Nihal Bengisu Karaca'dan çarpıcı ortak yayın yorumu!
Habertürk gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca bugünkü yazısında Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu'nun karşı karşıya geldiği ortak yayınla ilgili dikkat çeken yorumlarda bulundu.
Nihal Bengisu Karaca'nın yazısında en dikkat çeken kısım
bir münazara programının münazarasız geçtiğini belirtti kısım oldu.
Çünkü yayın sırasında ve sonrasında da herkesin en çok şikayet
ettiği şey ortak yayının çok cansız geçmesi
oldu.
Binali Yıldırım, Ekrem İmamoğlu ve bir moderatör olarak İsmail
Küçükkaya'nın performanslarını değerlendiren Karaca, "Faturayı
kendi sabah programını yıllardır başarılı biçimde yapmaya devam
eden bir gazeteciye kesmek işin kolayına kaçmak olur. Ben "O
protokol ile ancak bu kadar olur" diyenlerdenim. Protokole sadık
kalma çabası, haliyle enerjinin düşmesine neden oldu. Kuralları
medyanın, gazeteciliğin değil, siyasetin belirlediği bir
düzlemde, bu kadar." ifadelerini kullandı.
İŞTE NİHAL BENGİSU KARACA'NIN
O YAZISI
Halk nefesini tutmuş Binali Yıldırım-Ekrem İmamoğlu yayınını bekliyordu.
Didem Arslan Yılmaz’la Habertürk’ün ülke gündemine soktuğu yayın fikri, başka platformda ve başka bir moderatörle hayata geçmiş oldu. Günün sonunda 20 yıllık bir aradan sonra yapılan bu ilk canlı açık oturumu kazasız belasız yürütmek oldukça zordu. İsmail Küçükkaya adil davranmaya, tarafların hakkını birbirlerine yedirmemeye, sürelere dikkat etmeye, iki adayın birbirinin sözünü kesmesine engel olmaya çalıştı. Güzel.
Ancak "Yayın tatmin edici miydi?" sorusunun cevabının maalesef "Hayır" şeklinde olduğu da ortada.
Neden?
Doğası gereği "hardtalk" stilinde olması gereken bir münazarada, münazara yoktu da ondan.
Faturayı kendi sabah programını yıllardır başarılı biçimde yapmaya devam eden bir gazeteciye kesmek işin kolayına kaçmak olur. Ben "O protokol ile ancak bu kadar olur" diyenlerdenim. Protokole sadık kalma çabası, haliyle enerjinin düşmesine neden oldu. Kuralları medyanın, gazeteciliğin değil, siyasetin belirlediği bir düzlemde, bu kadar.
Kimse şapkadan tavşan çıkaramadı ama...
Yayına dair gözlemlerim; notlarım şöyle:
* Ortada hem münazara yapmama protokolüne bağlanmış bir
oturum vardı hem de her iki aday da sakin kalmak; dolayısıyla
muhatabın tabanını konsolide etmemek stratejisini benimsemişti.
Açık oturumun teatral kalması mukadderdi.
* Moderatör İsmail Küçükkaya daha yayından günler önce
savunma pozisyonuna sokulmaya çalışıldı. Üzerindeki baskı yayın
sırasında hissediliyordu.
* Her konunun, her sorunun cevabının 3 dk ile sınırlandırılması
mantıksızdı. Bu kural nedeniyledir ki İmamoğlu’nun Yıldırım’a
yönelttiği “Kime çaldılar diyorsunuz?” sorusunun cevabı
netleşmedi. Oysa YSK sürecini ve "Çaldınız" ithamını adayların
nasıl değerlendireceği izleyicinin en çok merak ettiği
konuydu.
* Tarafların "karşılıklı" oturmaları, birbirlerinin gözünün
içine bakabilmeleri gerekiyordu ama oturma düzeni "yanlış"
olduğu için, bu gerçekleşmedi.
* Her iki tarafa da “23 Haziran’da kaybederseniz ne yapacaksınız?
‘Partim neyi uygun görürse onu yapacağım’ dışında, planınıza
hedefinize dair ne söyleyebilirsiniz?” gibi önemli bir soru
yöneltilmedi, ki bence bu önemli bir eksiklik. Çünkü
İstanbullu, 23 Haziran’da da sonuç İmamoğlu lehine çıkarsa
"Sırada ne var?" sorusunun cevabını samimi olarak merak ediyor.
* Taraflara sorulacak sorulardan en az biri hakkında bilgi
verilmeliydi. O da "mal varlığı" konusu. Taraflar bu sorunun
sorulacağını peşinen bilip hazırlanarak gelmeliydi. Bu konu
"Malvarlığınızı açıklama talebi var, ne dersiniz?" diye
geçiştirilecek bir konu değil. Halk artık oy verecekleri
kişilerin siyaseti servet edinme aracı olarak kullanıp
kullanmadıkları konusunda daha hassas. AK Parti tabanı dahil, gün
geçtikçe daha fazla yükselen bir şeffaflık talebi söz konusu.
İki tarafın da anlaşmış gibi "Evet tabii gerekirse açıklarız”
deyip mesele geçiştirmelerine izin verilmesi, yayını merakla
beklerken #malvarlığı hashtagi yapan onbinlerce sosyal medya
kullanıcısını görmezden gelmek oldu.
* Her iki taraf da çok az yeni şey söyledi. Genel olarak daha
önce söylediklerini tekrar ettiler.
* Ordu Valisi'ne hakaret meselesinde İmamoğlu’nun "Basit dedim"
açıklamasındaki basitlik devam etti, deşilmedi. Aynı şekilde,
İmamoğlu’nun "israf" suçlamalarına referans gösterdiği
Sayıştay raporunun Binali Yıldırım tarafından okunmadığının
ortaya çıkması Yıldırım aleyhine ciddi bir zayıflık görüngüsü
oluşturdu. Ama bu konu da deşilmedi.
* İmamoğlu’na yönelmiş "Pontuscu" ithamı, “İmamoğlu kazanırsa
İstanbul Constantinopolis olur" yollu imalar ve bunların seçim
sonrası İstanbullunun bütünlüğüne etkisi konusuna neden
girilmediğini anlamadım.
* İmamoğlu’nun gösterdiği kağıtların mütemadiyen parlamasına
mana veremedim. Sunmaya çalıştığı yeşil alanlar, rakamlar,
veriler zaman zaman gümbürtüye gitti. Ancak bu, seçilen kağıt
tipine dikkat edilmemesiyle ilgiliydi, yani İmamoğlu’na eksi
yazacak bir durum oldu.
* Yıldırım ulaşım konusu açılınca coştu, rakamlara hakimdi ve
İstanbul’u teknoloji şehri yapma ile ilgili vaatlerindeki
gerçekçilik duygusunu izleyiciye geçirebildi. Projeleri olan,
gerçekçi, olgun, seçilirse rolünü ve başarısını abartmayacak
bir profil çizdi.
* İmamoğlu ise programı "muhafazakar izleyiciye" ulaşmak
açısından doğru kullandı. Belediyelerde alkol konusuna sıcak
bakmadığına, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde
havuzlarda kadın erkek ayrı zaman diliminin kullanıldığına dikkat
çekmesi İstanbul’u kazanırsa hayat tarzı rövanşizmine
gitmeyeceğini göstermesi bakımından başarılı bir stratejiydi; en
azından katılımcılardan biri yeni bir şey söylemiş oldu.
Partisiyle çelişme pahasına, CHP’deki bazı belediye
başkanlarının "mültecilerle" ilgili çirkin görüşlerini ve
tutumlarını benimsemediğini açıklamış olması da iyi bir
hareketti. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde
İstanbul’daki 500 bin Suriyeli mültecinin yerleşimleri,
istihdamları ve sorunlarının yönetilmesine yönelik hiçbir
çalışma yapılmadığı şeklinde bir iddiası da oldu ki, doğruysa
vahim bir bilgi. Bu konu da derinleştirilmesi gereken ama malum "3
dk" engeline toslayıp havada kalan meselelerden oldu.
* Küçükkaya, önce Uğur Dündar’a teklif edilmiş ve Uğur
Dündar’ın bile reddettiği bir programı kazasız belasız bitirmek
zorunda olduğu gerçeğiyle yüzyüzeydi. Yine de risk alabilirdi
ve kuralları esneterek, izleyici için çok önemli olan soru ve
konuların cevapsız kalmasını önleyebilir, daha akıcı ve heyecanı
korunan bir program yapabilirdi denilebilir. Ancak asıl risk
almayan adaylardı gibi bir görüntü vardı. Protokolde uzlaşan da
ait oldukları partilerdi zaten.
* Sonuçta, her şeye rağmen bu yayının sadece gerçekleşmiş
olması bile, demokrasi açısından küçük ama umut verici bir
adımdır.
* Ait olduğu partinin teamülünü değiştirme pahasına yayın
fikrini kabul eden ve gerçekleşmesini sağlayan Binali Yıldırım’ı
kutlamak gerekir. Binali Yıldırım canlı yayında rakibiyle karşı
karşıya kalmaktan kaçınan siyasetçi teamülünü yıktı. Bundan
sonra her AK Partili aday en az Binali Yıldırım kadar cesur olmak
zorunda.