Reha Muhtar’ın intikamı acı oldu!..
Aydın Bey; adamlarınızdan bazıları Vergi cezasını görmezden geldiler ben ise ilk yazanlardanım. Artık onların yerine........
GAZETECİLER.COM - Reha Muhtar’ın bugünkü yazdıklarına
bakarsanız, Bekir Coşkun, “Günahkârlar mesleğinin mensubuyum”
demekte haklı…
“Gazeteci“ dediğiniz, Timur’un
bakması için köylüye verdiği bir filden rahatsız olan ahalinin
Nasrettin Hoca’yı doldurup Timur’un çadırına gönderenlerin
torunları besbelli…
Nasrettin Hoca, çadıra girip tam
“köylü filden rahatsız, çok yiyor” demeden önce arkasına bakıp ne
görüyordu?..
Boşluk görüyordu çünkü kendisini
dolduruşa getiren köylüler toz olup uçuşmuşlardı…
O da diyordu ki; “Köylü filden
memnun bir tane daha istiyor”…
Reha
Muhtar ise kendini gaza getirenlerle yüz
yüze olduğu için “Arkadaşlar maaşlarının yüksek olduğundan
şikâyetçiler” diyememiş…
O günün intikamını bugün bakın
nasıl alıyor Reha Muhtar…
Not:
Aydın Bey’e yazılmış bir mektup olarak da
okuyabilirsiniz Muhtar’ın aşağıdaki yazısını:
“Bakın Aydın Bey; adamlarınızdan
bazıları Vergi cezasını görmezden geldiler ben ise ilk
yazanlardanım. Artık onların yerine Hürriyet’te bana bir köşe
verirsiniz herhalde?”
Boşverin siz 12 Eylül’ü ve Kürt
açılımını... Duruşunuz var mı sizin duruşunuz?..
Milliyet gazetesinin Ankara
bürosunda çalışmaya başlayalı hepsi hepsi 2-3 yıl
olmuş...
Tıfıl bir gazeteciyim, yaşım daha
23 ve kadroya yeni girmişim...
Uzun zaman stajyer ve telifli
çalıştıktan sonra Milliyet kadrosuna girdiğim için çok mutluyum ve
zam falan düşündüğüm yok...
Sabahtan gece yarılarına kadar
haber peşinde koşuyorum ve haftada en az iki üç gün, haberlerim
manşet oluyor gazeteye...
Hürriyet’ten, Milliyet’in Genel
Yayın Müdürlüğü’ne gelen Çetin Emeç, inanılmaz çalışkan bir
gazeteci, ancak fena halde fırça atıyor ve ortalığı kırıp
geçiriyor...
Kerli ferli gazeteciler ondan
çekiniyorlar...
Herkes Çetin Bey’in attığı
fırçaları konuşuyor...
İstanbul’da istihbarat salonuna
girmiş, “Ünlü gazetecilerden biri ayağını masaya atmış
oturuyormuş...”
Öteki çay
içiyormuş...
Diğeri gevezelik
ediyormuş...
Salona girmesiyle avaz avaz
bağırması bir olmuş:
“İki saat içinde herkes dört başı
mamur bir özel haber getirmezse, muhasebeye gitsin kendi ilişiğini
kendi kessin...”
Şehir efsanesi gibi dolaşıyor
ortalıkta haberler...
***
Sanıyorum iki ay kadar olmuştu
‘Yayın yönetmenliği’ne geleli Çetin Bey’in...
Bir gün dediler ki, “Önümüzdeki
günlerde Ankara’ya geliyor Çetin Bey... Büro’yla tanışacak toplantı
yapacak...” O günlerde Milliyet’in Ankara bürosunun en genç
muhabiri benim...
Emeç gelmeden büro kaynamaya
başladı...
Herkes konuşuyor ki “Cumhuriyet
gazetesinde maaşlar Milliyet’in neredeyse iki kat üstünde...
Hürriyet’te prim sistemi var... Günaydın şöyle... Tercüman
böyle...”
Kayndıkça kaynıyor büro ki “Çetin
Bey geldiğinde maaşların artmasını isteyecek...” büro
çalışanları...
Ben de dinliyorum...
Benim öyle bir derdim
yok...
Ben manşet olma
peşindeyim...
İçimden de düşünüyorum ki “Adam
gelecek tartışmalı bir toplantı geçecek...”
***
Üç gün sonra Çetin Bey, geliyor
Ankara büroya...
Zarif bir adam...
Ancak işine anormal düşkün ve
fırça kaymada üstüne yok...
Toplantıya
geçiliyor...
Bütün ünlü muhabirler, gazeteciler
orada...
Dikkat ediyorum kerli ferli
gazeteciler masanın Çetin Bey’e uzak tarafına
konuşlanıyorlar...
Benim öyle bir derdim de
yok...
Hemen Çetin Bey’in yanı boş
kaldığından oraya oturuyorum...
Toplantı başlıyor, Çetin Bey fırça
üzerine fırça atıyor...
“Şu haber niye yok bizde?.. Bu
haberi nasıl atlarsanız?.. Niye iyi işlemediniz bilmem ne
haberini?..”
Gelene geçene
kayıyor...
***
Yaklaşık yarım saat usturuplu bir
üslupla fırça attıktan sonra, tek tek herkese “Bir sorununuz var
mı?.. İsteğiniz var mı?..” diye soruyor...
Ben elips masada, Çetin Bey’in
solunda oturuyorum...
Sağdan başlıyor tek tek gidiyor
soru sorarak...
Ancak birkaç gündür mangalda kül
bırakmayan “maaşlarına zam isteyecek olan, Cumhuriyet’in,
Hürriyet’in maaş politikalarını örnek gösteren gazeteci taifesinden
ses seda yok...”
Allah için tek bir kimse tek bir
laf etmiyor...
Çetin Bey “Var mı bir sorunu
isteği olan” dedikçe herkes masaya bakıyor...
Bense, rahmetlinin attığı fırçalar
da dahil herşeyi büyük bir hayranlıkla izliyorum...
Çünkü rol modeli olarak Çetin
Emeç’i benimsemişim...
Kendimden yana da hiçbir
tedirginliğim yok, kendisiyle birebir tanışmıyorum ama haftada iki
üç kez manşetlerdeyim...
Kadroya yeni girmişim, zam falan
isteğim de yok...
Çetin Bey büronun muhtemel
direncini kesmiş olmaktan mutlu en solunda oturan bana
döndü:
“Senin bir sorunun var mı Reha?..”
dedi...
Soruş tarzından anlıyordum ki,
benden çok memnun, artık biraz geyik yapmak istiyor...
“Benim bir sorunum yok da Çetin
Bey...” dedim, “Bürodaki arkadaşların maaşları Cumhuriyet,
Hürriyet’ten daha düşük... Siz özel haber istiyorsunuz... Maaşlar
da artırılsa çok daha iyi olur... Onların seviyesine getirmek
gerekir...”
***
Soğuk bir sessizlik oldu
masada...
Çetin Bey hiç beklemiyordu, bu
kadar fırçadan sonra sevdiği tıfıl muhabirin bunu
söylemesini...
“İyi haberler gelsin, zaman içinde
hallederiz... Ama önce büronun performansının artması şart...”
mealinde sözler söyledi...
Sonra da toplantıyı
bitirdi...
Bir süre sonra Ankara temsilcisi
Orhan Tokatlı beni çağırdı odasına:
“Çetin Bey, Reha niye böyle şeyler
söylüyor diye bana sordu” dedi...
Onun bir derdi varsa söylesin
çözerim... Ben onun çalışmasını beğeniyorum... Ama herkesin
ortasında söylemesin böyle şeyler...
O gün anladım ki, hayatta rahat
zamanlarda afra tafra atanlar, mertlik günü geldi mi, çoğu zaman
kişisel hesaplara girer, ortaya çıkmazlar...
Etrafta sallayanlar, gerçek güç
karşılarında oldu mu, öyle mertlik falan gösterisine
katılmazlar...
***
Şimdi 12 Eylül günlerinin
tartışmalarını izliyorum...
“12 Eylül faşist bir darbeydi”
lafı ne kadar da kolay söyleniyor...
“Şu kadar kişi işkenceye tabi
tutuldu... Şu kadar kişi öldü... Şu kadar kişi hapislerde
çürüdü...” türü istatistikler yayınlanıyor, dramatik müzikler
çalınıyor, 12 Eylül tarih önünde mahkum ediliyor...
Ben müstehzi bir ifadeyle
gülümsüyorum bunları gördüğümde...
Bugün “Kahrolsun faşist 12 Eylül”
diyenlerin o gün 11 Eylül’ü nasıl tukaka ettiklerini, 12 Eylül’ün
huzur getirdiğini nasıl da ballandıra ballandıra anlattıklarını
hatırlıyorum...
Geçmişte Kürt açılımı konularında
“faşizme yakın ideolojilerin en derin savuncularının” bugün nasıl
bir özgür ve demokrat! çizgiye geldiklerini gördükçe, gözümün önüne
Çetin Emeç’in toplantı yaptığı o Ankara sabahı
geliyor...
Çetin Bey yıllar sonra hunharca
öldürüldü... O gün ona maaşları hatırlatan o genç gazeteci, hayatı
boyunca ne o günü ne de gazetecilik kahramanı Çetin Emeç’i
unutabildi...
O genç gazetecinin anılarında o
gün “hayatta en zor zamanlarda doğruları söyleyebilmenin cesareti,
şerefi ve onuru” olarak kaldı... Eğer cennetten görebiliyorsa,
şimdi bu yazıya müstehzi bir ifadeyle gülümseyecektir Çetin
Bey...