Oray Eğin Ertuğrul Özkök'ü topa tuttu: Ne yaptığının farkında mı?
"Adnancılar hafife alınası, dalga geçilesi bir eğlence unsuru değil" diyen Oray Eğin, Hürriyet yazarı Özkök'ün yazısı için demediğini bırakmadı.
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'ün Abdulkadir Selvi’nin yazısından esinlendiğini söylediği ve hafta sonu "Selvi, Adnan Oktar’ın cezaevinden gönderdiği mektubun bazı bölümlerini aktardı. Oktar’ın cevapları bu mektuptan aşağı yukarı aynen alınmıştır. Sorular da Selvi’nin sorduğu sorulardır ama ben bunları biraz daha renkli ve eğlenceli hale getirdim. Ne de olsa bugün pazar.Bir kedicik şov iyi gider." notu ile kaleme aldığı yazısına Oray Eğin'den sert eleştiri geldi.
"Gazeteciler her kendini bilmeze ifade hakkı tanımak zorunda değil. Irkçılar, katiller, sapıklar, Hitler böyle bir şansı hak etmiyor." diyen Oray Eğin, "Adnan Oktar ve örgütünün kararttığı hayatlar ortada; yıllar içinde bu örgüt yüzünden dağılan, parçalanan ailelerin yüzüne karşı nasıl bu şarlatanı bir karikatüre indirebilmek büyük bir haksızlık. FETÖ nasıl gülünüp geçilesi değilse, yan ürünü Adnancılar da hafife alınası, dalga geçilesi bir eğlence unsuru değil. " ifadelerini kullandı.
HER KONU MİZAH MALZEMESİ OLUR MU?
Dün, mizahın bir sınırının olup olmaması gerektiğini Ertuğrul Özkök’ün yazısını okurken yine düşündüm. Aldülkadir Selvi’nin Adnan Oktar söyleşisini yeniden ti'ye alarak yazmış, dalga geçiyordu. Daha baştan Selvi’nin söyleşisi gazetecilik açısından sakıncalıydı zaten; uzun lafın kısası gazeteciler her kendini bilmeze ifade hakkı tanımak zorunda değil. Irkçılar, katiller, sapıklar, Hitler böyle bir şansı hak etmiyor.
Ama Özkök’ün pek de üzerinde düşünmeden “Pazar eğlencesi” olarak yazdığı mizah yazısı Adnancılar gibi ciddi bir örgüte medyanın yıllardır süregelen yanlış yaklaşımının bir devamı. Dalga geçerek hafife almak, bilmeden önemini azaltmak, şoku hafifletmek…
Reha Muhtar’ın her ciddi haberi Televole diline uyarlayıp gazeteciliğin toplumu aydınlatma fonksiyonunu yerle bir edip mesleki değerlere tecavüz etmesi bu alışkanlığın en uç noktası.
Görünürde Özkök’ün yazısı bu tarz habercilikle kıyaslanmayacak kadar zararsız. Ama yine de yaygın bir medya alışkanlığını yansıttığı için masaya yatırılmaya değer.
Adnan Oktar ve örgütünün kararttığı hayatlar ortada; yıllar içinde bu örgüt yüzünden dağılan, parçalanan ailelerin yüzüne karşı nasıl bu şarlatanı bir karikatüre indirebilmek büyük bir haksızlık. Ne yazık ki medyanın ta 80’lerden beri bu çeteye karşı yaklaşımı örgüte dalga geçerek yaklaşmak oldu.
Oktar da şeytani, habis bir zekaya sahip olduğu için bu
fırsatları değerlendirdi. Kendisini o tuhaf kostümleri ve
makyajlarıyla bile bile grotesk bir karaktere dönüştürerek, “deli”
damgasını bizzat kendisine vurmaktan çekinmeyerek zararsızmış gibi
göründü. Kedicikleri, etrafındaki jöleli oğlanları, muğlak
cinselliği, Kabbalah’dan aşırdığı dini ton bir de Mustafa Akyol
gibi yarı-aydınları etkileyecek sahte evrim karşıtlığı
teorisyenleriyle en fazla marjinal bir karakter, ama adeta bir
eğlence figürü, virjin olmayan bir huysuz olarak görüldü. Şantaj,
tehdit, ailelerin evlerine el koyma, genç kızların hayatlarını
karartma, ölümler, intiharlar biz salondaki partiyle ilgilenirken
arka odalarda gözümüzden kaçtı, kaçırıldı.
Ama sorun sadece mağdurları hatırlayıp dalga geçerken frene
basmakla sınırlı değil.
İRONİNİN ÖLDÜĞÜ
GÜN
Eğer bir milat koyacaksak 15 Temmuz darbe girişimine
Türkiye’de ironinin de öldüğü tarih denebilir. O güne kadar büyük
ölçüde hemen her konuyla (FETÖ kumpasları da dahil) belki bir
ölçüde dalga geçilebilirdi, ama o gün büyük bir uyanış yaşamış
olmak zorundayız.
Bir kere ağlanacak halimize gülmenin
zararlarını fark ettik, bir de ağlama video’ları,
yaptıkları tuhaf ayinler, televizyon programlarındaki saçmalıklar,
kullandıkları gösterişli eşcinsel tetikçilerle bir dalga malzemesi
olmaya müsait örgütün tehlikeli terörist yüzünü gördük.
FETÖ nasıl gülünüp geçilesi değilse, yan ürünü Adnancılar
da hafife alınası, dalga geçilesi bir eğlence unsuru
değil.
Peygamberin kendileriyle konuştuğunu, hapishane duvarlarının
havaya kalktığı gibi bir dolu deli saçmasını sık sık gündeme
getiren FETÖ, Adnancılar gibi ezoterik örgütlerin tam da istediği
kendilerinin bir mizah malzemesine
dönüştürülmeleri. Mizah unsuru olup deli
gömleği giyerlerse cezai ehliyetleri de ortadan
kalkacak.
Ne yazık ki Türkiye’de sosyal medyanın tetiklediği ve
Gezi’den beri süregelen bir alışkanlık bu örgütlerin işine geliyor:
Her konunun her an mizah malzemesi
olabilmesi. Ciddi bir ekonomik kriz, siyasi
sarsıntı, seçimler, darbe girişimi bile kolaylıkla bir meme’e,
caps’e, görünürde zeki bir
tweet’edönüşebiliyor. Ama böylece olay
şiddetini ve yaratması gereken etkiyi yitiriyor, bir şakaya
indirgeniyor. Şoklar yeteri kadar sarsıcı olmuyor, kabullenme ve
kanıksama hızlanıyor.
Mizahın, bizimki gibi sürekli post-travmatik stres
bozukluğu halindeki toplumlarda tedavi etkisi olduğu yadsınamaz
elbette. Ama Enis Batur’un ABD hakkındaki
meşhur sorusunu biraz değiştirerek hatırlamamız
gerekli: Türkiye büyük bir şaka, sevgili Özkök,
ama ona ne kadar gülebiliriz?