Reyting canavarları...
Diğer faili meçhulleri “görmezden” geliyorsunuz?.. Mazlumun yanında değil de reyting peşinde olduğunuz için mi yoksunuz…
11 Eylül
2001’i hatırlayın…
Binlerce günahsız insan hayatını
yitirdi o gün…
Neden öldürülmek istediklerini
bilmeden ve düşünemeden çığlık çığlığa öldüler…
Ama o ölümlerden daha acı olanı;
ölen binlerce Amerikalıya, Amerikalılardan başka pek fazla ulusun
üzülmeyişiydi…
Neden?..
Çünkü Amerika, milyarlarca insanın
gözünde büyük devlet olmanın “koruyucu” kimliğini değil,
“cezalandırıcı” sıfatını taşıyordu…
Tarihin her evresinde büyüklerin
yaptıkları kötülükler abartılmış, küçüklerin, güçsüzlerin
kötülükleri ise “hoşgörü” ile karşılanmaya
çalışılmıştır…
Büyüklerden, güçlülerden, varlıklı
kişilerden “nefret” edilmiş; fukara, zayıf, küçük kişilere
“acıyarak” bakılmıştır…
Şimdi artık
sorabilirim:
Münevver
Karabulut cinayetini işleyen çocuk
kamuoyunda “güçlü – varlıklı” olarak tanınan bir ailenin çocuğu
olmasaydı, cinayet o denli büyütülür müydü?..
STAR
Gazetesi’nin 21 Eylül tarihli nüshasında
şöyle bir haber vardı: 6 Münevver daha var…
Peki bundan kimin haberi
var?..
STAR
Gazetesi yazı işleri duyurmasa hiçbirimizin
haberi yok…
Peki…
Münevver
Cinayetinin üstünde böylesine ısrarla duran
medya, diğer kızlarımızın katil zanlısı ya da zanlılarının
yakalanması için neden çaba göstermediler?..
Yukarıda anlattığım, az sonra daha
da açacağım sebeplerden dolayı ilgilenmediler…
Bu haberi yapan STAR Gazetesi
editörlerini ve yayımlayan genel yayın yönetmeni Mustafa
Karaalioğlu’nu tebrik ediyorum…
Ve yine henüz üzerinden sadece 280
gün geçen Engin Temel cinayetine geleyim…
Faydası olmayacağını bile bile bir
kez daha hatırlatayım…
Münevver
Cinayetinin üstünde böylesine ısrarla duran
medya yöneticileri, 24 yaşında öldürülen Engin Temel’in katil
zanlısı ya da zanlıları için neden parmaklarını bile
oynatmıyorlar?..
Veya akşam ana haber bülteninde
gözlerine ve ses tonuna “acınası” bir ifade yükleyip
de Münevver Karabulut için “ağıt” yakan yaşını başını
almış, süslü ana haber ankormanları, Engin Temel adında bir
delikanlının da hunharca katledildiğini bilmiyorlar
mı?..
Neredesiniz ey M. Ali Birand, Ali
Kırca ve Uğur Dündar?..
Neredesiniz ey
Ekrem Dumanlı, Ertuğrul Özkök, Erdal Şafak, Sedat Ergin, Tayfun
Devecioğlu, İsmail Küçükkaya, Yusuf Ziya Cömert ve Fatih Altaylı (Mustafa Karaalioğlu bütün faili meçhul
cinayetlere aynı hassasiyetle yaklaşacaklarını
söyledi)?
Neden ortalıkta
yoksunuz?..
Yukarıda verdiğim örnekten dolayı
mı?
O sosyal gerçeği bildiğiniz için
mi diğer faili meçhulleri “görmezden” geliyorsunuz?..
Haliyle, mazlumun yanında değil de
reyting peşinde olduğunuz için mi yoksunuz…
Engin
Temel’in annesi – babası ekrana
çıktıklarında bağırıp çağırmayıp, vakur davrandıkları için
mi?..
Bir başka deyişle söylemek
gerekirse sizler için izlenme rekorları kırdıracak bir “cinayet”
olmadığı için mi?..
Gazetelerinizin tirajını
etkileyecek bir özelliği olmadığı için mi zanlı ya da zanlıların
yerini doğru bildirenler için 30 bin lira ödül koymuyorsun ey Fatih
Altaylı?..…
Diyeceksiniz ki; “Engin Temel
dosyası üzerinde gizli kaydı var”…
İyi ya işte…
Münevver
Karabulut cinayeti üzerinde de “gizli”
kaydı var…
Var ama baba Süreyya Karabulut,
“ağlamayan çocuğa meme verilmeyen bir ülkenin yurttaşı” olduğunu
kanıtlamayı becerebildiği için mi diğer faili meçhulleri görmezden
geliyorsunuz?
Nitekim bir kez daha gördük ki
Devlet, “hukukun üstünlüğü ilkesi” temeline değil, “ağlamayan
çocuğa meme verilmez” garabeti üzerine bina edilmiş…
Sevgili okur
dostlarım;
Aslına bakarsanız, kitlelerin
Süreyya Karabulut’a destek verirken, Engin Temel cinayetinin zanlı
ya da zanlılarının ele geçirilmeleriyle ilgili hassas
davranmamaları, Devleti ve medyayı yönetenleri derin derin
düşündürmelidir…
Bu şunu
göstermektedir:
Halk giderek devletten umudunu
kesmektedir…
Öfke, çaresizlik,
umutsuzluk ve en fenası hayal kırıklıkları,
toplumun çok büyük bir bölümünü adeta teslim
almaktadır…
Devletten kopuş, devlete
güvensizlik, yurttaşları kendi yasal haklarını kendi arayışlarına
sürüklemektedir…
Dağa çıkan teröriste bile
sorarsanız yaptığı budur: Kendi hakkını kendi tayin etme
arzusu…
İyi ama…
Kadın köşe
yazarlarının, genel yayın yönetmenine kadınlığını vererek köşe
kaptığını bir başka yazardan öğrenmedik
mi?..
Bekir Coşkun,
“günahkâr bir mesleğin sahipleriyiz” demedi
mi?.. (İki iddiayı da saçma, ayıp, gayri ahlâki buluyorum. A. B.
O.)
Hâsılı…
Değerli bir hanımefendi yerine,
koynuna giren bir kadını “yazar” yapan genel yayın yönetmenlerinin
yönettiği…
Ekmek parası kazandığı mesleğini
genelevle bir tutan köşe yazarlarının “en sevilen yazar” olarak
reklâmının yapıldığı bir medyadan, daha başka ne bekleyebilirsiniz
ki?..
Ne kadar ekmek o kadar
köfte…
Ya da Mevlâna’nın dediği
gibi:
“Havuza su taşıyan borular kirli
ise havuzun suyu temiz olur mu?”…
Adnan Berk Okan