Oya Baydar neden Taraf'ı seçti?

Yazmaya 30 yıl ara veren usta yazar Oya Baydar Taraf'la geri döndü. Peki neden Taraf'ı seçti, Fethullah Gülen'den ne kadar alıyor?

Oya Baydar, 30 yıl ara verdiği köşe yazılarına Taraf Gazetesi'nde başladı. Haftada bir kez cumartesi günleri yazdığı 'Vicdan Yazıları'nın her biri çok konuşuldu, çok tartışıldı, başka yazarların köşelerine taşındı. Hakkında 'Fethullah'tan kaç para alıyor' şeklinde yorumlar yapılan Baydar Akşam'dan Gülay Altan'a konuştu.

30 yıl ara verdikten sonra yazmaya başladınız, neden Taraf'ı seçtiniz?
Toplumca adım adım bir cinnet ortamına doğru sürüklenmekte olduğumuzu, vicdanımızı, insan sevgimizi giderek yitirdiğimizi görmek ve eli kolu bağlı kalmak acı vermeye başlamıştı. Siyasetin, ideolojik bağnazlıkların, çifte standartların diliyle değil vicdanın sesiyle birkaç laf söylemek istedim. Büyük gazetelerde kimse bana yazdırmaz, Taraf'ta yazdırırlar belki diye düşündüm. Orada uzaktan da olsa tanıdığım tek kişi olan Yasemin Çongar'a bir mail attım, 'sizde haftada bir yazmak istiyorum, ücret falan da talep etmiyorum' diye. Öyle hemen buyur eden de olmadı, 15 gün falan sonra 'hadi yazın' diye cevap geldi; başladım.

Büyük gazeteler bana yazdırmaz derken bir peşin hükümlülük yapmış olmuyor musunuz? O gazetelerde yöneticilik yapan arkadaşlarınız vardır herhalde; onlara değil de neden Yasemin Çongar'a yazdınız?
İsterler mi ayol? Eşim (Aydın Engin) Türkiye'nin en iyi yazarlarından biriydi. Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldıktan sonra sanmayın ki bir yerden teklif geldi. Gazeteler bizim gibi insanlara açık değildir. Bir de aslında o gazetelerde yazmaya o kadar da teşne değilim. Köşe yazarlığı artık iyice profesyonel iş haline geldi. Bir de tepemde hiçbir şey olsun istemem. Eskiden içinde bulunduğumuz politik örgütlerin sultası vardı üzerimizde, orada da zorlanırdım... Benimle zaten dalga geçiyorlar, 'haftada bir yazıyorsun, ortalık karıştı' diye.

FETHULLAH'TAN KAÇ  PARA ALIYORSUN?

Evet, yazılarınız çok ses getirdi...
Kimilerinin hakaretamiz şekilde, 'Şimdi de Oya Baydar'ı sürdüler piyasaya' ya da 'Kaç para alıyorsun Fethullah'tan' türünden sataşmalarını okuyunca inanın ki kızmadım, onlara acıdım ve güldüm. Çünkü böyleleri insanın vicdanın sesiyle haykırmak istemesini, bunun da parayla pulla yapılmayacağını anlayamıyor.

Taraf'ın sermayesi konusunda çok tartışma yapıldı. Kimi açık, kimi imalı, Gülen tarikatıyla ilişkilendirildi. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İtiraf edeyim ki bu gazete ilk çıktığında benim de böyle kuşkularım oldu. Böyle bir toplumda yaşıyoruz ve ülkeyi cepheleştirmek için yürütülen psikolojik harekatın etkilerine maruz kalıyoruz. Sonra Taraf, batmanın ve kapanmanın eşiğine geldi, o zaman anlaşıldı ki arkasında o türden finans kaynakları, gizli odaklar falan yok. Ben de o günlerde yazmaya karar verdim zaten.

En çok ses getiren yazınız, görülmekte olan Ergenekon davasıyla ilişkili olarak yazdığınız 'Darbe Kuşaklarına Açık Mektup' yazısı oldu. İktidarıyla muhalefetiyle herkesin kendi Ergenekon tarifi var; sizce nedir?
Bu davanın özü; darbeciliğin ve darbeleri hazırlamakla görevli çetelerin yargılanmasıdır. İktidar ve muhalefet liderlerinin demokrasiyi ve rejimi korumak için her türlü müdahaleciliğe karşı birleşip ortak bir demokrasi cephesi oluşturmak yerine, savcılığa-avukatlığa soyunup taraf olmalarını esefle karşılıyorum. Toplumda bir süredir derinleştirilmiş olan bölünme, hatta kutuplaşma, Ergenekon davasıyla daha belirgin biçimde su yüzüne çıktı. Bu davanın, mesela İtalya'da Temiz Eller Operasyonu diye de bilinen Gladio davasında gördüğümüz güçlü sivil irade ve Meclis desteğine sahip bulunmadığını; öte yandan başta iddia makamı olmak üzere hukuki sürecin ağırlığını taşıyanların bu çapta bir davayı götürebilecek deneyim, birikim, güç ve bağımsızlığa sahip olmadığını düşünüyorum.

BALBAY DARBECİ Mİ?

Yakın zamanda ortaya çıkan Mustafa Balbay'ın günlükleri üzerine yazdığınız yazı da çok ses getirdi. Gazetecilerin ona verdiği desteği eleştirdiniz. Balbay darbeci mi sizce?

Dayanışmalarını 'Hayır, arkadaşımız darbe planlarına karışmamıştır, darbeci zihniyetle hiç alakası yoktur' diyerek değil, basın özgürlüğü üzerine temellendirdiler, ki ben buna isyan ettim. Ne zamandır darbecilik özgürlükler alanına giriyor, diye sordum. Temenni ederim ki Balbay, örneğin delil yetersizliğinden beraat eder. Kimse hapislerde sürünsün istemem. Sonradan açık veya örtülü özeleştiri yapıp desteklerini geri çektiklerini bildirenler, günlükleri okuduklarında bilmedikleri şeyler mi öğrenmişlerdi gerçekten? Ben kendimi saf bilirdim, demek benden de safları varmış...

Derya Sazak sizin yazınız üzerine kaleme aldığı makalesinde; 'Türkiye 12 Eylül'ün karanlığından çıkarken, bu mücadelede 'dışarıdakiler'den çok 'içeridekiler'in cesareti, esareti, emeği, çilesi etken olmuştur' dediğinde ne hissetiniz?

Derya Sazak'ın yazısındaki o cümleyi itiraf edeyim ki üstüme alınmamıştım. Siz altını çizince fark ettim. Şimdi içim daha da fazla burkuldu. Haklı, tabii ki dışarıdakilerden çok, içerdekilerin mücadelesi belirleyici olmuştur 12 Eylül karanlığından çıkılmasında. Eğer dışarıdakiler derken benim gibi hakkında 25 yılı aşkın hapis istemi, arkasında 12 Mart'ta işkence olan ve sıkıyönetim tarafından afişlerle aranan, işkencede ölme olasılığı bulunan, bu yüzden de yurtdışına kaçmak zoruna kalmış binlerce insanı kastediyorsa...

Siz 12 Mart'ta da dediğiniz gibi işkence görmenize, yargılanmanıza rağmen gitmemiştiniz. 12 Eylül'de neden gittiniz?

12 Eylül'den sonra değil, 4 gün önce bir toplantıya katılmak üzere birkaç gün için çıkmıştım yurtdışına. 10 aylık oğlumu anneme bırakmıştım. Darbe beni Berlin'de yakaladı ve üyesi olduğum örgüt, Türkiye'ye dönemeyeceğimi, artık Almanya'da siyasal sürgün olarak yaşamak zorunda olduğumu bildirdi. Sonrasında çok güç günler geçirdik tabii. Sürgün yaşamı her zaman zordur ama pişmanlık falan duymadım. Sürgün de mücadelenin bir parçasıydı bizler için.

Yeni roman yakında

Yeni bir roman çalışmanız var mı?

Evet, var; çok kısa sürede bitirmek istediğim, bugüne kadar yazdıklarımdan gerek konu gerekse kurgu ve tarz olarak farklı bir roman üzerinde çalışıyorum. Adı; 'Çöplüğün Generali'.

Romanlarınızda karakterlerin yaşadığı sosyal ve siyasi ortamı çok başarılı betimliyorsunuz. Sosyolog olmanız mı yoksa siyasetin içinde yer almanız mı bunu sağladı?

İçinden geldiğim için o ortamları tabii ki iyi tanıyorum. Ama iyi bir roman için bunun yeterli olduğunu düşünmüyorum. Galiba derin gözlem gücü, insanlara duyulan derin bir sevgi, empati gerekiyor. Bence romanın temel direği, olmazsa olmazı insandır. Toplumsal-siyasal olaylar, insanın içinde devindiği, trajedisini yaşadığı iklimlerdir.

Yazım tekniğinizdeki zamanlar arası gidiş gelişler yazarken sizi zorlamıyor mu?

Zamanın zaman içinde anlatıldığı bölümleri yazarken zorlanmıyorum, sadece onları okur açısından anlaşılır kılmak için bir çaba gösteriyorum. Başta böyle bir anlatımdan korkuyordum ama başka türlü de yapamıyordum, çünkü gerçek hayatta da böyle düşünürüz, böyle hatırlarız. Zamanda düz çizgisel akış sadece bir soyutlamadır. Sonra kaygılarım bitti, çünkü okur tepkileri, bu anlatımın fire vermediğini, aksine sevildiğini gösterdi.

Neredeyse yazdığınız her kitap ödüllü. Ödüller sizin için ne ifade ediyor?

 Geleneği ve saygınlığı olan ödüller tabii ki bir anlam ifade eder. Ama hiç ödül almamış çok iyi yazarlar da vardır.

Peki, Nobel?

Nobel'in uzun bir zamandan beri edebiyat alanında eski işlevini yitirdiğini, edebiyatın önüne Batı'nın ideolojik kalıplarının geçtiğini düşünüyorum. Yine de küçümsenmemesi gerekiyor. Örneğin Orhan Pamuk'un Nobel'i alması önemlidir ve Türk edebiyatı için bir kazançtır.