Oktay Ekşi 'Dumanlı o tarihte medya imamı gibiydi' diyor ama...

Gözaltına alındığında, Dumanlı'yı Gülen cemaati medyasının amiral gemisi olan Zaman'da ziyaret ederek sürpriz yapan Oktay Ekşi nedenlerini bakın nasıl anlattı

14 Aralık operasyonu ile Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, kimi haber ve yazılar gerekçe gösterilerek gözaltına alındığında, Dumanlı'yı Gülen cemaati medyasının amiral gemisi olan Zaman'da ziyaret ederek sürpriz yapan Oktay Ekşi herkesi şaşırttı.

"Alçakları tanıyalım" diyerek askerin Şemdin Sakık'a atfederek servis ettiği kurgulanmış ifadeye dayanarak "PKK'dan para alan gazeteci, yazar ve işadamları olduğunu" yazan; Meclis'e başörtülü geldiği için Merve Kavakçı'yı intihar bombacısına da benzeten; Lince rağmen Magazin Gazetecileri Derneği gecesi için Ahmet Kaya'yı hedef alarak "Kardeşsen kardeşliğini bil" derken bazı yazarları, köşesinde "liberal geçinen faşist" diye anarak "ulusal değerlere sahip çıkmamak"la suçlayan; 2010'da AKP yönetimine yönelik kullandığı "analarını satan zihniyet" ifadesini kullanan Oktay Ekşi, gazeteciliği dışında siyasetle inişli çıkışlı ilişkisiyle de dikkat çekiyor.

19 yaşında gazeteciliğe başlayan, henüz 29 yaşındayken, 1961 Anayasası'nı hazırlamak için oluşturulan Kurucu Meclis'e "Basın Temsilcisi" olarak giren; 1983'te Erdal İnönü'nün teklifiyle SODEP'in kurucu üyesi olan; Hürriyet'teki olaylı yazısı yüzünden istifa ettikten iki ay sonra CHP'ye katılan;  2011'de CHP milletvekili ve en yaşlı üye olarak Meclis'e geçici başkanlık yapan

Ekşi'nin Zaman için yaptıklarını Basın Konseyi Başkanı olarak Özgür Gündem için yapıp yapmadığını ve kendisinin "günah" listesi olarak andığı yazılarını sormak için kapısını çalan Özvarış'a verdiği yanıtlar da oldukça dikkat çekici.

İşte o röportajdan dikkat çeken bölümler:

EKREM O TARİHTE MEDYA İMAMI GİBİ DAVRANDI

- Sizi Zaman gazetesine götüren ne oldu?

Beni hayrete düşüren, gitmemin niye bu kadar ilgi çektiği. 1988'de Basın Konseyi'ni kurduğumuzda ilan ettiğimiz temel ilkelerden biri, iletişim özgürlüğüne nerede, nasıl, kim tarafından müdahale edilirse edilsin ona karşı çıkmaktı. Konsey olarak daha önce sahip çıkılmamış gazetecilere her fırsatta sahip çıktık. Galiba meslek dünyamız dahil kamuoyu, bu geçmişi dikkate almıyor. Ben 23 sene bu konseyin başkanlığını yaptım.

- Basın Konseyi Başkanı olarak "medya imamı" dediğiniz Ekrem Dumanlı'ya sahip çıkıyor oluşunuz insanları şaşırtmış olabilir mi?

O yazı, Basın Konseyi Başkanı olarak değil, Hürriyet'in başyazarı olarak yazdığım bir yazıydı. O tarihte Ekrem'in köşesinden vaaz veren tavrının böyle tanımlanması gerektiğine hâlâ inanıyorum. (Ekşi, 2009'da haber için Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düştüğü yere giden CHA muhabiri Lütfi Aykurt'un, dönüş yolunda asker tarafından helikoptere alınmaması olayına tepkiden bahsediyor - T24) Bunu söylememe rağmen bugün Ekrem'in yanına gitmeme şaşıranlar duygularıyla bakıyor.

(...)

- Dumanlı ve Hidayet Karaca'ya yapılanlar bir kenara konulduğunda, siz cemaatin faaliyetlerini meşru buluyor musunuz?

Meşru olup olmadığı yargının tartacağı bir şey. Gönül ister ki bağımsız bir yargı olsun, ben de kararına inanayım. Ama bağımsız yargı dün de yoktu, bugün de yok.

- Oktay Ekşi'nin cemaatin faaliyetlerini nasıl değerlendirdiğini merak ediyoruz.

Yayında, eğitimde iddialılar; devlet kadrolarına girme konusundaki iştahlı faaliyetleri düşündürtecek türden. İsmailağa veya diğer cemaatlerden farklı olduklarını herkes gibi ben de görüyorum. Ama o faaliyetin meşruiyetten çıkıp çıkmadığını elimde veri olmadığı için bilemem.

(...)

- Sizce Gülen cemaati cumhuriyete bir tehdit mi?

Suçlamalara, iddianameye göre bana bir yer mi belirleyeceğiz? Ben gazeteci Ekrem Dumanlı'nın katılmadığım görüşlerini özgürce ifade edebilmesi için oraya gittim. Dumanlı'nın başka bir etkinliği var mı veya Hoca'yla bağı ona bir şeyler yaptırmış olabilir mi bilemem ama olduğunu da zannetmiyorum. Ben herkesin düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkının yanındayım.

'BOMBALANDIĞINDA ÖZGÜR GÜNDEM'E GİTSEYMİŞİM DEMİYORUM'

- Özgür Gündem bombalandığında gazetenin ofisine gitmiş miydiniz?

Özgür Gündem o tarihte açık bir PKK propagandacısı bir yayın idi. Gidip de "Geçmiş olsun arkadaşlar" dediğimi hatırlamıyorum. Ama Basın Konseyi olarak ve yazar olarak çok ciddi tepki gösterdiğimi hatırlıyorum.

- Bugünkü Özgür Gündem sizce "PKK propagandası" yapmıyor mu?

Bir yayın organı... Bilmiyorum, çünkü takip etmiyorum.

- Bakış açınızdan yola çıkarak söyleyeceğiz; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu bugün gazetenin yazarları arasında. O zaman ile bugün arasındaki fark ne?

O zaman TSK ile PKK arasında çok ciddi bir çatışma vardı. Bugün Türkiye ayrı bir konjonktürü yaşıyor; devlet onlarla müzakere yapıyor.

- Devlet müzakere yapabildiği için mi fikriniz değişti?

Konjonktür değişti.

- Prensibiniz, devletin bir adım arkasında mı konumlandı?

Belki müstakil değerlendirme size böyle düşündürüyor olabilir.

- Bugün baktığınızda "Keşke Zaman'a gittiğim gibi Özgür Gündem'e de gitseydim" diyor musunuz?

Hayır. Genci, çocuğu, kadını öldüren bir terör örgütü var, onun uzantıları var, onun sözcüsü olduğunu iddia eden ve bu yüzden bombalanan bir yer var. Bu noktada gazeteci Oktay Ekşi ne yapabilir? İfade özgürlüğüne şiddet kullanarak engel olunduysa buna tepki gösterebilir. Bunu da yapmışım. Gidip sarılıp birlikte gözyaşı dökme beklentisi var idiyse o fazla olurdu.

(...) 

Madem incelediniz, değerlendirmenizin objektif olabilmesi için ekleyeyim. Ape denilen Musa Anter’in öldürülmeden önceki son yazısı benim “ne kadar alçak olduğum”la ilgiliydi. Ama onun öldürülmesine sanıyorum en fazla tepki veren gazeteci ben oldum.

- Tepki koydunuz ancak tepki koyarken, 21 Eylül 1992 tarihli yazınızda şunu söylemeyi ihmal etmediniz: “Her satırında kin dolu bir Kürt ırkçılığı gördüğüm…”

Doğrudur, öyleydi rahmetli. Yazmasa mıydım? Kendi dünyasında çok saygı görürdü ama acımasız bir dili vardı.

- Böyle bir ülkede Anter’e “Kürt ırkçısı” demek cinayeti meşrulaştırma zemini yaratmıyor mu?  

Zannetmiyorum, o sizin değerlendirmeniz. O düşüncelerini ifade ederken ne kadar özgür hissediyorsa ben de o hakkı kullanarak yazmışım.

(...)

AHMET KAYA O YAZIYI HAKETTİ PİŞMAN DEĞİLİM

- Ahmet Kaya'nın sahnede söyledikleri yüzünden linç edildiği gün konuşma hakkını savunmadınız.

Ben Ahmet Kaya'nın konuşmasının içeriğini eleştirdim, konuşma hakkını değil.

- İçeriğini eleştirirken söyledikleriniz şu oldu: "İnsanlar eğlenmeye gelmişken bu söylenir mi", "Amacı tahrik etmek"...

O yazı benim "büyük günahlarım"dan biridir.

- Günah olarak görüyor musunuz yazınızı?

Hayır, hiç. Ahmet Kaya sonradan kahramanlaştırıldı. Kaya'nın o gün verdiği resim benim yazdıklarımı hak eden bir resim idi. Bundan dolayı da hiçbir üzüntüm veya pişmanlığım yok.

- Musa Anter'e "Kürt ırkçısı" diyen siz, Ahmet Kaya için "insan olarak hiçbir 'artı'sı olmadığı fizyonomisinden akan bir tip", "yaratık", "türkücü olmasaydı bar fedaisi olurdu" deyince neden "Türk ırkçısı" olmuyorsunuz?

O yazı çok eleştirilince dönüp baktım. Ahmet Kaya'nın adı bile geçmiyor o yazıda.

- Yazınızı böyle mi savunuyorsunuz?

Hayır, şunu söylüyorum: O yazıyı herkes Ahmet Kaya'ya yamadı. Ben de "değildir" demiyorum.

- Ve?

Dediklerimde kararlı ve ısrarlıyım, Ahmet Kaya o yazıyı hak etmişti. O konjonktürde yapılanlara itiraz etmeyenler birileri Ahmet Kaya'yı kahramanlaştırınca, o yazı Ekşi'yi lanetlemenin aracı haline geldi. O zaman nerdeydiler?

- Kimseyi savunur bir konumda değilim, size sorum şu: Musa Anter'e "Kürt ırkçısı" diyen siz, Ahmet Kaya için bu sözleri sarf ederken neden ırkçı sayılmıyorsunuz?

Tavrı oydu... Çok zaman oldu; şu anda neyi, neden söylediğim bağlamını hatırlamıyorum.

- "Tavrı" dediğiniz nedir? Kürtçe klibi yayınlayacak bir televizyon kanalı aradığını söylemesi mi? Size burada problemli gelen ne?

Kürtçe klibi eleştirdiğimi söylüyorsanız yanılıyorsunuz, ben o yazıda tavrı eleştirmişim.

(...)

MEHMET BARLAS'IN BİLE KOVULDUĞU BİR MEDYADA

- Mehmet Barlas’ın bile kovulduğu bir medyada hiç kovulmamış olmayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Barlas’ın meslek ve kişilik çizgisinde ne olduğunu takip etme gibi bir merakım olmadı.

- Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten ayrılması ardından kaleme aldığınız 19 Ağustos 2007 tarihli yazınızdan: “(…) ne Emin Çölaşan’a, ne bana ne de başka bir yazara baskı yahut yönlendirme söz konusudur. Buna karşılık biz de ‘ertesi gün kovulmayı’ göze almadan yazı yazmayız. Profesyonel kalitemizi -o her ne ise- bu cesaret belli düzeyde tutar.” En kovulmamış yazarlardan biri olarak…

Keşke kovulsaydın mı diyorsunuz? (Gülüyor) Demek ki kovacak kadar yetenekli bulmamışlar beni. Bakın ben, kendi hesabıma işimi tüm meslek yaşamım boyunca samimiyetle ve doğru biçimde yaptığımı düşünüyorum.

- İstifanız saydığımız örneklerde değil, “analarını satan zihniyet” ifadeniz ardından geldi. Şu yorumu yapan birine ne dersiniz: “Hürriyet’teki işinizden örneğin Kürtlere dokununca değil ama iktidara dokununca olursunuz”?

Öyle bir değerlendirme yapan varsa yapsın, ben yapmam.

- “Vay şerefsiz” başlığı atmanın, bir Kürt siyasetçiye atılan yumruğu “adaletin tokmağı” olarak yazmanın sizce bedeli olmamalı mı?

Biri bu başlıktan rahatsız olursa, Basın Konseyi’ne gider, “Bence etik değil, şikayetçiyim” der ve o merci bunu değerlendirir, hak verilirse “Kusur var, kınamak lazım” denilir.

(...)