı, "inlerine gireceğiz" demişti ve bunu defalarca söylemişti. Bu uzun bir süre, pek ayakları yere basan bir önerme gibi değildi, ama bir süre sonra, tabii in benzetmesi çok uygun değil, doğru değil ama cemaatin en temel yerlerine, en temel alanlarına saldırılar oldu. Özellikle Koza-İpek Grubu'na yapılan saldırı, baskın, kayyum ataması, daha önce dershanelerde oldu, kısmen geçiştirildi; ardından şirketlere yönelik, savcılara, hâkimlere yönelik ve devam eden uygulamalar. Şunu söyleyebilirim, belli bir süredir AKP'nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başını çektiği siyasi iktidarın Gülen cemaatine yönelik stratejisinde çok köklü bir değişiklik var. İşin içerisinde bir yenilenme var, yeni bir strateji hayata geçiriliyor. Kimler olduğunu bilmiyorum ama bu işin içerisine, yani Cemaat ile mücadelenin içerisine ciddi bir şekilde yeni akıllar dahil olmuş, yeni katkılar gelmiş, büyük ihtimalle cemaatin içerisinde olup iktidarla işbirliği yapan bilmediğimiz isimler olabilir. Bilemiyorum, ama hükümetin Cemaat'e karşı stratejisinde, elimde somut bir veri yok ama gözlemlerime göre şunu söyleyebilirim ki yeni bir perspektif var. Daha etkili oluyor, daha başarılı oluyor. Cemaat'in artık kendini savunmak dışında hiçbir şansı kalmadı, tamamen savunmada.
Bu arada benim Cemaat ile sorunum olduğunu söyleyenler var, öyle notlar var; benim hiçbir cemaatle bir sorunum yok. Ama Fethullah Gülen cemaatinin düne kadar birçok kişiyle sorunu vardı; bunlardan birisi de bendim. Sırf gazeteci olduğum için Gülen cemaati bana da komplo kurmak istemişti, bunları unutmak mümkün değil. Ama ben olabildiğince serinkanlı bir şekilde Cemaat ile hükümet arasındaki savaşı gazeteci olarak anlatmak istiyorum, kimsenin yanında falan değilim, kimsenin karşısında da değilim. Aralarındaki savaşı anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum, ama tekrar söylüyorum Gülen cemaatinin tarihi hükümetin kendisine saldırmasıyla başlamadı, çok daha köklü bir hareketten bahsediyoruz. İsteyen benim bu konuda yazdığım yayınlara, kitaplara bakabilir.
Burada çok önemli bir yol ayrımında gerçekten Cemaat: Cemaat artık var kalma derdinde. Bakıyoruz Samanyolu Televizyonu programları kaldırdı. Bugün Cumhuriyet Gazetesi'nde bir röportajda kendilerinin de kayyum beklentisi içerisinde olduğunu söylediler. Reklam verenlerin üzerinde hükümetin çok ciddi baskısı olduğunu söylediler. Bunlar hiç şaşırtıcı değil. TUSKON'a ve bağlı kuruluşlara, ki cemaatin işadamları kuruluşuna yönelik çok ciddi baskılar var. Bu adım adım çemberi daraltan Cemaat'in yaşam alanlarını sınırlamaya çalışan bir operasyonu hükümet ciddi bir şekilde yürütüyor. Cemaat'in okullarına, üniversitelerine, liselerine yönelik de birtakım yaptırımların olabileceğini görüyoruz, bugüne kadar irili ufaklı küçük şeyler de oldu.
Burada çok net bir şey var; Cemaat gerçekten kendini savunma konusunda çok bocalıyor. Bugün Zaman Gazetesi'nin birinci sayfasında bir kampanya var, "destek büyüyor, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, medya özgürlüğüne birlikte sahip çıkalım" diye bir kampanya başlattılar. Sol çevrelerinden, Kürt hareketinden desteklerin olduğu bir imza kampanyası var ve kendilerine destekçi bulmaya çalışıyorlar. Eskiden olsa çok daha fazla bulurlardı, ama eskiden böyle kampanyalar yapmazlardı. Eskiden bu tür kampanyalar Cemaat'e karşı yapılırdı. Çünkü Cemaat Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda çok kötü bir sicile sahip. İşin ilginç tarafı burada imza listesinde olan bazı isimler de geçmişte çok açık sabıkaları olan insanlar. Tek bir örnek yeterli olabilir: Adını Emrullah olarak veren Emre Uslu'nun olduğu bir ortamda Türkiye'de basın özgürlüğü savunusu yapmanın inandırıcılığının olacağını hiçbir şekilde düşünmüyorum. Türkiye'de gazetecilerin işlerinden olması, hapse atılması konusunda üstün çabalar sarf etmiş insanların hiçbir şey olmamış gibi bugün basın özgürlüğünü savunmasının bir samimiyeti yok gerçekten. Başka isimler de var ama tek bir isimin de yeterli olduğunu söyleyebilirim.
Bu baskınlar hukuki mi? Tam olarak hukuki olduğu söylenemez, tıpkı geçmişte cemaatin yürüttüğü baskınlar gibi aslında. Söyledim ya hükümetin stratejisinde bayağı bir değişiklik var, bayağı etkili oluyor. Tıpkı Ergenekon sürecinde Cemaat'in yaptığına benzer şekilde etkili hamleler yapmaya başladı. Burada hukuk en son aranan şey oluyor, öncellikle siyasi bir hedef oluyor. "Amerika Birleşik Devletleri Cemaat'in arkasında mı?" diye bir soru var. Karşısında olmadığını biliyoruz. Ama arkasında durmaya daha ne kadar devam edecek bu şüpheli. Her şey bir yana Fethullah Gülen yıllardır ABD'de yaşıyor ve son dönemde hükümetin bütün baskılarına rağmen ABD Fethullah Gülen'in oradaki varlığını engellemedi, bu yola gitmedi ama bu daha ne kadar sürer bilemiyorum. Çünkü sonuçta Cemaat'in Türkiye'de gücü giderek azalıyor, yurtdışındaki gücüne, okulları vs.'ye yönelik de hükümetin çok ciddi birtakım uygulamaları var. Sonuçta Washington bir kâr-zarar hesabı yaparsa Cemaat'i bir yerden sonra eskisi kadar destekleme yoluna gitmeyecektir.
"Cemaat'in Kürtlere yaklaşımı değişti mi?" diye bir soru var. Değişmiş gibi yapıyorlar ama ben sanmıyorum değiştiğini, çünkü Cemaat'in birtakım sözcüleri hâlâ Kürt hareketine yönelik çok saldırgan bir üslup kullanabiliyorlar. Buna karşılık son dönemde Kürt hareketiyle Cemaat arasında eskisi gibi bir çatışmanın olmadığını görüyoruz. Bu noktada Selahattin Demirtaş'ın Bugün Gazetesi ve televizyona yaptığı, kayyum ataması sırasındaki destek ziyaretinin başlı başına çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.
"Cemaat nasıl ayakta kalabilir?" Her şeyden önce Türkiye'de kendisine güçlü müttefikler bulması gerekir. Ama son seçim sonuçlarında görüldü ki Türkiye'de AKP dışındaki siyasi partiler çok ciddi bir krizin içerisindeler. 7 Haziran'da böyle değildi ama 1 Kasım'da böyle oldu. Dolayısıyla Cemaat'in siyasi partilerden bulacağı desteklerin belli bir yere kadar etkisi olur, belli bir yerden sonra çok da fazla işine yaramayacaktır. Bir diğer husus da şu, Cemaat ile bir şekilde ilişkisi olan yapılar da Cemaat ile birlikte çok kötü sonuçlara uğradılar. Kaba bir benzetmeyle, yüzme bilmeyen birinin, kendisini kurtarmaya çalışanları da boğulmaya çekmesi gibi durumlar yaşanıyor. Son seçimde de bunu gördük, özellikle daha önceki yerel seçimde bunu çok net bir şekilde görmüştük. Bundan birilerinin ders çıkarttığını ve Cemaat ile aralarını, mesafelerini açmaya başladıklarını görüyoruz. Ama buna rağmen hâlâ Cemaat'e, basın özgürlüğü gibi konular üzerinden destek vermeye çalışanların da çok fazla etkili olabileceklerini açıkçası sanmıyorum.
Ortada çok ciddi bir mesele var; Cemaat geçmişte yaptıklarıyla hiçbir şekilde yüzleşmedi, yüzleşmeyecek, artık böyle bir beklenti içerisinde de değiliz, olamayız, hiçbir anlamı yok. Fethullah Gülen'in yaptığı açıklamaların hepsinde sürekli olarak, "Siz hep doğru yaptınız, hep doğru yoldasınız, yolunuzdan sapmayın sabredin," diyor; karşı tarafın, kendilerine asılsız suçlamalar yönelttiğini söylüyor ve onlara yönelik beddualar ediyor. Buradan da görüyoruz ki Cemaat'in kendisiyle yüzleşme gibi bir derdi yok. Bugün Zaman gazetesinin yeni Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici de, olayın Cemaat-Hükümet kavgası olmadığını, bir demokrasi mücadelesi olduğunu söylemeye çalışıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ve Tayyip Erdoğan'ın otoriterleşmesi iddiaları ayrıdır, Cemaat ile olan mücadeleleri de ayrıdır. Bu cemaatle mücadele edip bundan başarılı çıktığı ölçüde de otoriterleşmesinin arttığı da muhakkak, ancak şunu karıştırmamak lazım: Cemaat ile hükümetin, iktidarın mücadelesi bambaşka bir şey; bambaşka bir hesabı güdüyorlar. Ve yakın bir zamana kadar üçüncü şahısları karıştırmadıkları bir ilişkiydi aralarındaki ilişki. Şimdi Cemaat etkisi azaldığı için kendilerine başkalarından destek sağlamaya çalışıyorlar.
Bir başka boyut da şu: Türkiye'de zaten Gülen cemaati öteden beri İslami camia içerisinde kendine elitist bir yer seçerdi ve diğer cemaatlerle ilişkileri hep mesafeliydi. Dolayısıyla da diğer cemaatler Gülen Cemaati'ne yönelik kıskançlık, hasetlik, öfke ve intikam duygularıyla hareket ederlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cemaat ile savaşında bundan çok ciddi bir şekilde istifade ettiğini biliyoruz. Bugün Türkiye'de Fethullah Gülen cemaatinin yanında duran İslami yapılanma, grup sayısı yok denecek kadar az, var olanların da çok fazla bir etkisi yok. Buradan ne çıkar? Buradan Cemaat'in tasfiye sürecinin hızlanması çıkar, Cemaat içerisinde birtakım çözülmeler olur.
Bir soru geldi. Samanyolu Grubu'na el koyma, bugün kendilerinin de Cumhuriyet'teki röportajda söylediği gibi pekâlâ mümkün olabilir. Koza-İpek Grubu'na olduğu gibi onlara da olabilir. Bütün alanları Cemaat'e daraltma yoluna gidebilirler, ama bunun AKP'ye de Tayyip Erdoğan'a da uzun vadede yararlı olacağını sanmıyorum; çünkü defalarca söylediğim gibi, bu savaş Türkiye'deki İslami hareketin birikimlerinin tüketilmesinden başka bir şey değil. Bu savaşın artık İslam, İslamcılık vs. ile hiçbir şekilde alakası yok.
Kayyumlarla ilgili, hukuki mi değil mi şeklinde sorular var. Tabii ki değil, ama geçmişte Cemaat'in yaptıkları da hukuki değildi; her iki tarafın tam birbirlerinin anladıkları dilden savaştığı bir durum var. Tabii ki her türlü hukuksuzluğa, basın özgürlüğüne yönelik hilelere karşı çıkmak gerekiyor. Ama şunları da sorgulamak gerekiyor: Zekeriya Öz ve diğer savcılar nasıl bu kadar organize bir şekilde, tereyağından kıl çeker gibi, çekip gittiler, kendilerine hiç kimse dokunamadı. Yıllardır Gülen cemaati devlet içerisinde bir yapılanmaları olmadığını iddia ediyorlar, kendilerine addedilen paralel devlet iddiasını boşa çıkarmaya çalışıyorlar. Ama sırf bu olay bile savcıların birlikte ya da eşzamanlı olarak hareket edebilmeleri, Türkiye'den hiç zorlanmadan çekip gitmeleri bile başlı başına büyük bir organizasyonun varlığını bize gösteriyor.
Olayın bir diğer boyutu şu: Gülen cemaatinin etkisinin azalması ve kamuoyundaki desteğinin giderek azalmasıyla birlikte bu iş artık hükümetin elinde bir alete dönüştü. Herkese paralel yakıştırmasında bulunmaya başladılar; tıpkı Soğuk Savaş döneminde herkese komünist denmesi gibi Türkiye'de de olan buydu. En son Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibi AKP'nin önde gelen isimlerine yönelik saldırılarında da gördük bunu. İddianamede adları geçiyor. Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik'in paralelci oldukları söyleniyor, ki o dönemleri yakından yaşamış birisi olarak kendilerinin böyle bir özelliklerinin olmadığını, tam tersine Cemaat'in AKP ile iktidarda ittifak olduğu, acımasızca insanlara saldırdığı dönemde, Cemaat'in hunharlıklarını belli ölçülerde frenlemede çaba sarf ettiklerini biliyorum. O dönemde Cemaat'e kayıtsız şartsız destek veren AKP'li bazı isimlerin bugün en sıkı düşmanı olduklarını da biliyoruz. İsimlere gerek yok, onları zaten herkes biliyor. Bu nokta önemli yalnız, beğenmedikleri herkese bu suçlamayı yapıştırmaya çalışıyorlar. Şimdi Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik, ardından mutlaka Abdullah Gül gelecektir. Zaten Abdullah Gül onlarla beraber, yakın duruyor.
Kendi içlerindeki tasfiyede, medyada da bu olacak. Şu anda iktidara yakın medyada ve gazeteciler içerisinde kıran kırana bir savaş var aslında, çok ciddi bir savaş var. Burada da bu başlayacak ve insanlar birbirlerini Cemaat ile ilişkileri üzerinden tasfiye etmeye çalışacaklar, bu sürüp gidecek.
Bu arada cemaat ne yapacak? Cemaat iyice küçülecek, var kalmaya çalışacak, güçlerinin bir kısmını herhalde yurtdışına kaydıracak ve faaliyetlerini ağırlıklı olarak yurtdışında yürütmeye çalışacak.
Aydınlık'la ilgili sorular var. Aydınlık çizgisinin, yani eski İşçi Partisi yeni Vatan Partisi'nin bugün hükümetle yakın gibi duruyor olması olabilir. Böyle şeyler olur. Ama biliyoruz ki Tayyip Erdoğan dönem dönem hep birileriyle yan yana, hep birileriyle farklı farklı olabiliyor ve genellikle de kendisiyle beraber hareket eden bazı isimleri zaman içerisinde, tıpkı Cemaat ile bugün olduğu gibi tasfiye ettiğini biliyoruz. Tayyip Erdoğan'ın ittifak kurup daha sonra karşısına aldığı, düşmanlaştırdığı ve kriminalize ettiği insanlar, gruplar listesi on üç yılda bayağı kabardı. Dolayısıyla hiçbir şekilde yanında gözükmemiş yeni birtakım isimlerin de buna eklemlendiğini görebiliriz. Ama bunun çok fazla anlamı yok, çünkü Tayyip Erdoğan burada Cemaat ile olan savaşını her şeyin önüne koyuyor; hem cemaatten çok çekindiği, Cemaat'in devlet içerisindeki gerçek gücünü iyi bildiği için, hem de Cemaat ile mücadelenin aslında kendisinin işini kolaylaştırdığı için.
Şöyle bir olayla noktalayalım. Seçimden hemen önce Koza-İpek Grubu'na yapılan baskının ardından hükümete yakın bazı isimler bunun yanlış olduğunu, seçimde AKP'yi olumsuz etkileyeceğini, hatta birtakım insanların bunu komplo amacıyla yaptırmış olabileceğini söylediler. Yani seçime iki-üç gün kala böyle bir olayın yaşanmasının AKP'ye zarar vereceğini öne sürdüler. Ama tam tersi oldu. Yüzde 49'u aşan oy oranında bu baskın olayının da etkisi olduğunu düşünüyorum; çünkü orada bir güç gösterisi vardı ve bu güç gösterisi Türkiye'de seçmenin bir kesimini kolaylıkla cezbetti.
Dolayısıyla diğer iki seçimde, yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde paralelle mücadeleyi öne çıkartan, 7 Haziran'da ise Cemaat'i değil de PKK'yı ve HDP'yi karşısına alarak etkisiz olan, başarısızlığa uğrayan AKP bu seçimde Cemaat'i bir ölçüde tekrar gündemine aldı. Tahmin ediyorum ki bundan sonra Türkiye'de Cemaat çok ciddi bir şekilde yine hükümetin gündeminde olacak. Sürekli Cemaat'e yönelik dalga dalga baskınlar söz konusu olacak ve bu arada Cemaat ile şöyle ya da böyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle AKP içinden ve dışından, diğer medya kuruluşlarından, sermaye çevrelerinden bazı yerlere yönelik saldırıların gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.
Bu noktadan sonra Cemaat var kalabilir mi? Bütün bu baskılar karşısında varlığını sürdürebilir mi? Şu aşamada çok zor görünüyor, ama çok güçlü bir yapı söz konusu, kolay kolay sonlandırılabilecek, tasfiye edilebilecek bir yapı olmadığını da biliyoruz. İlerde bu konuyu daha detaylı olarak tekrar tartışacağız.