Nihal Bengisu Karaca'nın haklı isyanı!..
28 Şubat sürecinde de bir profesyonel kadın kiralanarak başı örtülerek, din bezirgânı Müslüm Gündüz’ün koynuna sokulmamış mıydı?..
GAZETECİLER.COM -
Nihal Bengisu Karaca,
bugün “Katil uşak çıktı: Dinleri yarıştıran bir dindar imiş...”
başlığı altında yayımlanan makalesinde GAZETECİLER.COM’u kaynak
gösteriyor...
GAZETECİLER.COM’da,
B. Ahmet Yavuz ‘un yaptığı bir haber-analizi
okuyunca maneviyatının bozulduğuna dikkat çeken Nihal Bengisu
Karaca şunları söylüyor hemen takiben:
“Türkiye'deki İslami hareketin
vaatleri ve dinamizmi iktidara yaklaştıkça sıvılaştı, o iktidara
yeterince yakınlaşamayan İslamcılar/muhafazakârlar ise işi İslam
merkezli bir yaşam ve ahlak algısının özünü buharlaştırmaya kadar
vardırdılar.”
Bir TV kanalının dinleri
yarıştıracağına, hayvanları canlı yayında çiftleştireceğine ilişkin
haberleri öğrendiğinde yaşadığı ruhsal incinmeleri
anlatıyor…
Daha da fenası…
Bu, ortalama hiçbir akıl ve
vicdanın kabul edemeyeceği programların, kendini “İyi Bir Müslüman”
olarak tanıtan bir işadamının televizyonunda yapılacak
olması…
Biz bu arada sevgili kardeşimize
hatırlatalım…
Eğer iktidarda muhafazakâr
değerleri ön plânda tutan bir hükümet varsa bu hep
yapılır…
Yaşı henüz çok genç olduğu için,
birilerinin adına “Milliyetçi Cephe” dedikleri ancak cepheleşmeyle
ilgisi bile olmayan, muhafazakâr sağ Liberal partilerin kurdukları
hükümet döneminde Türkiye, sinema dünyasının “en iğrenç, en kepaze”
dönemini yaşadı…
“Erotizm” adı altında mide bulandıran ”porno” filmler çevrildi ve
gösterime de girdi…
Amaç, siyasal iktidarın hiç de
“muhafazakâr olmadığını” kanıtlamaktı…
Adnan Berk Okan
da bu gün galiba tam işte onu anlatmak
istemiş…
Bilginin aslında bilmememiz
gereken şeyler olduğunu…
O günün medya-sinemacı ortaklığı
da Türk Kamuoyunu, siyasal iktidarın en iğrenç sahnelerin çekildiği
“şey”lerin “sinema filmi” olarak gösterilmesine izin verecek kadar
pespaye(!) olduğu bilgisi ile donatmak istiyordu…
O gün bilmemiz istenen şey
oydu…
28 Şubat sürecinde de bir profesyonel kadın kiralanarak başı örtülerek,
din bezirgânı Müslüm Gündüz’ün koynuna sokulmamış
mıydı?..
Hem de “reşit olmayan” bir küçük
kıza cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla bu gün halen cezaevinde
bulunan Hüseyin Üzmez’in evi değil miydi senaryonun çekim
yeri…
Bu gün yapılmak istenen de
o…
Parayı seven birileri önce
“dindar” oldukları dedikodusunu ortaya yayacak, sonra da
kepazeliğin bininin bir para ettiği ilginç süreçler
başlatılacak…
Neden?..
Çünkü iktidarda yine “muhafazakâr,
Liberal sağ” bir hükümet var…
O halde “vurun
muhafazakârlara”…
Bilir misiniz ki Ortaçağ’da
zavallı köylüler aralarında zoraki birleştirilerek üç kuruşluk
kazançlarıyla kralın şövalyelerini “kral gibi”
yaşatırlardı…
Sonra ne olurdu?..
O şövalyeler, o zavallı, inançlı
köylüleri mi korurlardı?..
Yoooo…
Kralı korurlardı
elbette…
Şimdi de zavallı, fukara ve de
inançlı yurttaşlarımızın gelirlerinden ya da eğlencelerinden(!)
kazandıkları paraları kral babalarının çıkarları için harcayan
medya soytarıları var…
Dikkat et sevgili
Nihal!...
Bunlar “Şövalye” bile değil,
“soytarı”…
Üzme kendini…
Sonunda hak gelir batıl zail
olur…
Aman ha!...
Erbakan Hoca’ya atıfta bulunmak için söylemedik bunu...
Gerçekten inandığımız için
söyledik…
Neyse fazla
uzatmayalım…
Nihal Bengisu
Karaca’nın, habertürk’te yayımlanmayan
makalesinin tamamını biz yayımlayalım ki bu güzel makaleyi okumak
için bir gün beklemeyin…
Katil uşak çıktı: Dinleri
yarıştıran bir dindar imiş...
SON zamanlarda okuduğum bir haber
maneviyatımı bozdu, beni şöyle bir geçmişe bakmaya zorladı. Dedim
ki, herhalde şu tezin hakkını vermek lazım artık: Türkiye'deki
İslami hareketin vaatleri ve dinamizmi iktidara yaklaştıkça
sıvılaştı, o iktidara yeterince yakınlaşamayan
İslamcılar/muhafazakârlar ise işi İslam merkezli bir yaşam ve ahlak
algısının özünü buharlaştırmaya kadar vardırdılar.
Bunun sekülerleşme ile de bir
ilgisi yok, bakıyorsun adam hâlâ namazında niyazında, ama tekrar
bakıyorsun, tuhaf işlere girişmiş, eskiden bayraktarlığını yaptığı
"fazilet" gibi, "refah" gibi, "saadet" gibi vaatlerin yerini,
karşıtına olduğu kadar, kendi benzerine de güttüğü intikam
stratejisinin maddeleri almış.
Menfaatlerine aldığı en küçük
darbeyle sadece eski * refiklerini değil, o refiklerle ' beraber
inandığı, yücelttiği değerleri de un ufak etmeye, bölüp
parçalamaya, en basitinden "pazarlamaya" kalkan muhafazakârlarla
dolu ortalık. Pardon ama, biz aslında neyi muhafaza
ediyorduk?
SİSİ'LENEN MUHAFAZAKÂRLIK Gelelim
beni bozan olaya.
Gazeteciler.com'un B. Ahmet Yavuz
müstear isimli yazarı, Kanal T'de yayınlanacak olan "Sisi" imzalı
süper ucuz işlere kapı aralayan patronun, bir hayli
dindar/muhafazakâr bir adam olduğunu yazdı geçenlerde.
Yazısının başlığı "Sisi'nin
Patronu Kim Biliyor musunuz?" şeklindeydi.
Bilindiği gibi Sisi, 28 Şubat'ı
tasarlayan ekibin postmodern darbesinin psikolojik harp ayağını
dizayn eden isim.
Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin
kurgusunu medyaya pazarlayan ve askerin postmodern darbesini toplum
tarafından yenilir yutulur hale getirmesini temin eden
şahıs.
Adı geçen kanalda yakın zaman
zarfında kamuoyunda dinler yarışıyor adıyla duyulan "Tövbekar" adlı
yarışmayı ekrana getirecek olan yapımcı.
Yarışmanın tanıtım bültenlerine
göre, her dinden yetkin bir isim her yarışmada bir ateisti imana
davet edecek. Ciddi din adamları bu yarışmaya tavır koyduğuna göre,
ateisti imana davet eden heyetin çok zayıf olacağını tahmin etmek
zor değil. Bu zayıf din adamlarının karşısına çıkartılacak
ateistlerin argümanlarının ekran başında bulunan ve imanı "üç
kulhü" ile duran binlerce kişiyi ifsat edeceğini tahmin etmek de
zor değil.
Velev ki, imamlar, rahipler vs.
çok başarılı iyi hatipler olsunlar, din ticari amaçla yürütülen bir
faaliyete reyting kaygısıyla feda edilebilecek bir "ürün" değildir.
Lakin zamanın ruhu "Her şeyi satabilirsin" diyor; annenin çocuğa
duyduğu sevgiyi dahi bir ürünü pazarlamak için kullanabiliyorsun,
cinselliği satabiliyorsun; eh, iman satmak niye kötü olsun ki diye
düşünüyor belli ki.
Bu ülkede O.K.
prezervatifinin reklamını
tasarlayan gayet liberal ve seküler reklam ajansı bile bu ürünü
aileleri, erkekleri ve kadınları "utandırmayacak" şekilde sunacak
reklamlar hazırlamaya gayret ediyor ve bununla gurur
duyuyor.
(İlgilenenler Mediacat'in Temmuz
sayısında yer alan "Sex and the marketing" dosyasında yer alan
ajansın beyanatına ulaşabilirler.) Gelgelelim, "muhafazakâr
patron", "iman" pazarlamakta hiçbir beis görmüyor, aynı kanalda yer
alacak olan bir belgeselin "Benimle çiftleşir misin?" gibi gayet
abes bir isim taşıdığı duyumuna ise değinmiyorum bile.
YOZLAŞMAYA ÖDENEN BEDEL Gerçi hiç
şaşırtıcı değil.
Muhafazakârlık; dindarlığın kurban
edilmesi karşılığında elde edilen bazı avantajların adı. Bir taraf,
sen dinini ver ben de sana serbest piyasada alan açayım, ekonomik
refahını temin edeyim, dilediğini pazarla, rekabet şansın artsın
derken; diğer taraf, temel noktalarda anlaştık ama namazıma
niyazıma ve aile değerlerime dokunma, diyor.
Bugün gelinen noktada
muhafazakârlık, kadınların dört çocuk doğurup evde oturduğu,
erkeklerin hırsın ve rekabetin belirlediği vahşi cangıla adapte
olup başka dünyalara yelken açtığı tuhaf bir uzlaşmaya
döndü.
"Dindarlık" ise bu zeminde yolunu
şaşırmış, sürüden ayrı düşmüş, kurtla karşılaşmamak için dua eden
bir kuzu gibi.
B. Ahmet Yavuz söz konusu kişinin,
İdris Keskinci'nin maddi sıkıntılar dolayısıyla birkaç kez Tayyip
Erdoğan'ın kapısını çalıp kanalı için destek istediğini ama
Erdoğan'dan ret cevabı aldığını yazıyor. Zurnanın zırt dediği yer
de zaten tam burası. Bana menfaat temin et, değilse ne var ne yok
pazarlarım.
Hem AK Parti hem de diğer
muhafazakârlar ve genelde İslamcı kesim; kendine benzemeyenle
mücadele ederken gösterdiği enerjiyi biraz da kendi içindeki
menfaat çatışmalarının kabalığı ve sağlıksızlığı üzerinde düşünmeye
verse ne iyi olurdu. Zira görünen o ki, "karşıt-öteki"nin çözülmesi
ihtimalinde, sözgelimi hiper laik baskılar azaldığında filan, hayat
daha güzel bir yer olmayacak. Bu kez daha korkutucu bir surete
bakıyor olacağız: Kendi benzerimize, aynadaki
aksimize...