Odası sırtındaki gazeteci öldü

Gelmiş geçmiş en parlak radikal gazetecilerden olan Alexander (Alex) Cockburn, 21 Temmuz'da öldü

Gelmiş geçmiş en parlak radikal gazetecilerden olan Alexander (Alex) Cockburn, 21 Temmuz'da öldü. 1941 doğumlu gazeteci Alex Cockburn, için Ahmet Tonak Radikal'de çarpıcı bir veda yazısı kaleme aldı.

İşte o yazı:

"90'lı yıllarda bayağı yakın olduğum bir dostumu, yoldaşımı kaybettiğim için çok üzüldüm. Türkiye 'de, benim görebildiğim kadarıyla bir web sitesi hariç (haber.sol.org) hiçbir yayında, Alex'in ölümünden bahsedilmemiş olması ise ayrıca üzücüydü. Medyanın özgürlüğünü, eleştirelliğini iyice yitirdiği bugünlerde aramızdan birisi çıkar, Alex'ten bahseder diye bekledim durdum. Öyle ya, yine bilebildiğim kadarıyla Jeffrey St. Clair'le birlikte yazdığı en az iki kitabı, 'Seattle Dünyayı Sarsan 5 Gün' (Agora) ve 'Kirli Beyaz' (Gaye Kitabevi) dilimize çevrilmişti.

Radikal 'de 2001-2010 arası yayımlanmış beş yazısı, Milliyet'te beraber yazdığımız yazılar vardı. Ayrıca, İstanbul 'a da gelmiş, yüzlerce kişi önünde konuşma yapmış ve bayağı güzel vakit geçirmişti!

İstanbul 'da Paul Sweezy ile

İstanbul seyahati ile başlayayım. Yıl 1994, Ufuk Uras İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti Başkanı, ben de ABD 'de öğretim üyeliği yapıyorum. Ufuk, Cemiyet'in İktisatçılar Haftası için Paul Sweezy'i davet etmeyi düşündüklerini söyleyip yardımcı olmamı istemişti. Ben Sweezy'nin yanı sıra Alex'in de çağrılmasını önerdim, Cemiyet de uygun buldu. İstanbul 'da, Kuzguncuk'taki evimde kalacak olan Alex'i karşılamaya havaalanına gittim. Hatta, pasaport kontrolünün yapıldığı kısma kadar da sızdım. Pasaport kontrolü sonrası Alex'le kucaklaştık, bavulunu almak üzere malum banda yöneldik. Baktım, oralı değil. "Yahu, bavulun filan yok mu?" dedim. "Hepsi burada" diyerek, o ana kadar fark etmediğim sırtındaki kahve çuvalını gösterdi. Bayağı şaşırmıştım. Alex, ABD'den İstanbul 'a sırtında bir çuvalla inmişti. Şaşırmam bitmedi, eve varıp da çuvalı boşaltmaya başladığında, yere dökülenler Alex'i daha bir yakından tanımama vesile oldu: Kabloları dolanmış bir faks makinesi, eski bir daktilo, iki gömlek, bir çift ayakkabı, bir kırmızımtırak pantolon, kitaplar, defterler, buruşuk dosya kağıtları vs. Minimum yük, ama dünyanın bir ucundan adam gibi gazetecilik yapabilmek için gerekli her şey. Her an, her yerde olmaya hazır, çuvalını sırtlamış flamboyant bir adam. Çuval boşalır boşalmaz, 5 dakika içinde benim çalışma mekânı Alex'in karargahı haline geldi. ABD 'nin en eski haftalık dergisi Nation ile faks, editör JoAnn Wypijewski ile telefon bağlantısı kurulmuş, harekat başlamıştı bile. Alex'i yakından tanıyanlar için son derece alışılmış olan bu anında yerleşme ve işe koyulma hali ile ilk defa karşılaşıyordum. Daha sonraları bu Alex'vari "işgallerin" haberli olması gerekmediğini de öğrenecektim.

Eleştiri dozu yüksekti

Alex'le şahsen tanışmadan önce onun Village Voice'taki Press Clips köşesinin tutkunuydum. Düzenli gazete yazısı yazanlar bilir, bir köşe yazısının tamamını tek bir konuya hasretmenin zorlukları ile sık sık karşılaşılır. Sonradan dönüp baktığınızda, adeta köşeyi doldurma ihtiyacı yüzünden yazı uzatılmış gibi gelir. Alex bu sorunu son derece yaratıcı bir biçimde çözmüştü. Köşesinde duruma göre, iki veya üç farklı konunun basında ele alınışına değiniyor, polemik dozu yüksek eleştiriler getiriyordu. Şimdilerde, yerli medyada bu tarza benzer köşelere rastlıyorum. Maalesef, ne dil kullanımı ne de ele alınan konulara hakimiyet bakımından Alex'in 70'li yıllardaki yüksek çıtasına yaklaşılmış değil. Alex bunu nasıl yapabilmişti? Onu örnek alanların hemen keşfettikleri üzere, çocukluk ve gençlik dönemi ve 68'lilik, Alex'in formasyonunu derinden belirlemişti. Babası komünist gazeteci-yazar Claud Cockburn, İspanya iç savaşında çarpışmış, yazdığı roman 'Beat the Devil'i John Houston, Humprhey Bogart'ı başrolde oynatarak filme çekmişti. Oxford'da üniversite eğitimini tamamlayan Alex'in kardeşleri Andrew ve Patrick de yazarlık ve gazeteciliği seçmişlerdi. Aile, eğitim, tarihi dönem, kısacası hakim düzenin kalıpları dışında her şey Alex'ten yanaydı.

Nation'dan Counterpunch'a

Village Voice'tan ayrıldıktan sonra Alex, Nation'a geçti, bir süre Wall Street Journal 'da ve Mother Jones'ta yazdı. Gazeteciliği yapış tarzına hayran olmamak imkansızdı: Önüne çıkan herkesle konuşur, anında kendine ısındırır, yakın dostu James Ridgeway'in dediği gibi peşinde olduğu haber gerektiriyorsa "şaibeli New Hampshire motellerine de, Nikaragua'nın ormanlarına da" gidebilirdi. Kendisi gitmekle kalmaz, çevresindekileri de özendirirdi, adeta ayaklı bir gazetecilik okulu gibiydi. Hiç unutmuyorum beni, Financial Times ve Independent için yıllarca Ortadoğu muhabirliği yapan kardeşi Patrick Cockburn'la, birkaç günlüğüne gittiğim New Orleans'ta, gece yarısı bir bar köşesinde buluşmaya zorlamıştı. Birbirimizin işine yararız diye düşünmüş ve bu buluşmayı California'dan telefonla ayarlamıştı. Haklı çıkmıştı Alex, bol biralı geceyi Irak ve Türkiye üzerine konuşarak geçirdik.

Alex'le son karşılaşmamız ise 2004'te Hamilton College'da yaptığı konuşma sırasındaydı. Konuşması her zamanki gibi irticalen, nereye gideceği, kime sataşacağı belli olmayan, ama olgulara son derece hakim bir tarzda icra edilmiş, görüşlerine katılmayanları bile derinden etkilemişti. Sonra yerel bir bara gidip saatlerce konuştuk, gülüştük ve de dedikodusu yapılmadık kimseyi bırakmadık, kendisinin de üyesi olduğu New Left Review yayın kurulunu bile masaya yatırdık!

Alex, daha sonra Jeffrey St. Clair ile birlikte, internet standartlarına göre ziyaretçileri ve öfkelendirdiklerinin sayısı bir hayli yüksek Counterpunch adlı bir web sitesi kurdu. Bazen Marksizmden, bazen anarşizmden, hatta bazen liberalizmden beslenen, kimimize eksantrik gelecek görüşlerini sağa sola salvolar halinde savurdu durdu. Artık Alex'siz olan bu sitede düzenin orasına burasına atılan karşı yumrukların tadına doyulmuyor, hararetle tavsiye ederim.