Özdil AK Parti'li vekile böyle yanıt verdi
AKP'nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, "biliyor musunuz" diye başlayıp,...
İstiklal savaşı filan yok, hepsi dümen! başlıklı yazısında Özdil çarpıcı cümleler ile Büyük taaruz sürecini Türk, Yunan, İngiliz askerlerin gözünden anlattı.
İşte çok tartışılacak o yazı:
Punta'da bayram vardı. Yunan ordusu Pasaport'tan karaya
çıkmış, İzmir Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala
koşmuş, haçıyla takdis edip, "evlatlarım, ne kadar Türk kanı
içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız" diyerek yere kapanmış
ve ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini
öpüyordu.
*
Aniden... Uzun boylu, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı
ortaya, elinde revolver. Bastı tetiğe, trak trak trak!
Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının
sırtından. Panik... Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler
etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine
denk gelirse, orasına... Hasan Tahsin'di o çılgın
Türk. Henüz 30'unda.
*
Hükümetimiz "bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin"
diyordu hâlâ... Teori'yle pratik'in kesiştiği insan ise, vakit
tamam demişti, Anadolu'ya geçiyoruz. Böyle başladı macera.
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar...
Takvimler 30 Ağustos 1922'yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyor,
şöyle yazıyordu hatıra defterine Yüzbaşı Kanellopulos,
"Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını
bekliyoruz."
*
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu aslında...
Çıktı bi kayanın üstüne Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa,
"Eyy Hacıanesti nerdesin, gel de kurtar
ordularını!"
*
Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin
kusuyordu köşesinden, "bu millici mahluklar kadar başları
ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere
iyidir..."
*
O "mahluk"lardan biriydi İzmirli süvari teğmen
Yıldırım... 18 yaşında. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına
rağmen hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan
Küçükköy İstasyonu'nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş,
bahçesine gömülmüştü.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri girdi, savunmasız
Kuzuluk Köyü'ne... Gözleri Fatma'ya takıldı, 15'inde...
"Taze incir gibi" dediler, sırıtarak... Kaçtı
Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı.
Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti.
Alev alev. Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak'tan geçiyordu o sırada... Sakarya'da şehit olan
Yüzbaşı Basri'nin anacığı yakaladı kolundan, "Basrim
nerde?" diye sordu. İçi çekildi Şevket'in, boğazı
düğümlendi... "Arkadan geliyor ana" dedi.
Söyleyemedi gerçeği... Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu
yalanını, "kendimi asla affetmedim" diye yazdı, o
güne dair hatırasını.
*
"Bastır parayı, askerlikten yırt" yoktu o
zamanlar... Allah kısmet ederse, romanını yazmak istediğim,
Albay "deli" Halit, belinin sağında "namuslu"
dediği tabancasını, belinin solunda "namussuz" dediği tabancasını
taşıyordu. İşgalciye "namuslu"yla sıkıyor, işgalciden korkup geri
kaçana "namussuz"u gösteriyordu, "tercih senin yiğidim, istersen
buyur kaçmayı dene!"
*
"Deli"ren biri daha vardı... İstanbul'daki işgal
kuvvetleri komutanı General Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı
elindeki haritayı, fırlattı duvara, "bu hızla yarın İzmir'e
girerler" dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu,
hayalet gibi çıkıp, bi ordan bi burdan dalan, hızar gibi biçen
Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma
bölünüyordu.
*
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşinde.
*
Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmir'in dağlarında çiçekler açıyordu.
Bornova'dan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı
Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek "bedel"
vardı daha... İkinci Tümen Dördüncü Alay'dan Konyalı Mehmet,
Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, düştüler oracıkta. Bugün, anıtları
var orada. "Vatan ve namus" yazıyor altında.
*
İzmir'e ilk giren süvari olma "şeref"i, İzmirli
soyadını alan, Yüzbaşı Şeref'e nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu
Şeref, Hasan Tahsin'in düştüğü yere, Hükümet Konağı'nın alnı
kabağına dikti al sancağı... Asteğmen Besim, Kadifekale'ye varmıştı
bile.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve'deydi, Mustafa
Kemal, seyrediyordu.
*
İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı'nı başlatan, işgali
bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı'nı bitiren, dünyada bu
özelliğe sahip tek şehir, İzmir'i... Seyrediyordu.
*
Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş,
usuuul usul... Nif'te, kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek
kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan,
buram buram Ege kokan bağevine... Etrafında, Celal Bayar'ın
"Galip Hoca" lakabıyla dağlarda örgütlediği
efeler... Yorgundu. Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve
istedi. "Biliyor musun İsmet" dedi... "Bir rüya görmüş
gibiyim."
*
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle
biten bir rüya... Sona ermişti.
*
Taa ki... AKP'nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener,
TBMM çatısı altında, "biliyor musunuz" diye
başlayıp, "Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün
şehitlikler temsili" diyene kadar.
*
Yasu vre!