Okuru cemaat haline getiren yazarlar...
Ertuğrul Özkök bugün 'Tanrı yazar' kavramından sonra bir kavramı daha bize tanıttı... "Ying" ve "yang" köşe yazarı....
Hürriyet'in tepe ismi Ertuğrul
Özkök bugün okuyucusuna çok ilginç bir soru sordu. Sizce bir köşe
yazarı alkışlanmaktan mı daha çok keyif alır, yoksa yuhalanmaktan,
hakarete uğramaktan mı?"
"Hemen cevap vermeyin.
Yani hiç düşünmeden "Elbette alkışlanmaktan" demeyin." diyen Özkök,
sorunun cevabını sütununda masaya yatırdı...
- (...) "Tanrı yazar" kavramından sonra, bugün size yeni bir
kavram daha tanıtıyorum.
"Ying" ve "yang" köşe yazarı.
Bu defa kavramın mucidi ben değilim.
Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan.
Geçen salı günü, gazetecilere hákim olan "yeni zihniyeti" anlatan
çok güzel bir yazı yazdı.
Şimdi bu yazıdan size uzun bir alıntı yapacağım.
Berkan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasını
izleyen gazetecilerin, konuşmayı kendi dünya görüşlerine göre
aktardıklarını ve gazetelerde kaliteli analiz haberlerin yer
almadığını söyledikten sonra şunları yazıyor:
Dikkatle, altını çize çize okuyalım:
"İş köşe yazarlarına bırakılınca, ister istemez konu bir dizi
sübjektif seçimin, yani yazarların konuşmanın kendi istedikleri bir
bölümünü kendi siyasi eğilimlerine göre yorumlamalarının insafına
kalıyor.
Diyebilirim ki, gazetelerimizin neden hep özendiğimiz The New York
Times, The Washington Post, The Guardian gibi olmadığı sorusunun
cevabı tam da bu örnek olayda gizli.
Gazetelerimiz, objektif bir bakış açısıyla ve adilane biçimde
yazılmış, ayağı yere basan haberler ve haber analizler
yayımlayamadığı için okuyucusunun yorum ihtiyacını karşılaması için
bu denli çok sayıda köşe yazarı barındırıyor.
O yazarlar da, aslında çoğu zaman yorum ihtiyacını karşılamak
yerine kendi fikirlerini okuyucuya iletiyorlar.
Böylece köşe yazarının etrafında bir taraftar ve bir de nefret
edenler kitlesi oluşuyor, bu kitlenin varlığı da zaman içinde
Ertuğrul Özkök’ün gündeme getirdiği ’Tanrı yazar’ fenomenine yol
açıyor.
Yazarın etrafındaki taraftar ve nefret eden kitlesi aslında
birbirinin tamamlayıcı parçası, adeta yazarın ’ying’ ve ’yang’ı.
Zaman içinde yazar taraftarları tarafından pohpohlanmaktan da,
düşmanları tarafından bir nefret objesi olarak algılanmaktan da
neredeyse eşit derecede haz almaya başlıyor.
Ve tam bu noktada yazar bir nevi tek başına siyasi parti haline
geliyor. Bu evrim tamamlanıp yazar kendi başına bir siyasi varlık
haline dönüşünce gerçek dünyadan kopuş hızlanıyor.
Yazar önüne gelen her konuyu, iyi-kötü; doğru-yanlış;
yararlı-zararlı kategorisine sokmaya başlıyor.
Daha da fenası, yazar (hiç değilse bir kısım yazar) dünyayı
gazetelerden ve diğer köşe yazarlarından ibaret sanmaya
başlıyor.
Bütün enerjisini diğer gazetelerden ve gazetecilerden nefret
etmeye, onlara kendi üslubuna göre şu veya bu biçimde bulaşmaya
adar hale geliyor.
Etrafınıza bakın, gazetelerinizde okuduğunuz yazarları bir
hatırlayın,
Başlığına veya ilk bir iki satırına bakınca yazıdaki ’anafikri’
tahmin edemeyeceğiniz kaç kişi var?"
* * *
İsmet Berkan’ın yazdıklarına katılıyorum.
Köşe yazarlarının küçümsenmeyecek bir bölümü, dini veya siyasi bir
taraftar okura yaslanıyor.
O okurla birlikte bir "cemaat" haline geliyor.
Sonra o cemaatin istediklerini söyleyip aldığı alkışlarla "ego"sunu
hormonlamaya başlıyor.
Ego hormonlaştıkça, yavaş yavaş yazar tanrılaşmaya, okuru da mürit
gibi görmeye başlıyor.
Üstelik, bu psikoloji iki yönlü çalışıyor.
Yani alkış kadar nefret ve yuhalanma da egoyu şişiriyor.
* * *
Bir süre önce "Tanrı yazar" döneminin kapanmaya başladığını
söylemiştim.
Şimdi de şunu söylüyorum:
Yavaş yavaş parlayan yeni bir yazar profili var.
Bu profilin kim ve ne olduğunu artık herkes biliyor.
Bu yeni profil, eski ve hormonlu egoya dayalı yazar, bir yazar
neslini tasfiye etmeye başladı.
Hep birlikte izleyeceğiz.