Özkök Mehmet Barlas'a kırgın mı?..
Ertuğrul Özkök, kendini kendine bırakacağı dönem yaklaştıkça, kamuoyunun hafızasında kendisi ile ilgili kötü fotoğraf kalmasın istiyor…
GAZETECİLER.COM
Ertuğrul Özkök sükûnetini kaybediyor…
Sinirleri bozulmuş…
O eski, “burnundan kıl aldırmayan
Özkök” gitmiş yerine ona buna lâf yetiştirmeye çabalayan Ertuğrul
Özkök gelmiş…
Bu günkü yazısının özeti
şu:
“Vallahi günahkâr değilim… Eğer
varsa günahım, içinizdeki en suçsuz atsın ilk taşı”
…
O da biliyor ki Türk medyasında
“Bi günah” birini bulmak, samanlıkta iğne bulmaktan daha
zordur…
Onun için “İçinizdeki hiç
suçsuz” demiyor…
Ya ne diyor?..
“İçinizdeki en suçsuz”
diyor…
Aradaki farka dikkatinizi
çekeriz…
Ama önce giriş
yapıyor…
“Kendi kendime bir yakın tarih
muhasebesi yaptım.
Türkiye çok çalkantılı bir
dönemden geçiyor ve ben neredeyim?
60 yıllık hayatım boyunca
nerelerde durmuşum, ne tavırlar almışım”…
Ama; “Kendimi hatırladığım 27
Mayıs 1960’tan başlayayım.
Hatırladığım ilk toplumsal olay
6-7 Eylül olaylarıydı. O iki günde yapılanlardan nefret ettim,
utandım” derken, büyük bir tarih hatasıyla
başlıyor muhasebe defterini işlemeye çünkü…
6-7 Eylül olaylarının yaşandığı tarih: 1955…
27 Mayıs askeri darbesi ise 1960’ta oldu…
”Hatırladığım ilk toplumsal olay
6-7 Eylül” diyor ama aslına bakarsanız, 6-7
Eylül’ü net hatırlaması ve yorumlaması imkânsız gibi…
En azından yapılan vahşetin
iğrendiriciliğini algılayabilecek bir yaş değil 7
yaşı…
27Mayıs darbesini net anımsaması zor değil…
Demokratlardan oluşan bir evde, 27
Mayıs darbesini yapanlara öfke duyması da normal…
Elbette telefonda kendisine bu
tarihi yanlışını hatırlatmadık çünkü telefon etmekteki asıl
amacımız, Özkök’ü böylesine radikal bir kişilik değişikliğine
uğratan olay neydi?..
İşte bu çerçevede
sorduk:
“Bizim bildiğimiz Ertuğrul Özkök
kendisi ile ilgili yapılan eleştirilere cevap vermez…”
“……..”
“Hatta nice başbakanlar ve
cumhurbaşkanları gördük ki seni eleştirdikleri halde senin
tarafından ignor edilmişlerdir…”
“……”
“İyi ama neden bu makale ve neden
bu kendini recme lâyık görme?”…
“Mehmet Barlas’ı okumuyor
musun?”
“İşimiz herkesi okumak ama onunla
ilgili bir haber yapacak olsaydık O’nu arardık… Oysa biz Ertuğrul
Özkök’ü aradık çünkü…”
“Evet haklısın… Sonunda
bıktırdılar… Belki dediğin gibi sinirlerimi bozdular… Haklısın
belki yine kimseyi muhatap almamalıydım ama cevap vermezsem,
hakkımda yazılanların doğru olduğunu sanacaklar”…
Belli ki Özkök bize hak verirken
Mehmet Barlas’ı ayrı tutuyor…
Kendisi söylemedi ama sanki şöyle
demek ister gibiydi:
“Başkaları yazarsa ciddiye
almıyorum ama Mehmet Barlas sıradan bir başkası değil
ki…”
Çünkü çok kırgın (”kızgın” asla
değildi)…
İncinmiş Barlas’ın
yazdıklarından…
Biz de hak verdiğimiz söyledik
kendisine ama…
Evet…
Kocaman bir “ama”dan sonra kendi
görüşlerimizi de sıraladık…
Bizim kimi zaman
yazılarından…
Çokça da yakından, gerçek
kimliğinden, kişiliğinden tanıdığımız Ertuğrul Özkök o vakur
tavrını kolay beri terk etmezdi…
Terk edip cevap yetiştirdiğine
göre gerçekten ağır bir bunalım geçiriyordu…
Hayır…
Ertuğrul Özkök asla bunalım geçirmiyor ama…
Ertuğrul Özkök, kendini kendine
bırakacağı dönem yaklaştıkça, kamuoyunun
hafızasında kendisi ile ilgili kötü fotoğraf kalmasın
istiyor…
Haklı da ama…
Özkök’ün
genel yayın yönetmenliği yaptığı gazete, google tıklandığında, hiç
hak etmedikleri halde; “Tarihi eser hırsızı, dolandırıcı,
üçkâğıtçı” vs. gibi akıl almaz iftiralarla karalanmış, yaralanmış
tertemiz insanlara yönelik haber ve yorumlarla dolu…
Ve…
Kamuya mal olan insanların
kendileri ile baş başa kalmalarının zorluğunu kendisine
anlatamadık…
Çünkü anlatsak da ikna
olmayacağından emindik…
Çünkü sesinin tonu ne kadar
bıktığını…
Ne kadar incindiğini…
Ne kadar kırıldığını öyle güzel
anlatıyordu ki…