Nuran Yıldız ve medyamızın hal-i pür meali

Ayda "on beş bin lira" maaşı "yazmaması, uslu durması için" alanların olduğu bir medyada cebinden harcama yaparak

ADNAN BERK OKAN

Büyük İskender'in babası Kral Filip elinde kılıcı ile Peloponez'e giriyordu.
Bir adam telaş içinde Damidias'ın yanına yaklaşıp kulağına eğildi:
"Yeni Kral'ın dostluğunu kazanamazsak elinden çekeceğimiz var".
Damidias gözlerini Kral Filip'ten ayırmadan adamı eliyle itti, "haydi oradan korkak!" dedi. "Ölümden korkmayanların bu zalimin elinden çekeceği ne olabilir ki?"

                                 *   *   *

Yazarlık ömrüm hep, "yahu onu yazma, adam çok güçlü, sana çok acı çektirir" uyarılarıyla geçti...
Umurumda bile olmadı...
Damidias'ın o sözlerini hatırlattım hep, beni uyaranlara...
Hâsılı...
Eski efsanelerle kimileri dalga geçse de ben hem severim hem de ders çıkarırım onlardan...
Çünkü...
İlk insandan bu yana değişen ve gelişen tek şey teknolojidir, insan davranışları değil...
Ya da şöyle söyleyeyim:
İlk insan ne kadar ahlâklı idiyse günümüz insanı da işte o kadar ahlâklı...
Ve oradan şöyle bir genelleme bile yapabilirim:
"İlk gazeteci ne kadar ahlâklı idiyse günümüz gazetecisi de o kadar ahlâklı..."
Çok genel olmadı mı?..
Tabii ki çok genel oldu ama işte asıl güzellik bu genelleme içinde halen "temizlerini bulup çıkarabilmek" değil mi?..

                                 *   *   *

Meselâ Nuran Yıldız...
Halen hiçbir ulusal gazetede ya da çok tıklanan bir internet sitesinde yazmıyor...
Bir dakika...
"Yazmıyor" demekle haksızlık etmiş olabilirim...
Sanki ciddi bir teklif varmış da yazmamış gibi...
O halde düzelterek yazayım:
Yazdırılmadığı için yazamıyor...
Ama o bıkmadan usanmadan, maaşını almışmış da "yazı borçlanmış"mış gibi habire yazıyor...
Tabii ki bir web sayfasında yazıyor...
Hem de ne yazmak...
Ayda "on beş bin lira" maaşı "yazmaması, uslu durması için" alan ve "siyasi mertlik taslayanların" olduğu bir medyada cebinden harcama yaparak yazmaya, bildiklerini kamuoyuyla paylaşmaya devam ediyor...
Meselâ ABD seçimleri konusunda en doğru yorumları o yapıyor...
Ekranlara "uzman" sıfatıyla davet edildikleri halde seçim sonunda delege oylarının "eşit çıkması" halinde seçimin galibine kimin karar vereceği sorusunu cevaplayamayan "sözde uzmanlara inat"; "Temsilciler Meclisi karar verecek" diyecek kadar da ABD seçim sistemini yakından biliyor...

                                 *   *   *

Nuran Yıldız'ın ulusal medyada yazabilecek olmasından korkanlara göre "Başbakan tarafından istenmediği için" ulusal medyada yer bulamıyor...
Başbakanlık danışmanlarına sorarsanız yok öyle bir şey...
Aksine, Başbakan'ın önüne en çok getirilip konulan ve Başbakan'ın da ilgiyle takip ettiği makalelerin birçoğu Nuran Yıldız'ın klavyesinden çıkıyor...
Muhalif televizyon kanalları onun pek farkında olmasa da iktidara yakın kanallar tarafından daha sık ekran daveti alıyor...
Evet doğrudur, o bir muhalif ama "edepli, bilgili, seviyeli, düzgün" bir muhalif. Gerektiğinde muhalefet ettiği siyasal iktidara hakkını verebilecek kadar da vicdan sahibi...
8 Kasım 2012 tarihli makalesinde medyamız için bakın neler yazıyor...
ve Nuran Yıldız'a ulusal gazetelerde niçin köşe verilmediği sorusuna bir de siz cevap arayın lütfen...
  
GAZETECİLER MEME BULDU MU BIRAKMAZ

Önce. Haber ve gazeteci arasında mesafe vardı. Mesafeyi kapatan kapının önüne konurdu.
Zaman değişti. Gazeteci haber olmaya başladı.
Zaman değişti. Gazeteci haberi yaratmaya başladı.
Zaman değişti. Haberi vermekle görevli gazeteci, haberin aktörü olmaya başladı. Haber “yapma”yı dönüştürdü.
Her şey ve herkes harcanabilirdi, linç edilebilirdi. “İyi haber”in ölçütü doğruluğu değil, sansasyon düzeyi oldu.
Gazetecinin “Frankeştaynlaşması” süreci bu. Bu süreç, gazeteciyi acımasız bir rekabetin içine sokmaktan başlar. Sürece dahil olmayan ise “atıl” ve “demode” olarak dışlanır.
“Etik dışı haber” yaratıcılık, “itibar katli için can atmak” çalışkanlıktır yeni tür gazetecilikte.
Ezber ettik, her şey medya için tüketilebilir nesne, yenip yutulabilir besindir. Vahşiliği insanı canlı canlı yutmasından gelir.
Her canlı bir gün medyanın ağzına düşecektir demek gerekiyor. Herkes, her statü, her itibar medyanın dişleri arasında çiğneniyor.
Medya kendi vahşetine dur diyecek mesleki ve iç denetim mekanizmalarından yoksun. Tanıdığı tek bir denetim mekanizması var, o da siyasi iktidar.
Siyasi iktidarın ilgi alanı dışındaki herkes saldırı altında kalabilir.
Son örneğini yaşamını kadın sağlığına, meme kanseri konusunda farkındalık yaratmaya ayırmış bir cerrah yaşadı.
Tamamıyla bilimsel verilerin tartışıldığı bir cerrahi toplantısında Op. Dr. Ceyhun İrgil, kadın memesinin dokusunu kuyruk yağına benzettiği, işlevini ise başparmağın işlevinden az bulduğu için medyanın önüne atıldı.
Şimdi o haberi yapan muhabiri hangi etik sorgulamaya sevk etmemiz gerekiyor?
Doktorun CHP Meclis üyesi olması nedeniyle bilinçli olarak yıpratma amacıyla haber yaptığı için mi?
Yoksa bilimsel bir toplantıdan cımbızla bazı cümleleri çekip çıkarıp medyanın ağzına atarak, meme kanserine farkındalık yaratmak için çalışan bir doktoru zor duruma soktuğu için mi?
Haberi yapan muhabiri sorgulayacak hiçbir mesleki mekanizmanın olmaması size de korkunç gelmiyor mu?
Ya da reklamda, haberde, yorumda, fotoğrafta gazeteciler meme bulunca bırakmaz deyip geçecek miyiz?