Nilgün Belgün: Ben Neysem Oyum!
15 Temmuz'da yaşanan darbe girişimi sonrasında haksız bir linç kampanyası yaşayan Nilgün Belgün, Sayım Çınar'a olan biteni anlattı.
Sayım Çınar sayimcinar@gmail.com
Kabus gecenin sonunda Nilgün Belgün haksız bir linç kampanyası yaşadı. Sayım Çınar detayları ve o geceyi konuştu.
Sizi İstanbul'da bulamadık ama Bodrum'da bulduk. Hoş geldiniz.
Ben bütün o kâbus gecesini İstanbul'da yaşadım. İstanbul'a bir günlüğüne, bir iş için gitmiştim ve dönecektim. Ama tabii ki hayatım boyunca unutamayacağım korkunç bir gece yaşadım. Ondan iki gün sonra, huzur bulmak için tekrar buraya geldim çünkü hem bir kadın olarak, hem bir vatandaş olarak, hem bir sanatçı olarak, hem de ülkesini çok seven bir cumhuriyet kadını olarak benim için açıkçası feci bir geceydi. Darbenin püskürtüldüğü geceden bahsediyoruz. Şunun açıklamasını da yapmak istiyorum: Geçenlerde benim hakkımda tatsız bir şey yazdılar "Herkes sokağa çıktığı zaman, sen çıkma demişsin" diye. Halbuki bu o kadar yanlış anlaşılmış bir şey ki... Bilip bilmeden insanları linç etmek hiç hoş bir şey değil. Özellikle son dönemde bir linç kültürü var. Çok yazık çünkü hepimiz birlikte sevgiyle, güvenle el ele tutuşmak isterken niçin ayrışıyoruz devamlı? Niçin hakaretler ediliyor? Niçin linç ediliyor insanlar? Mesela o gecenin başında iki kız annesi olarak, tabii ki, kızlarıma da hemen "Evinize dönün" dedim, haklı olarak. Çünkü korktum açıkçası.
ANNE REFLEKSİYLE KIZLARIMA ÇIKMAYIN DEDİM
Koruma güdüsüyle yaptınız. Çocuklarınızın koruyucu meleği oldunuz.
Aynen öyle. Bir anne olduğum için koruma içgüdüsüyle yaptım. Ayrıca herkes evindeydi o anda zaten. Herkes birbirine "Çıkmayın" derken ben de "Aman çıkmayın" dedim. Ne olduğunu bilemedik ki ilk başta. Bir refleksle bunu söyledim. Sonra cumhurbaşkanı açıklama yapınca zaten herkes sokaklara çıktı. Benim bu twitter'a yazdığım "Sokağa çıkma" sözü bir araştırılsa saat kaçta demişim diye, her şey ortada. O zaman bir insanın haksız yere linç edildiği de ortaya çıkacak. Ama bunları hiç araştırmadan, sormadan, birdenbire "Sen şu'sun, sen bu'sun!" diyorlar. Ben ihtilal ve darbe görmüş bir kadınım. Darbelerin bu ülkeye ne kadar çok zarar verdiğini en başta ben gördüm. Birinde altı yaşındaydım, diğeri de seksenli yıllarda, Kenan Evren dönemi olan durumdu.
Bir de siz siyasi bir figür değilsiniz ki... Vatandaş refleksi verdiniz.
Bir insanın darbe karşıtı olmaması için aklını yitirmiş bir manyak olması lazım. Açıkça bunu söylüyorum.
En kötü demokrasi darbelerin hepsinden iyidir.
Aynen öyle. Biz demokrasiye sığınan bir ülkeyiz. Ama bunu bilip bilmeden, bir kadını tanımadan, onun kimliğini doğru düzgün bilmeden nasıl bu yafta yapıştırılır? Bu çok yanlış bir şey ama açıkçası sen benimle röportaj yapmasan ben hiç dillendirmeden, uzatmadan konuyu bırakacağım kendi haline çünkü herkes güldü zaten buna, benim adımın orada olmasına yani.
"BİZ BİRBİRİMİZİ SEVMEYE BAŞLADIĞIMIZDA BARIŞ GELECEK"
Yaşar Kemal demişti ki: "Dağlar, insanlar, hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır." Barış için tüm koşullar var artık.
Ben her zaman söylüyorum, sevgiyle başlar her şey. Biz birbirimizi sevmeye başladığımız anda barış da gelecek, birlikte el ele tutuşma da, uzlaşma da... Fikirler farklı olabilir ama hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve tabii ki fikrimiz ne kadar farklı olursa olsun darbe konusunda hemfikiriz: Darbe çok kötü bir şey. Bitti.
Biz, darbelerin hiçbir işe yaramadığını, ülkeleri ne kadar geriye götürdüğünü yaşayan ve bilen insanlarız. Bu durumda belli bir grubun sizi linç etmesi, yaftalaması gerçekten sinir bozucu.
Hem sıkıcı hem saçma sapan. Neden insanları böyle tanıtma ihtiyacı duyuyor bazı kesim, bazı gazeteler? Ben onu anlamadım.
İnsanın derdini anlatması için birçok yol var, siz bunu tiyatroyla yapıyorsunuz. Sizi seven birçok izleyiciniz var, sizi seven birçok cumhuriyet insanı var.
Her kesimden izleyicim var, fikir ayrılıkları olan insanlar da benim izleyicim çünkü ben orada bir tiyatro oyuncusuyum ve tiyatro yapıyorum. Benim siyasetle hiçbir ilgim ve bağlantım yok ki... Ben bir sanatçıyım.
Politik bir tiyatro değil de daha çok komedya veya insanları eğlendiren, hayata dair şeyler anlatmaya çalışıyorsunuz.
Nilgün Belgün'le Aşk ve Komedi, hayata dair. 50'li yıllardan bu yıllara kadar, annemle babamın evlendiği vakitten bu yıllara kadar geçen bir Türkiye anlatıyorum. Eğlenceyi anlatıyorum, yaşamımızı anlatıyorum ve de kendi hayatımı anlatıyorum.
Biz sizi, sanatçı olarak bir barış elçisi gibi tanıyoruz. Otobiyografik oyunlarınızda bile hep huzuru, barışı savunan temalar üzerinden hareket eden bir sanatçısınız.
Kesinlikle. Ben hayatın içinde de böyleyim. Huzuru, barışı, sevgiyi simgeleyen bir kadınım. Benim misyonum bu zaten.
"DİL, KÜLTÜR VE ETNİĞİN BİRLEŞTİĞİ ÇOK GÜZEL BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ"
Cumhuriyetin yeni bir yüzü var: daha genç, her zamanki gibi politik ama modern. Nasıl değerlendiriyorsunuz yeni durumu, yeni genç insanları?
Gençlerin siyasete aşırı bir ilgilerinin olduğunu görüyorum. Bundan da mutlu oluyorum açıkçası çünkü herkes ülkesinde ne olup bittiğinin farkına varmalı. Herkes ülkesiyle ilgilenmeli. Ben ülkesiyle hiçbir ilgisi olmayan insanları da hoş bulmuyorum. Ülkenle ilgili olmalısın çünkü farklı dil, kültür ve etniğin birleştiği çok güzel bir ülkede yaşıyoruz biz. Çok büyük bir mozaik burası. Zaten Türkiye'nin güzelliği de bu.
Siz de 12 Eylül'ü yaşadığınızı söylediniz, 12 Eylül'ü yaşamak önemli bir şey. O dönemde yaşanılanlarla şu anki darbenin püskürtülmesine baktığımızda, Türkiye'nin bayağı bir yol kat ettiğini görüyoruz, değil mi? Halkın darbeye bu kadar ciddi bir tepki vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demek ki halk bilinçlenmiş. Darbelerin ne kadar kötü olduğunun farkında. Böyle değerlendiriyorum ve daha bilinçli bir halk olması hoşuma gidiyor. Yani hepimiz öyle çok birlikteyiz ki bu konuda, birbirimizden ayrışmamız mümkün değil.
Artık OHAL var. OHAL bizi biraz daha sakinleştirecek mi sizce?
Bilmiyorum ama ben bugüne çok güzel uyandım. Çok açık söyleyeyim, OHAL bana iyi geldi. (Gülüşmeler) Daha arınmış, daha oturmuş, daha güvenli hissettim kendimi. Bu pisliklerin bir an önce temizlenmesi gerekir diye düşündüm. Onun için güne hakikaten çok güzel uyandım. Bugün içimde iyi bir duygu var, bugüne kadar hiç duymadığım. Demek ki insanın ülkesini yönetenlere güvenmesi de güzel bir şey. Ben şimdi kendimi rahat, güvende hissediyorum. OHAL beni bu hale getirdi.
Az önce linç kültüründen bahsettik, bizim basınımızın en büyük derdi böyle gereksiz polemikler, değil mi?
Bunları herhalde haber olsun diye yapıyorlar ama bu sırada birtakım insanları haksız yere kırıyorlar, özellikle bizim gibi sanatçıları. Haksız yere iteleme, öteleme, insanlara kötü gösterme çabası var. Sonuçta o basınla da biz arkadaşız. Hep birlikteyiz, hep aynı dünyadayız. Niçin bu iteleme çabası var? İşte burada ayrışma başlıyor. Bunu yapmak istemiyorum ben açıkçası. Bunu twitter'da da yazdım. Sevgiyle, el ele olmak varken... Niçin yani? Basında böyle haberler çıkınca twitter'da birçok insanın hakaretine uğradım, "haksız" yere. Yanlış anladılar. Benim öyle bir kadın olmam mümkün mü? Güldü zaten herkes.
Televizyondan duyduğunuz ilk haberlerden sonra kendi çocuklarınızı koruma adına söylediğiniz bir şeyin çarpıtılması sizi üzdü.
Kesinlikle üzdü. O anlarda herkes benimle aynı fikirdeydi yani.
Bir de siz halktan kopuk bir sanatçı değilsiniz. Hayatı eğrisiyle, doğrusuyla sorgulayan, kendi içinde dinamikleri olan bir sanatçısınız.
Bir kere, kadınım ben! Anaç bir halim var benim. Koruma içgüdüsüyle yaptım bir şey. Ama sonra cumhurbaşkanı çıkıp "Sokağa çıkın" deyince zaten herkes çıktı; Şişli'de kıyametler koptu, hepimiz pencerelere çıktık. Ama bunu çarpıtıp, sanki ondan sonra karşıt yapılmış da söylenmiş gibi algılanmak bana çok acı geldi. Saatler, saniyeler, her şey ortada.
Söyledikleriniz koruma içgüdüsüyle söylenmiş şeylerdi. Bunun çarpıtılması, bir sanatçı olarak, sizi üzer ama sonuçta sizin karakterinizi değiştirmez.
Asla değiştirmez. O kadar şeffaf bir sanatçıyım ki ben, benim hiçbir gizemim yok. Ben her şeyimle ortadayım.
O zaman şöyle diyebiliriz: Nilgün Belgün'ü böyle bir durumda genelleyemeyiz. Her dönem böyle örnekler oldu ama sizin gibi sanatçıya yapılan o linç kültürünü ben de protesto ediyorum.
Senin gibi bir sürü protesto eden var çünkü gerçek kimliğimi, ne kadar hümanist, ne kadar sevgi dolu bir kadın olduğumu biliyorlar. Ne kadar net "Darbeye hayır!" dediğimi herkes bilir.
Siz medyada sevilen, herkesle eşit ilişki kuran bir sanatçısınız.
Magazincilerle de öyleyimdir, birilerini ne kırarım ne üzerim. "Nilgün Hanım, bunu yazıyoruz" diye söylerler, "Tabii ki, yazın" derim. Yani aramızda böyle bir ilişki var. İlk defa böyle bir saçmalık geldi başıma.
Kimsenin hiç sabrı yok, herkes çok gergin, değil mi? Bu dönemi nasıl atlatacağız sizce?
Herkes benim kadar sakin, dingin, daha iyi baksa hayata bayağı bir yol kat edebiliriz ama kinle, nefretle, birbirini hırpalamakla bu iş olmaz. Birlikte olmalıyız. Çok önemli bu. Dikkat et, aile içinde de huzursuzluk, çatışma olduğunda birlik olunduğu zaman her şeyin üstesinden gelinir. Ama bu dönemde hepimizin birlikte olması gerektiği net bir şey zaten. Bunun farklı bir düşüncesi olamaz.
Dizilerdeki karakterleriniz hep aklımızdadır. Yunan aksanınız... Azınlık kültürünü temsil eden bir haliniz de var. Örneğin Türk- Yunan ilişkilerini son dönemde nasıl değerlendiriyorsunuz? Yunanistan'a gittiğinizde de sizi tanıyan insanlar mutlaka oluyordur.
Çipras'la ülkemizin güzel bir ilişkisi var sanırım. Daha dinamik, daha sempatik. Ama ben sana söyleyeyim: Oraya gittiğin zaman, siyaset yok. İnsanlar birbirlerini çok seviyor ve ben ne zaman oraya gitsem –çekimler için, Yabancı Damat zamanında veya şimdi- ağlayan, Türkiye'yi özleyen insanlarla karşılaşıyorum. Hepsi buradan gittikleri için ağlıyorlar. Özlemlerini anlatamam sana! Onları dinlediğin zaman hüzünleniyorsun, "Politika başka, insani ilişkiler başka" diyorsun. İnsanlar birbirlerini çok seviyorlar. Politikada zaman zaman sürtüşme olsa bile Türkiye ve Yunanistan insanları arasında öyle bir sürtüşme yok.
Ülke bu kadar gerginken gazetecilerin derdinin sanatçılara yönelik polemik başlatmak olması çok acı bir şey... Zaten kendi içimizde debeleniyoruz, neden sebepsiz yere sanatçılara yönelik böyle bir yaftalama yapıyorlar?
Onu ben de bilmiyorum ama daha çok oyuncular üzerine oluyor bunlar.
"BENİM BU ÜLKEDE KAÇACAK BİR KİMLİĞİM YOK BEN NEYSEM OYUM"
Bu konuda sosyal medyada paylaştığımız her şeyi sorgulamak da gerekiyor esasen. Demek ki insanlar her şeyi istediği şekilde anlıyorlar.
O zaman sahici ve samimi olmuyorsun. O zaman sahte bir kimlikle orada bulunuyorsun. Tabii ki ben sahici ve samimi bir kimlikle oradayım çünkü bir sürü insan "Biz sizi öyle tanımıyorduk" diyebilir. Sosyal medyada ister farklı bir kimlikle tanınıyorsun, ister sahici, net kimliğinle. Benim bu ülkede kaçacak, üstünü farklı bir kimlikle kapatacak bir durumum yok. Ben neysem oyum. Ülkesinde çok sevilen ve ülkesini çok seven bir sanatçıyım. Bir cumhuriyet kadınıyım. Görmüş geçirmiş olduğum şeyler var. Edindiğim kültürler, aldığım kıssadan hisseler var. Artık ne istediğini bilen bir vatandaş, bir sanatçıyım. Hem kadınım hem anneyim. Her şeyim yani.
Dönem dönem televizyon programlarını yapıyorsunuz. Bazen evlilik programlarında da misafir sunuculuk yapıyorsunuz. Televizyonda yeni gelişmeler var mı?
Geçen gün sekiz yaşında bir çocuk yaklaştı yanıma. Annesi "Size hayran" dedi. Sekiz yaşında bir çocuğun bana hayran olması enteresan, dört yıldır dizilerde de oynamıyorum. Tamamen tiyatro yapıyorum. Çocuğa "Beni ne zaman gördün de bana hayransın?" dedim. "Esra Erol'un programından" dedi. "Sen evlilik programı mı seyrediyorsun?" dedim, "Annem seyrediyor, ben de onunla seyrediyorum, size o dönemde hayran olmuştum" dedi. Bakar mısın? Yani sekiz yaşındaki bir çocuk bile farklı. Bu evlilik programları beğeniliyor, seyrediliyor. Ben bir şey demem. Zaten Esra'nın yerine, geçici olarak sundum ama inan ki çok beğenildim. Beni çok başarılı buldular çünkü orada sahici, Nilgün Belgün olarak, bir arkadaşımın yerine geçtim.
Düzey olarak da farklısınız.
Belki farklı davrandım, farklı sunuşlar yaptım. Daha eğlenceli hale getirdim, insanları daha mutlu ettim belki de. Ama bir arkadaşımın, çok takdir ettiğim Esra Erol'un yerine, üç haftalık bir şeydi o. Benim işim değildi yani. Bir kadın dayanışması yaptık aramızda.
Yıllardır güncel oyunlar oynuyorsunuz. Oyuncu olarak ayakta kalmak, özellikle bizim ülkemizde, başarı olarak adlandırılıyor. Bu, takdire şayan.
Teşekkür ederim. Mutluyum, iyi ki tiyatroyu seçmişim. Benim aslım tiyatro oyunculuğu. Belirli bir seyirci biriktirmişim bunca yıldır ve o seyirciler hiçbir oyunumda beni yalnız bırakmıyorlar. Nilgün Belgün'le Aşk ve Komedi'yi dört yıldır kapalı gişe oynuyorum.
Kemal Sunal'la bir filminiz var ama sonra uzun bir ara vermişsiniz. Sinemaya da yakışıyorsunuz, neden devam etmediniz?
Onu sinemacılara sormak lazım. Tabii ki sevilen bir sanatçı olarak isterdim sinemada da oynamak ama onlardan güzel bir teklif gelmedi açıkçası. Gelen bazı şeyler var tabii ki ama ben bir yere gelmişim artık, seçme lüksüm var bu saatten sonra. Ama istediğim gibi, benim kendimi içinde iyi bulabileceğim güzel bir hikâye, güzel bir rol sinemadan gelmedi. Demek ki sinemacılar da benim kendimi tamamen tiyatroya verdiğimi düşünüyorlar. Tiyatroyu tercih ediyorum ama tiyatro, sinema birlikte olan şeyler. Dünyanın her yerinde bu böyle. Al Pacino tiyatro da yapar sinema da. Bilmiyorum, onu sinemacılara sormak lazım. Tabii ki ben "Merhaba, sizin filminizde oynamak istiyorum" demem ama mesela bir Çağan Irmak filminde, bir Ferzan Özpetek filminde de oynamak çok isterdim açıkçası. İkisi de çok sevdiğim yönetmenler.
Yurtdışı turneleri de yapıyorsunuz. Bir taraftan Amerika'ya gidiyorsunuz, Avrupa'da şehir şehir dolaşıyorsunuz. Orada yaşayan Türklerin gerçekten büyük bir özlemi va: Türkçe tiyatro özlemi.
Amerika'da Manhattan'a iki kere gittim, orada oynadım. Stockholm'e gittim, orada oynadım; hayran oldum, ne kadar güzel bir şehir. İsviçre'de oynadım. En son Paris'te oynadım, yıkıldı ortalık. "Nilgün Hanım, bir kere daha gelin" dediler. O eski zamanları anlattığım için, İstanbul'dan oraya gidip yerleşen insanlar çok mutlu oldular, "O günleri anımsattınız bize" dediler. Herkesin bir Türkiye özlemi var. Yabancı ülkelerde yaşayan Türklerin bir Türkiye anısı var.
Ali Poyrazoğlu da çok zor bir kişilik, siz de çok zor bir kişiliksiniz. (Gülüşmeler) İyi Günde Kötü Günde oyununda nasıl bir araya geldiniz ve bu oyun nasıl orttaya çıktı?
Bilmiyorum ama genelde ben idareci olabilirim. Benim idare edemediğim, sabrımın taştığı zamanlarda o beni idare etmiş de olabilir.
Müthiş bir evlilik ortaya çıkıyor oyun boyunca.
Ali çok eski dostum. Benim de huysuz taraflarım vardır tabii ki. İnsan çok sevdiği insanları hoş görüyor. Böyle var benim hoş gördüğüm, çok sevdiğim insanlar.
Şöyle bir bilgi var: Sizinle bir iddiaya giriyor, size kitap okutacak...
Çok eski. "Şu kadar kitap okuyana şu kadar para vereceğim" diyor. Ben bir geliyorum, altı tane birden okumuşum. Bir geliyorum yedi tane kitapla... Bütün paralarını aldım bunun. Çok şaşırıyor "Nasıl bu kadar çok okuyor?" diye. Ben ekip kurmuştum tiyatroda; gençlere okutup özet alıp, ona anlatıyordum. Ama çok parasını aldım. (Gülüşmeler) Çünkü mesela Dostoyevskyler, kalın kalın kitaplar... Özetlere de çok iyi çalıştım. Ali'den aldığım paranın bir kısmını da ekibimdeki çocuklara dağıtıyordum. Ama her şeyi bir kenara bırakalım, benim ender gördüğüm "gerçek" entelektüel insanlardan biridir Ali Poyrazoğlu. Yiğidi öldür, hakkını ver.
Bu güzel sohbeti "Hayat sevenlerin yanındadır" diyerek bitirelim.
Hayat sevenlerin yanındadır ve gönlünüzden sevgiyi esirgemeyin. Sevgi her şeyi halleder. Bizi bu dünyada aşk ve sevgi kurtaracak, son lafım budur.