Onu her zaman her yerde görebilirsiniz...
Hatta o günlerde sıradan bir solcu değil, servet düşmanı bir Komünist olduğunu söyleyenler bile vardı.
ADNAN BERK
OKAN
Ne medya yazmak istedi canım, ne de siyasete dokunmak...
Çevrenize baktığınızda, gazete
köşelerinde ve televizyon
ekranlarında çok sık gördüğünüz bir tipi tanıtacağım
bu yazımda...
Başlıyorum...
Üniversite yıllarında hızlı bir
solcu idi...
Hatta o yaşında devrimci sendikalardan birinde görev bile
almıştı...
Sol eli havada dolaşır,
sermaye ve
emperyalizmle mücadele etmek gerektiğini
söylerdi...
Aybaşını zor getiren bir devlet memuru
çocuğu idi…
O günlerde Nazım Hikmet’ten şiirler
okuyan dostumuz, ilerleyen yıllarda ise ekonomik sistemdeki bütün
büyük oyuncuların "Sağcı, Milliyetçi -
Muhafazakâr" olduklarını görünce sıkı bir
Necip Fazıl hayranı olmuştu…
Etkin sağcı politikacıların, yazarların, işadamlarının olduğu bir
mecliste mutlaka bir bahane bulur; "Ruhumu eritip de
kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan
aşıp geçmiş sevgilim" diye başlardı...
Zaten Necip Fazıl şiirlerini çok iyi
okuduğu, bundan sonra yayılmıştı kulaktan kulağa...
"Neticede hepimizin
özgür bir iradesi var ve ona uygun davranıyoruz. Önemli olan, her
dönemde kıvırtmadan, başkalarının sırtına basmadan, yaptıklarımızın
sorumluluğunu taşımak ve hesabını verebilmektir." Ertuğrul Özkök |
Oysa...
Üniversitede okuduğu dönemde Necip Fazıl
için “yoz, yobaz, çağ dışı sağcıların minik bir
putu” dediği, kendisini yakından tanıyan
arkadaşlarından biri tarafından bir TV programında
anlatılmıştı…
Hatta o günlerde sıradan bir solcu değil, servet
düşmanı bir Komünist olduğunu söyleyenler bile
vardı.
Ulusal solcu Atilla İlhan bir eserinde
“Her servetin altında açığa çıkmamış bir suç
yatar” dedirtiyordu kahramanına.
O da ilk gençliğinde Atilla İlhan'ın
sıkı müritlerinden biriydi...
Son günlerde İlhan’ın o sözünü,
“Her servetin altından lâğım geçer ama paranın kokusu o
kadar güzel ve kuvvetlidir ki, o iğrenç kokuyu parfüm kokusuna
çevirir” şeklinde değiştirerek söylediği anlatılıyor
kendisine muhalif çevrelerde…
Bir başka deyişle, “Ben kendi lağımımı parfümle
yıkıyorum” demek istediği ima ediliyor...
Bu tipin bir benzeri ise
gençliğinde Necip Fazıl hayranı iken, 28
Şubat sürecinde sıkı bir "Nazımcı" olarak
çıkmıştı ortaya... Ekranlarda Nazım'dan şiirler okuyor, köşesinde o şiirlerden birkaç satır aktarıyor; Necip Fazıl'ın nasıl da "oportünist bir din tüccarı" olduğunu anlatıyordu ağzından tükürükler saçarak.. Bugün o yine fanatiklik ölçeğinde bir Necip Fazıl hayranı... İstanbul şiirini kaldığı yerden okumaya devam ediyor... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... |
Henüz genç ve yoksul bir solcuyken servet sahiplerine karşı
beslediği kin ve
duyduğu öfke, en az zenginler kadar, karısını da korkuturdu.
Zavallı kadın ne zaman pahalı bir araba veya ünlü markalı bir
kıyafet görse “Biz hiçbir zaman zengin olamayacak
mıyız?” diye sorardı Ona…
Ama artık çok değişti...
Bu değişimi, karısının işte o konuşmaları ve yalvaran ifadelerine
"borçlu" olduğunu anlatıyor yeri
geldiğinde...
İşte o gün ilk defa ve o kadar çok istemişti ki zengin
olmayı...
Ve...
Zengin olmak için her şeyi hiç çekinmeden yapması gerektiğini o
kadar iyi anlamıştı ki...
Ve...
Bu gün artık Türkiye’nin en
büyük nakit zenginlerinden biri olduğunu herkes
biliyor...
Yemeklerde en pahalı şarapları ısmarlıyor, kadehini
kaldırırken:
“Zenginliğin ve zenginlerin şerefine… Şimdi artık
anlıyorum ki gençliğimde, o fukara günlerimde düşman olduğum şey
zenginlik değil, zenginlermiş” diyerek öğrencilik
günlerinde varlıklı insanları kıskandığını itiraf ediyor bugün
artık...
Ve...
Ekliyor:
"Bugün ben de o zenginlerden
biriyim.."
Yakın dostlarına, neden acımasız
olduğunu söylerken çocukluğunda yaşadığı bir olayı aktarıyor…
Mütevazı bir memur çocuğu olarak büyük acılar çektiğini, bir gün
babasının amiri olan üst düzey devlet memurunun, babasına sanki bir
erine bağırırmış gibi bağırıp hatta küfür ettiğini anlatıyor…
Babasının gözlerinin önünde azarlandığı o gün:
“ 'Bir gün çok yükselecek, çok zengin olacak ve babamın
intikamını alacağım' diye kendime söz
verdim" diyor...
Her olayda
kendi çıkarlarınıza dönük hesaplar yapmanıza karşı, seçim sandığına
giderken ülkenin ve toplumun çıkarlarını
hesaplamayabilirsiniz. İşte böyle bir şey... "Olmaz olmaz" demeyin. 1990'lı yıllarda Turgut Özal'ın yeniden yapılanma çizgisini reddedip, 1980 öncesinin kadrolarını yeniden seçimle başa getirmedik mi? Mehmet Barlas |
Üniversiteyi bitirdikten sonra bir kamu bankasında müfettişliğe
başlamıştı...
Milyonlarca liralık yolsuzluğu bulup ortaya çıkarıyordu...
Ama bir süre sonra bu yaptığından hiç de memnun olmadığını
hissetmişti. Yapması gereken bu açıktan faydalanarak parayı
kapmaktı ama yolunu bilemiyordu...
Babası gibi aybaşını zor getiriyor olmayı kendisine
yakıştıramıyordu...
Gel zaman git zaman, oyunu kurallarına göre oynamayı öğrendi…
Güçlülere kafa tutup, zayıfları koruyan kimliğini fırlatıp atmış;
onun yerine, güçlülere boyun eğen, zayfları ezen bir
kişiliğe bürünmüştü…
Kurtlara karşı kuzuların yanında yer alan çoban olmaktansa,
kurtlarla bir olup kuzulardan pay kapan çoban olmayı tercih
etmişti..
Elinde kavalı ve sırtında heybesiyle kamufle olan bir
kurt adam gibi... Bildik kurt adamlardan tek farkı
ise dolunayı değil, parayı görünce değişmesiydi...
Ve bu kişilik değişimi; insanlıktan çıkıp kurtluğa geçişi ile
birlikte yıldızı birden parlamaya başlamıştı…
Evvelden, bulduğu her büyük usulsüzlük yüzünden takdir edileceğine
teftiş heyeti başkanından fırça yerdi...
Artık, teftiş esnasında bulduğu büyük hataları gördüğünü ama
"uygun koşullar altında, bir şey görmemiş de
olabileceğini" ima etmeyi öğrenmişti. Ve bu bulduğu
doğru yol ona taltifle birlikte, terfi ve maaşının dışında yüklüce
bir ek gelir de getirmeye başlamıştı.
“Bak oğlum” demişti bir gün teftiş ettiği
kamu bankasının en büyük ve en sorunlu müşterilerinden biri:
“Sen bizim hatalarımızı görürsen, biz seni görmeyiz.
Biz seni görmezsek, amirlerin de seni görmez. Amirlerin seni
görmezse....”
"Artık seçimlerden
sonra Parlamento'nun ilk yapması şart olan işlerden birisi, Türk
Ceza Kanunu'ndaki gerekli düzenlemelerin yapılarak Ergenekon ve
Balyoz'un üzerine giden gazetecileri yıldırmaya yönelik
değişikliklerin hayata geçirilmesidir." Şamil Tayyar |
Hayatının dönüm noktalarından biri olmuştu o gün…
Mesleğinde hızla yükselmiş, her zaman kurtlarla ortak
olan çoban rolünü üstlenmeye koyulmuştu…
Özel ve kamu bankası yöneticiliği yaptığı süreçte de sürdürmüştü o
tercihini…
Halkın mevduatlarını veya devletin hazinesini
kurtlardan koruyacağına; o kurtlarla birlikte olup, halkın
mevduatını ve devletin hazinesini yağmalamayı
yeğlemişti…
Ve...
Fukaralık günlerinin yerini muhteşem bir servetin dayanılmaz ve
doyulmaz tadı almıştı öylece…
Sevgili dostlarım...
"Kim bu adam?" diye sormayın...
Kaldı ki ille de "Adam" olması
gerekmez...
Bir "kadın" da olabilir bu tip...
Bilmenizi istediğim asıl konu şu:
Medyamızda, siyasetimizde ve iş dünyamızda bu tipin halen
"egemen" olduğu gerçeği...
Bu tiplerin egemeniklerinin hüküm sürdüğü bir ülkenin asla "Muasır Medeniyetler" seviyesini yakalayamayacağının bilinmesi...
Bir yurttaşın; görevinden gelen gücüyle hazineyi soymasıyla, çalıştığı özel sektörü soyması arasında hiç fark yoktur...
Allah ülkemize "enerjik, kariyerli, yetenekli" ama bir kadar da "dürüst, temiz ahlâklı" yurttaşlar nasip etsin...
Amin!...
adnanberkokan@gmail.com
Her olayda kendi çıkarlarınıza dönük hesaplar yapmanıza karşı, seçim sandığına giderken ülkenin ve toplumun çıkarlarını hesaplamayabilirsiniz.
İşte böyle bir şey...
"Olmaz olmaz" demeyin.
1990'lı yıllarda Turgut Özal'ın yeniden yapılanma çizgisini reddedip, 1980 öncesinin kadrolarını yeniden seçimle başa getirmedik mi?