Nihal Bengisu Karaca’ya “Vakit”li öten horoz!...

“İyi bir İslâm dindarı” olarak akla ve vicdana yön veren kurumun "Din" olduğunu biliyor mutlaka...

GAZETECİLER.COM – Allah, elçilerine vahiy gönderir… Şeytan ise kulların kulaklarına fısıldar…
Bunu böylece hatırlattıktan sonra, gelelim
Nihal Bengisu Karaca’nın bu gün Gazete HT’de yayımlanan makalesine…
Karaca, adını anmazsa saygısızlık yapmış olmaktan çekindiği ve kendi periferinden (çevre) biri olarak kabul ettiği Yavuz Bahadıroğlu (Oysa Bahadıroğlu, Nihal’in adına ve görüşlerine aynı saygıyı göstermemişti)’nun kendine yönelik eleştirilerine karşı bir tür “savunma” yapmış…
Bizce,
“savunma” yapmak yerine, Bahadıroğlu’nun “ağzının payını” da verebilirmiş ama görünen o ki; Ruhat Mengileşmek (herkes Ahmet Hakanlaşacak değil ya) istememiş…
Belli ki
Vakit’e vurmayı marifet, Vakit tarafından vurulmayı da itibar zannetmediği halde birileri (Kim acaba o birileri?) gibi, çocukluğundan itibaren fikir değilse de bilgi dağarcığının gelişmesinde payı olan Ahmet Bahaıroğlu’nu ciddiye almış…
Karaca’nın inançlı bir İslâm dindarı olduğunu biliyoruz…
O da,
“İyi bir İslâm dindarı” olarak akla ve vicdana yön veren kurumun "Din" olduğunu biliyor mutlaka...
Acaba kendisine sataşarak köşesinde adını geçirmek ve böylece
315 bin Gazete HT okuruna ulaşmak isteye din ve vicdan fakirlerinin ekmeğine yağ sürmüş olmuyor mu?..
Elbette bizi ilgilendirmez ama
“biz, yazılarından bilgilendiğimiz ve keyif aldığımız yazar meslektaşlarımız üzüldüklerinde, yüreği yangın yerine dönenlerdeniz" diyelim ve Nihal Bengisu Karaca’nın yazısını (link veremediğimiz için) tamamen okumanıza sunalım…


Adrese teslim...

HÜRRİYET'in artık herkesçe malum olan kılık değiştirmeli yazısından geriye kalan iki mesaj vardı. İlkini konuştuk genellikle, eleştirdik . Neydi o? Başörtülülere mahalle baskısı yok, mesajı.
İkincisi ise şu: "Örtünen kadın çirkindir." Vakit Gazetesi yazarı ise başka bir kriter daha getirmiş.
"Sözde" nezaketiyle ismimi vermeden beni hedef aldığı, daha doğrusu beni "cemaate" şikâyet ettiği adrese teslim yazısında, mülayim üslubu olmayanı, merhameti, hamiyeti olmayanı başörtüsü "kadın" yapmaz demiş.
Bakın hele... Birine göre, örtünüyorsan çirkin kadınsın, diğerine göre dilin uzunsa kadın bile değilsin...
Nihal Bengisu KARACA nbkaraca@htgazete.corn.tr Vakit Gazetesi'ne vurmayı marifet sayma gibi efektlerden hiç hoşlanmadığım gibi, Vakit Gazetesi tarafından vurulmayı itibar zannedenlerden de değilim. Bilakis yeterince yabancılaşamamış biri olarak hâlâ iyi kötü, yanlış doğru bir şekilde kendi periferimde bulunan kişilerin eleştirilerine, kaygılarına ve "hakaretlerine" hassasiyet gösteririm. O nedenle, o da olur be ağabeyim, büyüğümsün deyip boyun bükemeyeceğim. Her yazılanı çizileni tınmamak ayrı şey, çocukluk yıllarımda okuma ihtiyacımın bir bölümünü karşılamış birinin, etrafta "beyefendi" imajı uyandırmış birinin galiz ifadelerini yok saymak ayrı şey.
Bu kişi Yavuz Bahadıroğlu ise onu ciddiye almak zorundayım. Çünkü bunu hak ediyor.
Bahadıroğlu'nun kadınlıktan olduğu gibi cibilliyet, tıynet, edep gibi daha bir dizi nitelikten de zevkle ihraç ettiği şahsımın büyük günahı aylar önce Hüseyin Gülerce'nin sarf ettiği "İslam'ın şartı beştir, ama bu şartlar arasında başörtüsü yer almıyor" sözüne gösterdiğim tepki. "İslam'ın Şartı Beş mi?" başlıklı yazım.
Bu yazıda Gülen'in 28 Şubat döneminde sarf ettiği füruattır ifadesinin dönemin koşulları gereği anlaşılabilir olduğundan da bahsediyor olmama rağmen Yavuz Bey'in canı beni camiaya saldıran, değerli bir insana çakmak isteyen bir şuursuz olarak kodlamak istemiş, aylar sonra.
Oysa o yazı "camia" tarafından defaatle okundu ve binlerce tebrik mail'i aldım.
Arkadaş çevremin onda yedisi de hâlâ saldırdığım iddia edilen o camiadan oluşmakta. Hatta uzun bir dönem Zaman Gazetesi'nde yazarlık ve idari görev yapmış olan, şimdi Bugün Gazetesi'nde yazan Nuh Gönültaşda itirazımı haklı bulan bir yazı kaleme almıştı, ama bildiğim kadarıyla o camiaya saldırmakla suçlanmadı.
Normal şartlarda, "başörtüsü mağdurlarının haklarını çatır çatır savunan" Vakit gibi bir gazetenin yazarından bu türden "haklı" bir çıkışa destek vermesi bile beklenir. Ama demek ki yazar kişileri savunmakla övündükleri "ekmek teknelerinin" dokusundan bihaber olabiliyorlar. Ya da daha kötüsü "gereksiz sahne alma çabası" içine girebiliyorlar.
Biz buna "camiaya/cemaate liyakatini ispatlama çabası" diyelim.
Bahadıroğlu "Bu bir hıçkırıktır", "Bu bir hicranın çağlamasıdır" gibi sahiden en son çocukluğumda gördüğüm arabesk ifadeler eşliğinde "yetkililere" şöyle sesleniyor: "Sizden ayrıldıktan sonra tüküren...(yeniden) 'Bulunduğu camianın özelliklerini anlatmakta yetersiz kalan' biri üzerinden (Hüseyin Gülerce'yi kastediyor) tüm camiayı vurmaya kalkışan insanları neden yıllar boyu baş tacı ettiğinizi sorabilir miyim?" Yılların kalemi olmak böyle bir şey işte. Hem kaynağını basbayağı Kuran'dan alan bir emir, "İslam'ın beş şartı" içinde değil diye hükümden düşmez gibi son derece makul ve haklı bir kelama laf edemediğiniz için, onun internet sitelerine düşen çarpıtılmış versiyonunu kullanacaksınız, hem de bu arada Hüseyin Gülerce'ye abartılı salvolar yaparak birilerine göz kırpacaksınız. Ve her nasılsa benim, Hüseyin Gülerce'nin cümlesini yıllardır bildiğimiz, inandığımız "emir" ile tartma çabam, bu cümleyi ele almam, tıynetimin, karakterimin, samimiyetimin sorgulanmasına neden olacak, ama sizin Gülerce'ye yaptığınız genellemeci, itham edici tutumunuz mertlik, yüreklilik olacak?! Yılların kalemi ama vicdanı yok. Üstelik o kadar da yağma yok. Başörtüsü konusundaki görüşleri fecaat olabilir ama söyler misiniz neden Gülerce "bulunduğu camianın özelliklerini anlatmakta yetersiz biri" oluyormuş?
Yazarın, Kuran'ın emrini hatırlatmış olmamı "tükürmek" fiili ile karşılaması da son derece çarpıcı olmuş. İşin içinde bir kadın olunca ilkelerin değil, güçlü olanın, kalabalık olanın yanında saf tutmak gerekiyor tabii. Ayrıca camiaya saldırmak da neyin nesi? Camiayı hâlâ tek boyutlu, tek tip bir blok olarak tasavvur etmek kadar yanlış bir sosyal okuma olamaz. Nitekim benim yaptığım ,camianın bir kısmı adına camianın diğer kısmına soru sormaktı. Ve elbette bunu yapacağım, çünkü yazmak, doğru bildiğin şey adına bazen kendi periferini de sorgulayabilmek demektir.
Ekmek teknesinin etrafında saf tutup o tekneyi kollamayı erdem addeden Bahadıroğlu'na erdem sandığı şeyin en hafifiyle "Körler sağırlar, birbirini ağırlar" anlamına geleceğini hatırlatmak isterim. Hele hele bir de kalkıp tesettür ayetinin karşısına dikiyorsanız o tekneyi, geçmiş olsun. Nur topu gibi bir putunuz oldu. O noktada da artık mertlik dersleri vermek değil, oturup imanınızı gözden geçirmeniz lüzum eder.
Düşünüyorum da, ya bir de söz konusu olan Kuran'ın bir emri olmasaydı, acaba o zaman ne olurdu?