Numan Kurtulmuş, Türkiye-Bosna Hersek Gazeteciler Buluşması'nda konuştu
AK Parti Genel Başkanvekili Kurtulmuş, Anadolu Yayıncılar Derneği (AYD) tarafından, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının (YTB) desteğiyle Bosna Hersek'te düzenlenen "Türkiye-Bosna Hersek Gazeteciler Buluşması: Medya Çalıştayı"nda konuştu.
AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş Anadolu Medya Yayıncıları Derneği tarayından Bosna Hersek'te düzenlenen medya çalışmaları çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Saraybosna büyükelçiliğinde gazetecilerle bir araya geldi.
Burada bir konuşma yapan ve Yasalara aykırı yayının basın özgürlüğü olmadığını söyleyen Kurtulmuş, "MİT yasasına karşı gelinmiş bir durum var. Evet basın özgürlüğü, herhalde dünyada herkesin hükümete istediğini söyleyebileceği bir ortam Türkiye'de mevcut. Böyle özellikle devletin yoğun mücadele içerisinde olduğu ortamda yasalara aykırı yayın yapmayı basın özgürlüğü olarak görmemesi gerekir." ifadelerini kullandı.
Gündeme dair değerlendirmelerde bulunan Kurtulmuş şunları söyledi:
OYNANAN OYUNUN FARKINDAYIZ
Şimdi tabii yani İdlib, hatta Suriye işin bir özel
kısmı ama esas oynanan oyunun, karşımızdaki senaryonun, emperyal
projenin farkına varmamız lazım. Türkiye olarak bizim en büyük
avantajımız burası. Biz sadece oynatılan kuklaları görmüyoruz, o
kuklaların arkasındaki kuklacıları da görüyoruz. Büyük oyunun adını
biliyoruz. Ve maalesef bir asır evvel Osmanlı cihan devletinin
yıkılma süreciyle birlikte başlayan bölgenin her bakımdan,
siyaseten, kültürel olarak, halklar arasındaki düşmanlıklar
bakımından dağıtılması projesinin, yani Sykes-Picot şeklinde
müşahhaslaşan bölüştürme projesinin maalesef bir asır sonra ikinci
versiyonunun devreye sokulduğunu görüyoruz. Ve bir taraftan etnik
ayrıştırmalarla, bir taraftan mezhebi farklılıklarla, bütün geniş
Ortadoğu coğrafyasının paramparça edilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Çok sayıda ülkede iç karışıklıkların çıkarıldığını, ülkelerin
siyasi olarak, fiziki olarak bölündüğünü işte Yemen ortada, Libya
ve Mısır siyasi bölünmüşlük bakımından ortada. Suriye paramparça
hale getirildi, Irak’ın dağılması, parçalanması süreci başka bir
proje olarak ortada duruyor. Ve başından itibaren bu ikinci
Sykes-Picot’nun esas hedefinin Türkiye olduğunun farkındayız. Yani
Sn. Cumhurbaşkanımız bunu birkaç sefer de dile getirdi, sadece
dağılması istenen Irak ya da Suriye değil, esas itibariyle bu
bölgenin ana aktörü olan, bu bölgenin tabir-i caizse kilit taşı
olan Türkiye’nin burada sökülüp alınması, dağılıp parçalanmasıdır.
Oyunun böyle olduğunu gördükten sonra, detaydaki bütün
mücadelemizde ilgili gücümüzü de artırarak yolumuza devam ediyoruz.
Dolayısıyla bizim yapmamız gereken, bu bölünme, parçalanma
senaryosuna karşı daha fazla derlenip toparlanmak, daha fazla
birlik, beraberlik ve entegrasyonu sağlayabilecek çalışmaların
içerisine girmemizdir. Oyun aynı oyun. Ben geçenlerde haritalar
üzerinden çalıştım. 1900’ün başı, yani 20.yy’ın başındaki Osmanlı
cihan devletinin haritasıyla, sadece 20 yıl sonraki harita arasında
muazzam bir fark var. 3 milyon km kareyi aşkın o geniş
topraklardan, 20 yıl içerisinde 780 bin km kareye düşmüşüz ve orada
hatta Hatay bile yok. Çok çeşitli oyunlar sergilenmiş. Bunlardan
birisi etnik ve mezhebi farklılıkların ortaya konularak halkların
birbirine düşman hale getirilmesidir. İşte, 6 asır boyunca Osmanlı
barış düzeni içerisinde yaşayan Balkanlanlar, sadece 20 yılda
paramparça hale getirilmiş ve bütün Balkan halkları birbirinden
uzaklaştırılmıştır. Aynı şekilde Filistin toprakları, Arap
yarımadası, hatta Yemen’e kadar uzanan Osmanlı hakimiyeti, bir
takım kabileler ırkçılık üzerinden teşvik edilerek, kışkırtılarak
Osmanlı’ya karşı ayaklandırılmış. Aynı şekilde Anadolu toprakları
ve Güney Kafkasya, bir takım Ermeni çeteleri üzerinden parçalanmış.
Bir bakıyoruz, o dönemde uygulanan bu etnik bölüşme,
mikromilliyetçilik tezleri, bugün yeniden temcit pilavı gibi
ısıtılıp gündeme getirilmiş. Bugün ‘vekalet savaşı’ olarak
adlandırdığımız terör örgütlerinin üzerinden bölgenin dizayn
edilmesi meselesi o zaman da vardı. İşte bugün belki DEAŞ’la,
PKK’yla, PYD’yle bölgeyi dizayn etmeye çakışanlar, maalesef o zaman
da başka emperyal güçlerin oyuncakları olarak bazı terör
örgütlerini kullanmış. Mesela, İngilizler, Filistin topraklarından
çekildikten sonra Irgun, Hagana, Stern gibi Yahudi, siyonist terör
örgütleri oranın Müslümansızlaştırılmasını sağlamak için araç
olarak kullanılmış. Yine aynı şekilde işte Taşnaklar ve diğer
Ermeni çeteleri Anadolu’nun ve Güney Kafkasya’ın dizaynı için
kullanılmış, yine buralarda Bulgar çetecileri, Romen çetecileri,
Rum çetecileri, bu Balkan coğrafyasında kullanılmış. Aslında oyun
aynı oyun, aynı oyun bir kere daha kullanılıyor, bir kere oynanıyor
ve bu oyunda da bölge halkları hem daha fazla parçalanmaya hem daha
fazla birbirinden ayrıştırılmaya çalışılıyor. Bizim en büyük
avantajımız bu oyunu görüyor olmamızdır. Allah bu oyunu bozabilecek
güç, kuvvet ve imkan versin. Türkiye bir taraftan da bu gücü elde
etmeye çalışıyor.
DEMOKRATİK SURİYE'NİN İNŞASINDAN YANAYIZ
Suriye özeline gelince, Suriye’de bu projenin önemli uygulama alanlarından birisidir. Bir sürü bölge dışı aktörün, kendi bölgesel güçlerini artırmak için kullandığı bir siyaset zeminidir ve maalesef vekalet savaşlarının asli unsurları yüzünden Suriye tam manasıyla bir kanlı satranç tahtasına döndürülmüştür. Bizim Türkiye olarak başından itibaren buradaki pozisyonumuz bellidir. Biz Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız, eyvallah. Biz Suriye’de kimin iktidara geleceğini değil, bundan sonra kimlerin Suriye’yi yöneteceğini değil, Suriye’de bütün halk kesimlerinin işin içerisinde olduğu, demokratik bir Suriye’nin inşasından yanayız. Bunun temin edilebilmesi için Suriye’deki bütün terör örgütlerinin, Türkiye’ye karşı da büyük zarar vermiş olan terör örgütlerinin, Suriye’den ve bölgeden temizlenmesinden yanayız. Aynı şekilde Suriye’deki iç savaşın en ağır faturalarından birisi olan göç meselesi. Türkiye’de 3 milyon 700 bin Suriyeli var yaklaşık, diğer ülkelerden gelen göçmenlerle birlikte 4 milyon bir göçmen nüfusu var. Bu büyük göç dalgasının, artık Türkiye için katlanılması oldukça zor bir noktaya geldiğini biliyoruz ve daha fazla göç dalgasının olmaması için de Türkiye olarak bütün gücümüzü ortaya koymaya gayret ediyoruz.
İDLİP, TÜRKİYE’NİN ULUSAL GÜVENLİK MESELESİDİR
Buradan İdlib özeline gelince, İdlib’de ise bambaşka bir oyun. Bütün bu genel çerçeve içerisinde bambaşka bir oyun oynanmaya çalışılıyor. İdlib, tabir-i caizse bir Srebrenitsa, bir Grozni gibi yapılmaya çalışıldı. Yani farklı yerlerden gelip oraya toplanmış olan 4 milyonluk nüfus, üstlerine okulları, hastaneleri de bombalanarak buradaki halk hem oradan ciddi şekilde insansızlaştırma sürecinin içine sokuldu, hem de oradaki göçün Türkiye’ye doğru yönelendirileceği bir süreç başlatıldı. Türkiye olarak buna karşı seyirci kalmayacağımızı başından itibaren ifade ettik. Ve orada nasıl PYD, PKK üzerinden bize gelen herhangi bir tehdide karşı Türkiye olarak seyirci kalmayacaksak, rejim tarafından da bize yapılan saldırıları da asla cevapsız bırakmayacağız. Bunu da her vesileyle ifade ettik. Hem Suriye’deki insani drama son vermek, hem Suriye, İdlib üzerinde rejimin bize uyguladığı baskı politikalarını önlemek hem de Mehmetçiğin hesabını sormak bakımından çok kararlı ve çok güçlü bir operasyon başlattık. Bu operasyon sonucu tabir-i caizse rejimin bize vermiş olduğu zayiatın yaklaşık 100 katını rejim güçlerine verdirmiş olduk. Bu Türkiye’nin kararlılığını dosta düşmana gösteren bir gelişmeydi. Ve Türkiye’nin şaka yapmadığı, sözlerini söylerken bunu masada güç elde etmek için söylemediğini, gerekirse sahada, en ağır bedeli ödeyerek masadaki tezlerini kuvvetlendirmek için çalışacağını cümle alem görmüş oldu. Ve bizim tabii en büyük avantajlarımızdan birisi de masada ne söylüyorsak, masanın arkasında da önünde de onu söylüyoruz. Amerikalılara ne söylüyorsak Ruslara da onu söylüyoruz, Avrupalılara da onu söylüyoruz. Tezimiz bellidir, açıktır, burada şeffaf ve aşikar bir dış politikayı hem Suriye konusunda hem Ortadoğu politikalarımız konusunda, özelde de İdlib konusunda ortaya koyduk. Ve inşallah bu son Moskova’daki anlaşmaya da böyle bir süreç içerisinde gidildi, böyle bir atmosferde gidildi. Türkiye’nin kararlılığı görüldü ve ümit ederiz ki Moskova’da sağlanan bu anlaşma tam manasıyla sahada uygulanır ve burada kalıcı ve istikrarlı bir ateşkes ortaya konulur. Daha evvel de bazı tezler kabul edildi, bazı sonuçlara varıldı ama uygulaması yeterince başarılı olmadı diyenler olabilir. Türkiye olarak da şunu çok açık baştan beri söylüyoruz; Moskova’da bu mutabakat sağlanmıştır, mutabakatın uygulanması için garantör devlet olarak Ruslardan bunun gereğini yerine getirmesini bekliyoruz ama eğer sahada Türkiye’nin herhangi bir unsuruna karşı bir saldırı yapılırsa da buna karşı da sonuna kadar hem uyanık olacağımızı hem de gerekli cevabı en üst perdeden vereceğimizi ifade ediyoruz. Dolayısıyla bizim gerçekten istediğimiz şey, bir barışın sağlanmasıdır. Suriye’de esas çözümün askeri çözüm olmadığını, mutlaka siyasi çözüm olduğunu ve bunun tek yol olduğunu başından itibaren söylüyoruz. Moskova’da varılan mutabakat, siyasi çözümün önünü açan bir mutabakattır. Burada Rus tarafının da çok daha kararlı bir şekilde, özellikle Astana ve Soçi süreçleri sonucu ortaya çıkan anayasa yapım sürecine destek vermesi, bütün dünyanın, uluslararası camianın destek vermesi ve böylece süratle Suriye’nin içinde bulunduğu bu ağır krizden kurtulması ve anayasayı yapmak için bir taraftan başlaması lazım. Bunun zor olduğunu biliyoruz ama bundan sonra ülkelerin sahadaki vekillerini kışkırtmak yerine, bir araç olarak, bir maşa olarak kullandıkları silahlı güçleri kullanmak yerine bu anlamda Suriye halkının masada bir anayasa yapma sürecine destek vermeleri lazım. Sonuçta Türkiye ezcümle kararlı duruşuyla, ne yaptığını bilen tavrıyla, tarzıyla, Moskova’da istediğini almıştır. Biz barışın ortaya çıkması için gayret ediyorduk, dolayısıyla ciddi bir ateşkes zemini olmuştur. Şimdi bundan sonra uygulamaya bakacağız. Yani nasılsa anlaştık, imzalar atıldı diyerek rahat bir şekilde bu işi kendi oluruna bırakmayacağız, bunun sahada her aşamada takipçisi olacağız, kontrol edeceğiz. Biz, kendi garantörlüğümüz altındaki bölgelerdeki sorumluluklarımızı zaten yerine getiriyoruz, bundan sonra çok daha ciddi bir şekilde yerine getirmeye gayret edeceğiz. Karşı taraftan da, Rus tarafından da aynı duyarlılığı bekliyoruz. Türkiye’nin şaka yapmadığını, Türkiye için Suriye meselesinin, İdlib meselesinin seçeneklerden bir seçenek olmadığını, Türkiye için bir zorunlu ulusal güvenlik meselesi olduğunu herhalde bütün muhataplarımız bir kez daha anlamışlardır, görmüşlerdir. Bir başka ülke için, diyelim ki burada açık söyleyeyim, Amerika için Rusya için Suriye ya da İdlib özelinde konuşuyorsak, buralar, konuşulan yerler, binlerce kilometre ötedeki problemli alanlardır, kriz bölgeleridir, Türkiye için ise hemen komşusunda başlayan büyük bir yangındır, Türkiye bu yangının kendisine sirayet etmesine asla seyirci kalamaz. Kendisine oradan gelecek olan saldırılara da bir şekilde sessiz kalması mümkün değildir. Bu kararlılığı göründüğünü bütün dünya görüyor ve Türkiye bundan sonraki süreçte çok daha güçlü, çok daha dikkatli bir şekilde bu süreci takip edecektir.
AVRUPA BİRLİĞİ VE DÜNYA ÜLKELERİ ARTIK İKİ YÜZLÜLÜĞÜ
BIRAKMALIDIR
Biz bu mülteci meselesi, göçmen meselesi, sığınmacı meselesi, artık
hangi tabiri kullanırsanız kullanın, Türkiye bu konuda hakikaten
çok başarılı bir insanlık dersi vermiştir ve bütün dünyaya örnek
olmuştur. Yani sadece meselenin Ege’deki göçmenler kısmı bile tek
başına bir destandır. Türkiye, Ege Denizi’nden on binlerce insanı
ölümden kurtarmıştır. Türkiye bugün 4 milyona yakın mülteciye ev
sahipliği yapıyor. Milletimizden Allah razı olsun, dünyada böyle
bir millet yok. Yarım bardak temiz suyu varsa yarısını bölüşüyor,
yarım somun ekmeği varsa yarısını bölüşüyor. Dünyanın hiçbir
yerinde hiçbir ülke, hiçbir millet böylesine büyük bir mülteci
dalgası karşısında dayanamazdı. Bir dönem başbakan yardımcısıyken
AFAD’dan sorumluydum. Çok uluslararası heyet ağırladım. Çok o
heyetlerle konuştuk. O konuşmaların hepsinde aferin, helal olsun,
tebrik ediyoruz, Türkiye büyük iş yapıyor diyenlerin, hiç kıllarını
kıpırdatmadıklarını da biliyoruz. Yani bırakın bizim gibi 4 milyon
göçmeni alabilmek, birkaç bin tane göçmen geldiği zaman ayaklarının
nasıl titrediğini hep beraber gördük. Burada bizim için nasıl
göçmen meselesi, bu karşı karşıya kaldığımız sorun, bu Türkiye’nin
sorunu değil, bu Türkiye’den kaynaklanan bir sorun değil. Irak’ı
biz işgal etmedik, Suriye’de iç savaşı biz çıkarttırmadık,
Afganistan’ı biz işgal etmedik, Afganistanlı mültecilerin kendi
ülkelerini bırakmalarının sebebi Türkiye değildir. Dünyanın birçok
yerindeki açlık, kıtlıkların sebebi Türkiye değildir. Bütün bu
sebeplerle ortaya çıkan milyonlarca insan, sadece hayatta kalmak
için mücadele ediyor. Iraklı babanın o TV kameraları karşısında
titreyişini hiç unutmam. Ailesinden 5-6 kişiyi bir bot faciasında
kaybetmiş, kendisi sağ salim sahile çıkarılmış, yani hangi baba
çoluk çocuğunu bota koyar da karşı tarafa ölümüne gider. Adamın
zaten ayakta kalması mümkün değil, ben öldüm hiç olmazsa
çocuklarımı kurtarayım diye oraya gitmeye çalışıyor. Bu şartları
biz oluşturmadık. Bu şartların hiçbirisinin oluşmasında
Türkiye’nin, Türk milletinin zerre miskal bir etkisi yoktur. Şimdi,
hem birileri dünyada böyle mülteciler için ağır şartların
oluşmasına ve mültecilik sorununa neden olacaklar hem de bu sorunla
Türkiye’yi yalnız bırakacaklar. Bu hakkaniyetli değildir, bu adil
bir tavır değildir. Defaatle Sn. Cumhurbaşkanımız, bizler, bütün
uluslararası resmi toplantılarda bunu dile getirdik. Her seferinde
aferin dediler. Avrupa ile olan ilişkimizde ise biliyorsunuz, bir
anlaşma zinciriydi, geri kabul anlaşmasıydı, Türkiye’ye gelen
göçmenler karşılığında biz onları Avrupa’ya göndereceğiz, onun
karşılığında Avrupa Birliği (AB) de bize belli desteklerde
bulunacak. Ama şunu söyleyeyim, bizim orada yükümlülük olarak söz
verdiğimiz hususların hepsini biz yerine getirdik, Avrupa hiçbir
tanesini yerine getirmedi. Dolayısıyla burada bir çifte standart,
daha açık söyleyelim, ikiyüzlülük, siyaseten tutarsızlık ve mülteci
sorunu karşısında ne yapacağını bilmeyen bir tavrın, bir tarzın
olduğunu görüyoruz. Mesele biraz da böyle çok boyutlu bir
meseledir, yoksa sadece Türkiye kendi sınırlarını açıyor mu,
açmıyor mu meselesi değildir. Biz şimdiye kadar bu insanlara ev
sahipliği yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Yine Sn. Cumhurbaşkanımız
geçenlerde bir vesileyle söyledi, mesele para değildir, beylerin
paraları çok kıymetli olabilir, bu milletin hamiyetperverliği
onların cimriliğinden daha fazladır, daha güçlüdür. Bu millet yine
sonuna kadar bu desteği yerine getirir, ama bu dünya siyasetinin en
önemli gündem maddelerinden birisi ve bütün dünya
milletlerinin ortak bir sorunu. Avrupa ile ilgili, Doğu Akdeniz
işte Türkiye üzerinden geçen göçmenler, bırakın burayı her gün
Akdeniz’in bir yerinde bir kaçak göçmen gemisi var. İtalya’ya
geçmeye çalışıyor, İspanya’ya geçmeye çalışıyor, Malta’ya geçmeye
çalışıyor, Yunanistan’a geçmeye çalışıyor. Allah aşkına niye oturup
da bu göçmen krizinin arkasındaki esas nedenler nedir diye
düşünmüyorlar? Bu kadar işgallerin, bu kadar çatışmaların, bu kadar
savaşların, bu kadar iç çatışmaların olduğu yerde bir de dünyada bu
kadar ağır bir küresel gelir dağılımı adaletsizliği sürdüğü sürece,
hiçbir politik farklılık olmasa dahi bu adamlar, bu göçmenler,
yaşamak için Batı’ya, gelişmiş ülkelere göç etmek durumunda
kalıyorlar. Bırakın Yunanistan gibi kapılarını kapatmayı, ben şunu
söylüyorum, gökyüzünü çelikten bir gökkubbe ile bile örtseler
dünyadaki bu haksızlıklar, zulümler, adaletsizlikler, devam ettiği
sürece, göçmen meselesi dünyanın bir numaralı gündem maddesi olmaya
devam edecektir. O zaman gelin, buyurun oturun bunu konuşalım. En
azından Avrupa bölgesiyle ilgili, Doğu Akdeniz ile ilgili göçmen
meselesini konuşuyorsak, burada sadece Türkiye yaşamıyor. Sadece
Türkiye diye bir devlet yok. Birçok devletin ortak sorunudur. Bu
işin kaynağından çözülmesini temin edelim. Biz bu konuda da insani
yaklaşımımızı sürdürüyoruz ama maalesef muhataplarımızın bu
konudaki tavırlarının arkasında, bir de belki bu göçmenlere insan
nazarıyla da bakmamalarının yattığını görmemiz lazım. Bunlara,
öteki, yabancı, Asya’nın, Afrika’nın pis insanları gözüyle belki
bakıyorlar ama bir taraftan da bu göçmen meselesiyle birlikte şunu
da görmeleri lazım, Avrupa’da özellikle artan faşizm boyutlarına
gelen aşırı ırkçılığın, milliyetçiliğin Avrupa siyasetini
zehirlediğini görüyoruz. Çok boyutlu bir mesele halini almıştır.
Burada ortak, insaniyete dayalı bir çözüm getirilebilir. Biz birkaç
sene evvel şöyle bir teklifte bulunmuştuk; Türkiye milli gelirine
göre gayrı safi milli hasılasına göre yardımlar konusunda dünya
birincisidir. Samimiyseniz buyurun UNHCR (Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği) diye bir kuruluş var, biz dünyanın
en zengin ülkesi değiliz, her ülke kendi gelirine göre ortak bir
karar alsın ve göçmen meselesini çözmek için milli gelirinin belli
bir oranını UNHCR fonlarına göndersin. Bunu da yapmazlar.
Dolayısıyla çoğu sebeplerini kendileri teşkil ettikleri bu küresel
göç meselesinin arkasında bunu çözecek bir iradeyi ortaya
koymazlar, çünkü ne yazık ki bazı ülkeler bunu insanlığın ortak
sorunu olarak görmüyor, kendilerinin de dahillerinin olduğu bir
mesele olarak görmüyor. Biz sonuna kadar mücadelemize devam
edeceğiz. Bu garip insanlara ev sahipliği yapıyoruz ama kusura
bakmayın, kimse de şöyle düşünmesin, Türkiye bizim adımıza bunları
orada bir ara istasyon olarak tutsun, bizim başımıza bela etmesin
diye düşünüyorlarsa, bu bizim zaten yüklenebileceğimiz, tek başına
kaldırabileceğimiz bir mesele değildir. Ya samimiyetle ortak bir
çözüm bulunacak ya da herkes istediği ülkeye gitmekte
serbesttir.
SREBRENİTSA’DA, SARAYBOSNA’DA YAPTIKLARINI İDLİP'TE YAPMAK İSTEDİLER
İdlib’de son dönemde iki şey oldu. Birisi demin ifade ettiğim,
800 bin nüfusu olan bir yer orası, Suriye’nin başka taraflarından
gelen insanlarla nüfusu 4 milyona yaklaşmış. Orayı
insansızlaştırma. Yani ağır bombardımanlarla, gideni göndermek,
kalanı öldürmek gibi bir politikayla, aynen, hiç abartısız
söylüyorum, Srebrenitsa’da, Saraybosna’da yaptıklarının benzerini
orada yapmaya gayret ettiler. Türkiye’nin oradaki masumları korumak
için harekete geçmesi bu planı suya düşürdü, bir. İkincisi, planın
ikinci parçası ise bu 4 milyonun içerisinden yaklaşık yarısına
yakın bir kısmının Suriye sınırına doğru sürüklenmesi ve onların da
Türkiye’de yeni bir göç dalgası oluşturması, bunun da Türkiye
üzerinde yeni bir siyasal sonuç ya da siyasal tablo oluşturacağını
biliyorlardı. Böyle bir planın olduğu çok aşikar görünüyor.
Suriye’den gelecek ilave göç dalgalarını, sınırın hemen ötesinde
kurmaya çalıştığı kamplarla, oradaki onları ağırlama imkanları ile
onu da o şekilde bertaraf etti. Dolayısıyla o oyun da bir şekilde
bozumluş oldu. Sonuçta, Türkiye’nin sabrını belki denediler, ne
yapabileceğini denediler, Türk askerine açıkça, alçakça bir
saldırının belki diplomasi vasıtasıyla çözülebileceğini düşündüler.
Hayır, öyle olmadı. Türkiye bu alçakça saldırının altında kalmadı,
elhamdülillah, elindeki üstün mücadele yeteneği olan silahlı
kuvvetlerimizle ve çok şükür çok üstün ve tamamı da yerli yapımı
olan üstün teknolojili araçlarımızla bu mücadelede çok büyük bir
mesafe aldık. Ve bu da oyunların tamamen bertaraf edilmesine neden
oldu.
SURİYE SURİYELİLERİNDİR
Biz şunu söylüyoruz, Suriye Suriyelilerindir. Suriye’de kim
varsa, hangi mezhepten, hangi meşrepten, hangi dinden, hangi
diyanetten, hangi etnik kökenden kim varsa bunların hep beraber
oluşturduğu bir Suriye esas alınmalıdır. Yoksa falanca mezhebe ait
bir Suriye, falanca etnik kökene ait bir Suriye, asla zaten kalıcı
barışın temin edildiği bir Suriye olmaz. Yani Kürtleriyle
Araplarıyla, Türkmenleriyle, Nusayrileriyle, Sünnileriyle,
Ezidileriyle, Hristiyanlarıyla, bütün farklı unsurlarıyla,
asırlardır bu Suriyeliler nasıl yaşıyorsa, kıyamete kadar böyle
yaşasınlar. Bizim derdimiz budur. İşte ikinci sykes-picot darken de
bunu söylüyorum. Oralarda etnik temelde çatışmaları körükleyenler,
işte PYD’ye, PKK’ya, bir devlete yapılacak seviyede neredeyse bir
silah yardımı yapanlar ya da onlara Avrupa’da orada, burada siyasi
lojistik destek sağlayanlar ya da bir mezhebi gruba olağanüstü
yüksek bir silah ve siyaset desteği sağlayanların zihninden geçen
bölünmüş, parçalanmış bir Suriye’dir. Böyle bir Suriye, bölgede
barışın teminatı olmaz, barış sağlanan bir Suriye olmaz.
SİYASİ FARKLILIKLARIMIZI MİLLİ MESELELERİMİZDE BİR KENARA
BIRAKMALIYIZ
Türkiye tam manasıyla bir varoluş mücadelesi verirken, maalesef
birilerinin böyle sosyal medya üzerinden ya da böyle karanlık
dehlizlerde, bu tür kara propaganda yapması insanı rencide ediyor,
yaralıyor. Yani dünyanın her yerinde farklı fikirlerde olan
insanlar olur, Türkiye’de siyaseten herkes farklı fikirde olabilir,
bunun başımızın gözümüzün üstünde yeri var. Siyaseten en aykırı
fikri söyleyene bile biz niye söyülüyorsun demeyiz. Ama milli
meselelerde, Allah rızası için, hele hele askerimizin orada ateş
hattında olduğu sabaha kadar insanların canla başla o durumu
düzeltmek için mücadele ettiği ilk andan itibaren TSK’nın tüm rejim
hedeflerine ateş açmaya başladı. Bir de mübarek akşamdı, camilerde
her yerde sabahlara kadar dua edilen ortamda, birileri işi gücü
bıraktılar da sanki Türkiye nasıl mağlub olur ona odaklandılar.
Belki bazıları ihaneti daha ileri götürerek İdlib üzerinden ortaya
çıkacak karışıklık, karmaşıklık, Allah korusun bir ters gidiş
ortaya çıksın da sokakları nasıl hareketlendiririz diye onun belki
hesabı içerisinde oldular. Maalesef her ülkenin içinde hain olur da
bizim Türkiye’de hain kontenjanı fazladır.
TÜRKİYE KENDİ EKSENİNİ TAHKİM EDİYOR
Rusya'nın rejime ciddi destek verdiği aşikardır ama öte taraftan
biz krizin yoğun olduğu zamanda da şunu söyledik, Rusya hiçbir
şartlar altında Türkiye ile ipleri koparmaya göze alamaz. Türkiye
ile Rusya arasında özellikle son yıllarda gelişmiş olan çok ciddi
ilişkiler var, stratejik ittifaklar var. İşte bunu sadece bir S-400
meselesi olarak görmeyin. Türkiye'nin Mavi Akım Projesi, Türk Akım
Projesi, yapılacak olan nükleer santral meselesi, tarım hatta daha
birçok alanda çok yakın ilişkiler, turizm alanında çok yakın
ilişkiler. Evet rejime arka çıkmıştır Rusya, rejimin orada yeni bir
takım mevziler kazanmasını da istemiş olabilir ama ne zaman ki
Türkiye'nin kararlılığını gördüler, Türkiye çok net bir şekilde
buna müsaade etmeyeceğini ortaya koydu o zaman zaten Rusya'nın
Türkiye'yi kaybetmeye göze alması asla düşünülemez. Zaten
Moskova'daki mutabakatın da anlaşılmış olması, imzalanmış olması bu
söylediğimizi teyid ediyor. Bölgede Suriye politikaları üzerine
ciddi farklılıklarımızın olduğu aşikardır. Moskova'daki son
anlaşmayı yaptık diye bütün bu aykırılıkların hepsi giderilmiş
değildir, ama Rusya aynı şeyi Amerika için de söylüyorum, arada
ipler ne kadar gerilirse gerilsin Amerika da asla Türkiye'yi
kaybetmeyi göze alamaz. Zaten ne Türk Amerikan ne de Türkiye Rusya
ilişkileri böyle linear bir çizgide gelişmemiştir. İnişli
çıkışlıdır. Tarih boyunca böyledir. Hatta öyle olmuştur ki şimdi
koptu zannettiğimiz yerde tekrar restore edilmiştir. Artık yeni bir
Türkiye var. Şunun herkesin görmesi lazım. Önceden bizde de
söyleyenler oluyordu, Türkiye eksen kaymasına uğradı, Türkiye'nin
ekseni değişiyor. Türkiye'nin bir tane ekseni var o da kendi
bildiği eksenidir. Türkiye artık ne o paktın ne şu grubun kendi
çıkarları etrafında belirlediği alanda duracak bir ülke değildir.
Türkiye kendi belirlediği, milli menfaatleri doğrultusunda
belirlediği bir çizgisi var. Bu Suriye, İdlib meselesinde de bir
kez daha ortaya çıkmıştır. En son Amerika ile yaşadığımız gerilimde
de bu ortaya çıkmıştır. Rusya ile de ortaya çıkmıştır. Türkiye
kendi eksenini tahkim etmeye çalışıyor. Daha güçlü bir Türkiye
olarak bu bölgede ayakta durması lazım. Bu bölgedeki türbülans uzun
süre devam edecek. Filanca grubun çevresinde duran bir peyk ülke
olarak Türkiye burada varlığını sürdüremez. Güçlü, bağımsız bir
ülke olarak ayakta durması lazım. Kimseyle kategorik olarak
düşmanlık yapmıyoruz. Kimsenin de bize zarar vermesini müsaade
etmiyoruz.
GÜÇLÜ SAVUNMA SANAYİ, GÜÇLÜ TÜRKİYE
Bahar Kalkanı operasyonunda da bir kez daha gördük ondan evvel Barış Pınarında da gördük Türkiye kendi kullandığı mühimmattın yüzde 70'inden fazlasını tamamen yerli üretimle elde etmiştir. Bu şu demektir, Türkiye'nin ayaklarını biraz daha sağlam basması lazım. Çok daha güçlü savunma sanayi imkanlarına sahip olması lazım. Bunu yaparken de milli çıkarlar milli menfaatler konusunda bütünleşmesi, ekonomide çok daha sağlam bir yapının ortaya çıkarılması, siyaset ve demokraside her alanda güçlü bir Türkiye ama dışardan gelecek tehditlere karşı da kendi birliğini ve bağımsızlığını koruyabilecek güçlü bir savunma sanayine sahip olan bir Türkiye'ye ihtiyacımız var. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu tür gerilimler olacak. Ortadoğu coğrafyasında yakın dönemde güllük gülistanlık olmayacak. Ama biz akıl, mantık ve stratejiyle milli menfaatlerimizi düşünerek adımlarımızı atacağız. Mesela, Doğu Akdeniz'de Libya ile yapmış olduğumuz mutabakat anlaşması tarihi önemli. Öyle bir süreç gelişiyordu ki Türkiye neredeyse Antalya kıyıları dışına çıkamayacak bir ülkeydi. Sayın Cumhurbaşkanımızın tabiriyle "olta atacak" yer bulamayacaktık Akdeniz'de. Libya'nın meşru hükümetiyle yaptığımız bir anlaşmayla bütün Doğu Akdeniz'deki oyunlar değişmiş oldu. Bunu yaptık her şey bitti tabii ki demiyoruz. Türkiye artık milli menfaatleri doğrultusunda bağımsız karar verebilen, adım atabilen, herkesle müzakere edebilen, ve müzakerelerin sonuçlarını alan bir ülke. Bizim en büyük özelliğimiz, birisine başka ötekine başka bir şey söylemiyoruz. Kapının önünde ne söylüyorsaki kapının arkasında da aynısını söylüyoruz. Bu Türkiye'ye büyük bir güç veriyor. Belki birileri kızıyor buna. Kızsınlar. Türkiye bu özellikleriyle yoluna devam edecek. Kendimizi güçlendireceğiz, pozisyonumuzu tahkim edeceğiz. Bir takım Türkiye düşmanı unsurların varılığına da aldırış etmeden kendi yolumuzda devam edeceğiz. İçeride konsolide olacağız, dışarıda dostlarımızı arttıracağız. Gönül coğrafyasında kendi millet varlığımızın içinden gördüğümüz yüz milyonlarca insanla ilişkilerimizi çok daha iyi bir noktaya getireceğiz.
BÖLGENİN İSTİKRARSIZLAŞMASI İSRAİL’E YARIYOR
Ortadoğu politikaları hakkında söz söyleyen herhangi birisi İsrail'in ve siyonizmin hedeflerini hiç bilmiyorsa konuşmasın. Ortadoğu'daki gelişmelerin birçok kısmı siyonizmin hedeflerini bilerek konuşulabilir. Bir asır evvelki haritalara baktığınız zaman mesela 1917'de İngilizler Filistin topraklarından çekilirken orayı uluslararası bir yönetime bıraktılar. Sonra 1925 ila 48 arasında orada bir İngiliz yönetimi oldu ve ondan sonra İsrail adım adım Filistin topraklarını işgal etti. 1947'deki Filistin toprakları içerisindeki İsraillilerin yeri Filistinlerin şimdiki yeriyle tam tersine döndü. Yine BM'de "Bu İsraillerin sınırı neresidir?" sorusu da tarihi bir sözdür. Biliyorsunuz İsrail bayrağına üstünde mavi bir şerit, altında mavi bir şerit vardır ortası siyon yıldızıdır. Yani Nilden Fırata kadar olan coğrafya bütünüyle siyonistlerin hakiminde geçmeden İsrail resmi sınırlarını çizmeyecektir. Bunları biliyoruz. Onun için bölge halklarının dağılması, parçalanması nasıl en çok İsrail'e yaradıysa maalesef bu dönemde de onlara yarıyor. Yalnız bu dönemde güçlü bir Türkiye var. İsrail'in sınırları neresidir sorusunu, sormak kolay. 20 sene evvel dünyada bir liderin bunu söyleyebileceğini hayal edebilir miydik. Milletin hesabı doğrultusunda işlerimizi düzgün yaparsak bu bölgedeki oyunları bozacak güce ulaşıyoruz. İsrail'in böyle hesapları olduğunu biliyoruz. Ama biz kendimize bakacağız.
YASALARA AYKIRI YAYIN, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİLDİR
MİT yasasına karşı gelinmiş bir durum var. Mahkemede olan bir süreç. Evet basın özgürlüğü, herhalde dünyada herkesin hükümete istediğini söyleyebileceği bir ortam Türkiye'de mevcut. Böyle özellikle devletin yoğun mücadele içerisinde olduğu ortamda yasalara aykırı yayın yapmayı basın özgürlüğü olarak görmemesi gerekir. Devam eden bir süreç olduğu için daha fazla yorum yapmak istemiyorum.
VİRÜSLE MÜCADELEDE CİDDİ BİR ÇALIŞMA SÜRDÜRÜYORUZ
Maalesef bu virüs dünya ve Avrupa'nın birçok ülkesinde çok ciddi etkileri var. Üç beş kendini bilmezin sosyal medya üzerinden sallayarak kamuoyu oluşturacağı bir mesele değildir. Sağlık Bakanlığı konuyla ilgili fevkalade ciddi bir süreç yürütüyor. Dünya koronavirüs ortaya çıktığında nasıl hareket edeceğiniz bilemezken Türkiye Çin'de "Koca Yusuf" operasyonu yaparak vatandaşlarını alarak Türkiye'ye getirme becerisini gösterdi. En ufak bir şüphe olan yerde üzerine gidiliyor. Türkiye'de hiçbir vakaya rastlanmamıştır. Çok ciddi bir mesele. Şüphe görünen her yerde testler yapılmıştır ve bu testleri en hızlı yapan ülkeyiz.
CHP, BU ADAMLA İLGİLİ SORUŞTURMA BAŞLATMALIDIR, AKSİ HALDE BU AHLAKSIZLIĞI DESTEKLEYEN DURUMUNA DÜŞER
Şehitlerimizin olduğu, Türkiye'nin gerçekten zor bir süreçten
geçtiği, Erdoğan-Putin görüşmesinin hemen bir gün öncesinde o
görüntüler meclise yakışmadı. Keşke olmasaydı. Görüntülerin ortaya
çıkmasının sorumlusu CHP Grup Başkanvekilidir. Söylediği her
kelimesini kasten seçerek seçilmiş cumhurbaşkanımıza karşı ağıza
alınmayacak, sokakta söylenmeyecek, son derece ağır hakaretleri
bilerek kasten taammüden seçtiği kelimelerle suç işlemiştir. Bu
kabul edilebilir bir şey değildir. Yıktın perdeyi eyledin viran
diyoruz ya, bu bütün perdelerin yıkıldığı bir durumdur. Birde basın
toplantısı üzerine meclis genel kuruluna giriyor. Bu seviyesiz
ahlaksız karaktersiz bir tavırdır. Zaten gerekli soruşturma
başlatıldı. Benim de şahsi kanaatim bir an önce fezlekenin
hazırlanıp TBMM'ye gönderilmesidir. Bu mesele sadece meclisi değil
CHP'yi ilgilendiren de bir meseledir. CHP de bu adamla ilgili
soruşturma başlatmalı ve gerekli cezayı vermelidir. CHP ise
destekleyen bir görüntü çiziyor.
Rahmetli Atatürk hayatta olsaydı bu adamı kızılcık sopasıyla
kovalardı. Bu vahim tabloyu CHP mutedil bir hale çevirmeli diye
düşünüyorum.
AK PARTİ SÖYLEM VE EYLEMİNİ GÜÇLENDİREREK YOLUNA DEVAM
ETMEKTEDİR
AK Parti olarak başkasının napacağını bilemeyiz. Cumhur İttifakı genel çerçevesinde son derece dengeli ve uyumlu devam ediyor. Milli meselelerde ortak duruşunu sergilemeye devam ediyor. Bundan sonra kim hangi partiyi kurar buna karar verecek biz değiliz. Bizim için önemli iki mesele var. Eğer biz bu alanlarda sorumluluklarımızı yerine getirirsek zaten siyasette boşluk alanı asla düşünülemez, ortaya çıkmaz. Bunlardan birisi söylemdir. AK Parti, dört temel özelliği var. Yerli ve milli bir parti, demokrat, reformcu ve kapsayıcı bir parti. Türkiye'nin her kesimini içine alabilen bir parti. AK Parti bu özelliklerini, tabiri caizse cıvatalarını sıkıştırarak kuvvetlendirir, çok güçlü bir şekilde söylemini devam ettirirse zaten söylem üstünlüğünü elinde tutacaktır. İkincisi ise eylem alanıdır. Toplumda sevilen, halkın itimat ettiği yerel aktörlerimizi çoğaltabilirsek, güçlü ve çelik gibi bir kadroyla yolumuza devam edersek siyasetin dominant unsuru olmaya AK Parti devam edecektir. Başkalarının ne yaptığıyla ilgilenecek vaktimiz yok.