Okunamayası bir referandum yazısı çünkü!..
Gyges Yüzüğü’ne şimdi sahip oldun, umarım onu işlediğin veya işleyeceğin suçlarda kendine zırh olarak kullanmazsın......
ADNAN BERK OKAN
Hiçbir yazımı “ikinci kez” yayımlamak istemem çünkü konu sıkıntısı duymam…
Ancak…
Daha önce de çok seçim yaşadığım için seçim günleri "içinden siyaset geçmeyen" bir yazının tekrarında sakınca(!) olmadığı kanısındayım…
Bugünkü yazım “birebir tekrar” değil ama konu olarak “tekrar” sayılabilir…
22 Temmuz 2007 seçimlerinden hemen sonra yazmıştım…
Ama öyküyle birlikte “Yorum” da yapmıştım o yazımda…
2. kez başbakan olmayı garantileyen Erdoğan’ın seçim gecesi balkonda yaptığı o mükemmel konuşmayı hatırlattıktan sonra “Gyges Yüzüğü’ne şimdi sahip oldun, umarım onu işlediğin veya işleyeceğin suçlarda kendine zırh olarak kullanmazsın… Umarım dokunulmazlıkların kaldırılması için kullanırsın bu yeni gücünü” demiştim…
Peki öyle oldu mu?..
O cevabı o gün de vermemiştim çünkü henüz yeni bir başlangıç daha yapacaktı…
Bugünkü cevabı biliyorum ama seçim yasaklarına giriyor…
Çünkü siyasi anlaşılabilecek bir özdeyiş koymak bile “YASAK” bugün…
Hem galiba, (öbürgün) kimlerin Akheron’dan geçtiklerini öğrendikten sonra analiz yapmak çok daha keyifli olacak…
O halde başlayayım…
Eflatun’un “Devlet” isimli eserini okuyanlar hatırlayacaklardır.
O kitapta Platon, Sokrat’tan bir öykü anlatır.
Öykü, Lydya’da geçer.
Kral bütün Lydya’lıarın uymaları gereken kimi kurallar koymuştur.
Bu kurallardan birine göre kim ki bir şey bulmuştur mutlaka getirip Kral’a teslim edecektir…
Bu bir hazine olduğu gibi daha önce kimsede görülmemiş küçük bir taş parçası da olabilir…
Lydya’lı çoban Gyges, bir gün merada sığırları otlattığı sırada aniden başlayan fırtına ve sağanak yağmurdan kaçarken önündeki toprak yarılır…
Bu yarığın tanrılar tarafından sığınması için açıldığını düşünür kendini o yarıktan içeri atar…
Ve…
İçi oyulmuş, üstünde çok sayıda delik olan tunçtan bir at görür…
Eğilir, atın içine bakar…
Ancak bir devin sahip olabileceği irilikte bir insan cesedi vardır…
Çırılçıplak olan bu dev ölüsünün parmaklarından birinde ışıldayan, pırıl pırıl yüzük dikkatini çeker Gyges’in…
Yüzüğü alır, yukarı çıkar…
Bu arada Kral'ın “bulunmuş bir şey”le ilgili koyduğu kuralı hatırlar…
Yüzüğü Kral’a teslim etmekle etmemek arasında kendisiyle hesaplaşır…
İyi bir vatandaş olduğunu düşünür…
Kral’a gidecek ve yüzüğü teslim edecektir…
Sarayın kapısına geldiğinde iki Lydyalı ile karşılaşır.
Selâmlaşırlar…
O anda yüzüğü kendi parmağında bir kez denemek geçer aklından...
Yüzüğü parmağına geçirdiği anda, az önce selamlaştığı kişilerden birinin, adını seslendiğini işitir…
Oysa o iki kişi henüz elini uzatsa tutabileceği kadar yakınlarındadır…
Ve şaşkınlıkla “daha şimdi buradaydı, uçmuş olamaz ya kuş gibi” demektedirler birbirlerine…
Gyges olayı anlar…
Bu kez yüzüğü parmağından çıkarır avucuna alır…
İki hemşerisi bir anda karşılarında buldukları Gyges'e kahkahalarla gülerler...
Şakasını(!) çok beğenmişlerdir…
Gyges onlara yüzükten söz etmez…
O iki kişinin gitmesini bekledikten sonra tekrar takar yüzüğü parmağına…
Nöbetçilere görünmeden dalar sarayın kapısından içeriye…
Elini kolunu sallaya sallaya Kraliçe'nin odasına gider…
Yüzükten bahsetmeden sahip olduğu gücü gösterir ona…
Kraliçe, Gyges’in bu görünmezlik özelliğine hayran olur…
Ve aralarında gizli bir cinsel ilişki başlar...
“Kralı öldürelim” der bir gün Gyges, Kraliçe'ye…
Muhteris kadın daha çok güç sahibi olabilmek hayaliyle bu teklifi kabul eder…
Kraliçe'nin de yardımıyla Kral'ı öldürür Gyges…
Sonra da Kraliçe ile evlenir, geçer kralın yerine …
Sonunda ne mi olur?..
Çoban ve kraliçenin foyaları meydana çıkar, halk tarafından linç edilirler…
Bu öyküyü anlattıktan sonra J.R.R. Talkien’in ünlü romanı “Yüzüklerin Efendisi”nden birkaç küçük karakter tahlili yapmıştım…
Çünkü ünlü yazarın, Sokrat'ın öyküsünden etkilendiğini düşünmüştüm daha ilk kitabını okuduğumda...
J.R.R. Talkien de tılsımlı ve kontrolü zor bir güç veren yüzüğü ele geçirmek için “iyiler ile kötüler” arasındaki savaşı anlatıyordu…
Yüzüğün gücünü bildikleri halde “kontrolsüz güç, güç değildir” özdeyişini kendilerine ilke edinen "iyi insanlar" kolaylıkla sahip olabilecekleri halde o yüzüğü istemiyorlardı…
Meselâ geleceğin kralı Aragorn yüzüğe “yüz” vermiyor; Frodo avucunu açıp da yüzüğü ikram ettiği anda Hobbitt’in elini kapatıyordu…
Keza Frodo'nun yardımcısı ve en yakın arkadaşı Sam'de o tılsımlı yüzüğü bir müddet taşımasına rağmen onun sihrinden yararlanmayı aklının ucundan bile geçirmiyordu…
Ta ki, patronu Frodo zor duruma düşünceye kadar…
Ama diğer tarafta Gollum isimli insanlık dışı yaratık öyle miydi?..
Ne entrikalar çeviriyordu o tılsıma sahip olabilmek için…
Ya da yüzüğün üreticisi kötü büyücü Sauron...
Neyse...
Fazla uzatmayayım da yazıyı Ziya Paşa'nın ünlü beyitlerinden biriyle bitireyim:
Ya bister-i kemhâda, ya virânede can ver.
Çün bay-u geda, hâke beraber gidecektir...
Kiminiz günümüz Türkçesiyle ne anlama gelmediğini bilmeyebilirsiniz…
Ben çevireyim:
İster bir viranede ver canını, ister ipek yatakta,
nasılsa zenginle fakir, birlikte gideceklerdir Allah'a...
İyi Pazarlar…
adnanberkokan@gmail.com