Nihal Bengisu Karaca, sonuna kadar haklı: Adalar'daki atların sonu "vurulmak" olmasın!
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, son zamanlarda gündemden düşmeyen Adalar'daki atlara eziyet konusunda kaleme aldığı yazısında "Atları koruma yolunun sonu atları vurmak olmaz inşallah" ifadesini kullandı.
Adalar'daki faytonlarda telef olan atlarla ilgili tartışmalar devam ederken Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca'dan önemli bir yazı geldi.
Karaca, "Atları koruma yolunun sonu atları vurmak olmaz inşallah" başlığı ile yazdığı yazısında hem bu konuda bir şeylerin yanlış gittiğini hem de hayvanseverlikle ilgili akıllara takılan soruları dile getirdi.
İşte Nihal bengisu Karaca'nın yazısı:
Ruam hastalığı Adalar ve faytonlar meselesini yeniden güncelledi ve özellikle Büyükada’da sık sık vicdanları sızlatan olayların konusu olan at-fayton esnafı ilişkisi yeniden masaya yatırıldı. Ateşli fayton karşıtları ile “Durun yahu o kadar sekter gitmeyin” diyenler arasındaki tartışma yeniden alevlendi. Tartışma diyorsak bakmayın, tek tarafın sözü geçiyor ve duyuluyor. Herkes sadece faytoncuların hoyratlığından bahseden ve “Ada dediğin faytonlu olur yahu yapmayın etmeyin” diyenlere ‘sövenlerin’ sesini duyuyor. İmamoğlu da bu trende ayak uydurdu. Yaptığı açıklamada "Turizm amaçlı da olsa, göstermelik de olsa ben bu 35 fayton sürecine de karşıyım” diyerek “Hiç değilse 35 fayton kalsın” şeklindeki makul öneriye bile sıcak bakmadığını belirtmiş oldu.
Büyükada’da yıllarca atların eziyet gördüğü doğru.
Hayvanseverlik daha doğrusu doğayla uyumlu ve barışçıl bir ilişki kurma bilinci arttıkça fayton esnafının hoyratlığı, Adalar’a gidip gelen orada yaşayan insanların hepsine dert oldu. Bu da gayet doğaldı, hatta gerekliydi.
Ben hayvansever camiasının Türkiye’de özellikle sokak hayvanları konusunda duyarlılık uyandırmasından gayet mutluyum. Sokaklarında tasmasız kedi ya da köpek dolaştırmayan ama şehir içine yaptıkları parklara 30-40 sincap ve ördeği numunelik koyup ‘doğayla barışık kent’ efekti yaratan Avrupa kentleriyle, büyükşehirlerimizdeki gezen hayvan özgürlüğünü, ‘spontane’lığını kıyasladığımda daha da mutlu oluyorum. Batılı liberal toplumlar sahipsiz, sokakta özgürce yaşayan kedilerin, köpeklerin hem başlarına kötü şeyler de gelebilmesini hem de ara sıra başa bela olma ihtimallerini kaldırmadıkları için bir çözüm yolu buldular. Artık o hayvanlar eziyet çekmiyor, çünkü yoklar. Ortadan kaldırıldılar.
Bazen fazla tantana yapanlara bakıp “Biz de mi bu yola sapacağız” diye endişeleniyorum.
İNSAN-HAYVAN İLİŞKİSİNİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Hayvanların dünyasını tanıdıkça, özellikle insanlarla teması olan,
insanlarla sosyalleşen hayvanlarla aramızdaki ilişki üzerine
yeniden düşünmek ve vicdani temellere dayalı bir hukuk tesis etmek
gerektiğine daha çok ikna oluyorum. “Biz efendiyiz, onlar da
hizmetkârlarımız” demeyen, bizim onlara, onların bize muhtaç
olduğunu fark eden bir hukuk…
Ama kendimizi kandırmamıza çok da yüz vermeyen bir hukuk.
Zira, hayvanlara muhtaç olduğumuzu bilmek ve onlara saygı duymak ayrı, onlarla kurduğumuz bağların aynı zamanda bir alışveriş ilişkisini de kapsadığını reddetme naifliği ayrı.
Binlerce kişinin yaşadığı alanlardaki kritik regulasyonlarda, sözgelimi ulaşımın otomobille değil faytonlarla yapılabildiği Adalar’da, “Bu hayvanlara muhtacız, bu ilişkiyi merhamet ve saygı esasına göre yeniden dizayn edelim” demek yerine, binek hayvanının ‘eziyet etmeden’ de çalışabileceğini ileri sürenlere vahşi muamelesi yapılmasını, az sonra gidip kasaptan et alacak adamların sırf çok havalı diye gerçekçi olmayan trendlerin peşine takılmasını sorunlu buluyorum.