Oldu mu yani Ece Temelkuran!.. Oldu mu?..
Hele Mert, Maya ve Elif'i öyle bir anlatıyorsun ki, insan bir mini öykü ya da makale okumuyor da sanki kana kana su içiyor...
ADNAN BERK
OKAN
Sevgili Ece Temelkuran;
Gazete HT'deki, (18.04.2011) mükemmel bir alegori...
Ve buna rağmen...
Muhteşem bir "gerçekçilik" taşıyor...
Olağanüstü bir "dil" kullanıyorsun...
Hele Mert, Maya ve Elif'i öyle bir anlatıyorsun ki, insan bir mini haber - öykü ya da makale okumuyor da sanki kana kana su içiyor...
İnsanların mutluluklarını...
Gülen gözlerini...
Gülümseyen dudaklarını...
Ve...
Neşeli el çırpışlarını harika anlatıyosun...
Ve tabii ki o "berbat" sonu da...
Hem de ne son...
Hacı Arif Bey'in Muhayyer şarkısında dediği gibi:
Gam ateşi kalbimi kebap etti...
Yüreğimi harab etti...
Sanki...
Ciğerimin kanını o muhteşem düğüne şarab etti...
O düğünü...
O; Elif'in (iddialar doğruysa) polisin silâhından çıkan biber gazı mermisiyle kırılan kafatasını ve polis vahşetini mahşerde sorduklarında da böyle cevap edeceğim Ece...
Gerçekten yaktın yüreğimi...
Ağlamaya hazır ruhumu harab ettin...
Hâsılı makalende her şey yerli yerindeydi...
Biraz daha geliştirip yazsan "Yılın Öyküsü" ödülü garanti...
Ama be Ece...
Ama...
İşi sonunda getirip "kendini inkâr"da bırakmasaydın keşke...
Ya da keşke o sondan bir önceki ve son paragrafta yazdıkların olmasaydı...
Hangileri mi?..
İşte şunlar:
"... Ve gazeteler bu haberi her cümlenin içinde en az on kere 'iddialara göre' diyerek verdiler."
Ya nasıl verseydiler Ece?..
Ne deseydiler...
"Savcının olay yerinde yaptığı inceleme sonucu tesis ettiği hükme göre..." diye mi başlayıp bitirseydiler cümlelerini?..
İddiayı, hükme mi çevirseydiler?..
Daha da fenası Ece...
Bunu da kalkıp, "Çünkü Elif Kürt'tü ve Çırağan Sarayı'nda değil, Silopi'de yapılan düğündeki bir bebekti" diye bağlayışın...
İşte o cümle ise hiç olmamıştı...
Zira...
O söylediklerin "bölücülüğün" dik alâsıydı...
Hak aramak çok "erdemli" bir şey Ece...
Ama...
"Haksızlık etmemek" şartıyla...
Günlerdir Ahmet Şık ve Nedim Şener'e yapılanları eleştirmiyor muyuz hep birlikte?..
Neden?..
Henüz ortada "somut kanıta dayalı bir suç" olmadığı halde bazı yazar ve gazetelerin iki meslektaşımızı "suçlu" ilân edişlerine isyan etmiyor muyuz?..
"İddianame"den "hüküm" çıkarışlarına öfkelenmiyor muyuz?..
İyi ama Ece...
Muhabir arkadaşlarımızın Silopi'de meydana gelen "vahşet"le ilgili olarak kullandıkları "dil"i niçin eleştiriyorsun?..
Neden küçümsüyor, neden kafatası kırılan çocuğumuzun "Kürt" kökenli oluşuna bağlıyorsun?..
Doğru yazmış arkadaşlarımız...
Henüz ortada "suçlu bir Polis" yok; bir "iddia" var sadece...
"Hüküm" kesildiği gün yaralanmanın gaz tüpünden veya senin ifadenle mermiden olduğu ve fail polisin kimliği de çıkacak ortaya...
Kaldı ki...
Vahim olan Elif'in kafatasını kıran merminin kimin silâhından çıktığı değil...
Vahim olan polis baskını...
Mermiden olmasa bile düğün salonunun polis tarafından basılması başlı başına bir vahşet...
Yoksa...
Ha polis Ahmet olmuş Elif'i yaralayan...
Ha polis Mehmet...
Ya da Elif panik ortamında düşmüş ve kafatasını kırmış...
Ne fark eder?..
Yani sevgili Ece...
Bütün olaylara "Hukuk, hak, adalet penceresinden" bakmalıyız...
Çifte standart yapmadan...
Polis suçlanınca "iddiadan hüküm" çıkarıp; Ahmet veya Nedim için "hüküm" tesis edenlereyse "suç yok iddia var" dersek nerede kalır bizim adaletimiz?..
Ne dersin Ece?..
İstersen makaleni o bölümleri çıkarıp bir kez daha oku...
Göreceksin ki muhteşem güzel...
O yazdığın 15-20 kelimelik cümleler ise boşuna zaman kaybı...
adnanberkokan@gmail.com
Sevgili Ece Temelkuran;
Gazete HT'deki, (18.04.2011) mükemmel bir alegori...
Ve buna rağmen...
Muhteşem bir "gerçekçilik" taşıyor...
Olağanüstü bir "dil" kullanıyorsun...
Hele Mert, Maya ve Elif'i öyle bir anlatıyorsun ki, insan bir mini haber - öykü ya da makale okumuyor da sanki kana kana su içiyor...
İnsanların mutluluklarını...
Gülen gözlerini...
Gülümseyen dudaklarını...
Ve...
Neşeli el çırpışlarını harika anlatıyosun...
Ve tabii ki o "berbat" sonu da...
Hem de ne son...
Hacı Arif Bey'in Muhayyer şarkısında dediği gibi:
Gam ateşi kalbimi kebap etti...
Yüreğimi harab etti...
Sanki...
Ciğerimin kanını o muhteşem düğüne şarab etti...
O düğünü...
O; Elif'in (iddialar doğruysa) polisin silâhından çıkan biber gazı mermisiyle kırılan kafatasını ve polis vahşetini mahşerde sorduklarında da böyle cevap edeceğim Ece...
Gerçekten yaktın yüreğimi...
Ağlamaya hazır ruhumu harab ettin...
Hâsılı makalende her şey yerli yerindeydi...
Biraz daha geliştirip yazsan "Yılın Öyküsü" ödülü garanti...
Ama be Ece...
Ama...
İşi sonunda getirip "kendini inkâr"da bırakmasaydın keşke...
Ya da keşke o sondan bir önceki ve son paragrafta yazdıkların olmasaydı...
Hangileri mi?..
İşte şunlar:
"... Ve gazeteler bu haberi her cümlenin içinde en az on kere 'iddialara göre' diyerek verdiler."
Ya nasıl verseydiler Ece?..
Ne deseydiler...
"Savcının olay yerinde yaptığı inceleme sonucu tesis ettiği hükme göre..." diye mi başlayıp bitirseydiler cümlelerini?..
İddiayı, hükme mi çevirseydiler?..
Daha da fenası Ece...
Bunu da kalkıp, "Çünkü Elif Kürt'tü ve Çırağan Sarayı'nda değil, Silopi'de yapılan düğündeki bir bebekti" diye bağlayışın...
İşte o cümle ise hiç olmamıştı...
Zira...
O söylediklerin "bölücülüğün" dik alâsıydı...
Hak aramak çok "erdemli" bir şey Ece...
Ama...
"Haksızlık etmemek" şartıyla...
Günlerdir Ahmet Şık ve Nedim Şener'e yapılanları eleştirmiyor muyuz hep birlikte?..
Neden?..
Henüz ortada "somut kanıta dayalı bir suç" olmadığı halde bazı yazar ve gazetelerin iki meslektaşımızı "suçlu" ilân edişlerine isyan etmiyor muyuz?..
"İddianame"den "hüküm" çıkarışlarına öfkelenmiyor muyuz?..
İyi ama Ece...
Muhabir arkadaşlarımızın Silopi'de meydana gelen "vahşet"le ilgili olarak kullandıkları "dil"i niçin eleştiriyorsun?..
Neden küçümsüyor, neden kafatası kırılan çocuğumuzun "Kürt" kökenli oluşuna bağlıyorsun?..
Doğru yazmış arkadaşlarımız...
Henüz ortada "suçlu bir Polis" yok; bir "iddia" var sadece...
"Hüküm" kesildiği gün yaralanmanın gaz tüpünden veya senin ifadenle mermiden olduğu ve fail polisin kimliği de çıkacak ortaya...
Kaldı ki...
Vahim olan Elif'in kafatasını kıran merminin kimin silâhından çıktığı değil...
Vahim olan polis baskını...
Mermiden olmasa bile düğün salonunun polis tarafından basılması başlı başına bir vahşet...
Yoksa...
Ha polis Ahmet olmuş Elif'i yaralayan...
Ha polis Mehmet...
Ya da Elif panik ortamında düşmüş ve kafatasını kırmış...
Ne fark eder?..
Yani sevgili Ece...
Bütün olaylara "Hukuk, hak, adalet penceresinden" bakmalıyız...
Çifte standart yapmadan...
Polis suçlanınca "iddiadan hüküm" çıkarıp; Ahmet veya Nedim için "hüküm" tesis edenlereyse "suç yok iddia var" dersek nerede kalır bizim adaletimiz?..
Ne dersin Ece?..
İstersen makaleni o bölümleri çıkarıp bir kez daha oku...
Göreceksin ki muhteşem güzel...
O yazdığın 15-20 kelimelik cümleler ise boşuna zaman kaybı...
adnanberkokan@gmail.com