Nihal Bengisu, Arman'ı fazla ciddiye almış
Sizler de muhalifi muvafığı almışsınız elinize bal kavanozlarını, onun ekmeğine sürüp, ağzına besliyorsunuz...
Fatih Altaylı link vermiyor ama biz,
okuru bu güzel yazıdan mahrum bırakmamak için Nihal Bengisu
Karaca'nın yazısının tamamını yayınlıyoruz...
KARACA'NIN BUGÜNKÜ
MAKALESİ DİĞER SAYFADA...
[page_end]
KAMUSAL ALANA DA BEKLERİZ AYŞE
HANIM
NİHAT Odabaşı'dan almış talkını...
Odabaşı demiş ki, soyunmak bir şey mi, sen asıl örtün de gör
memleketteki zulmü. Ayşe Arman'ın aklına yatmış, hatta bir ampul
yanmış kafasının üstünde... Evet, evet, bunu yapmalıyım olmuş.
"O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine
düşürmüş 'bez parçasını' kafama bağlayıp, şehr-i İstanbul'da bir o
semte, bir bu semte gidecektim" diyor...
Yazı boyunca başörtülü halini defaatle sıkıldım, büzüldüm, ışığım
söndü, ay çok yorucu gibi ifadelerle tarif ediyor. Bunlar Ayşe
Arman'dan bekleyebileceğimiz şeyler. Ayşe, her fırsatta bakılmaktan
ne kadar mutlu olduğunu söyleyen bir kadın. Giyimiyle,
dekoltesiyle, saçıyla başıyla, neşesiyle yarattığı bir ambians
üzerinden güzel olabilen bir kadının tesettüre girmesi bu ambiansı
doğal olarak bozar, o kadının bu duruma sinir olması da
doğaldır.
Bu işe ne kadar bozulduğunu açık açık söylemesi, Ayşe'nin açık
sözlülüğüne ve sevimliliğine puan bile kazandırabilir. Pekâlâ, "Aaa
bana hâlâ bakıyorlar, demek ki hâlâ güzelim, demek ki başörtüsünün
hiçbir etkisi yok, demek ki kadınlar kendisini kandırıyor, çözdüm
ben bu işi, yaşasın!" da yapabilirdi, bu da beklenirdi.
Fakat açık sözlülüğün de bir sınırı var, kaldı ki bu açık
sözlülük dediğimiz şey kötü niyeti de örtebilecek genişlikte bir
yorgan değil, Ayşe öyle sanıyor, ama değil.
Tesettürlü olma durumunu kâh ''zavallı gibi görünmekle" kâh
"komiklik ve saçmalıkla" ilintilendirmenin açık sözlülük ile ilgisi
yok, sorumsuzlukla ilgisi var. Ben de kalkıp "Kırk
yaşına basmadan çıplak fotoğraf çektirmeliyim" türü bir
dürtüyü "zavallıca" ve saçma
bulabilirim, buluyorum da nitekim, ama bunu bu şekilde ifade
etmekten çekinmiş, nezaketsizlik olacağını düşünmüştüm şimdiye
kadar. Ahan da şimdi ifade ettim. İyi mi oldu?
EMPATİ KURMAK DEĞİL, KÖPRÜLERİ
YIKMAK
Arman'ın yazı dizisi "mahalle baskısının ölçümü"
gibi güya sosyolojik bir sondaj yapılıyormuş
havalarına büründürülmüş ki, bu tutum "Ayşecik
tesettürde''' macerasının tadını feci şekilde kaçırıyor.
"Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, 'Hooop!' filan
desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar... Hiçbir şey olmuyor...
Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar. Laf yok, hakaret
yok. Mahalle baskısı yok" gibi genellemelere varıyor.
Adeta bu ülkede başörtülüler hiçbir sıkıntı yaşamıyor, bir
elleri yağda bir elleri balda demeye getiriyor.
Hemcinslerini yalan söylemekle itham etmiş oluyor.
İşin kötüsü, daha baştan bozuk bir niyetle çıkıyor yola.
Başörtüsünü "milleti birbirine düşürmüş" bir bez parçası olarak
nitelendiriyor ve öyle düşüyor yola.
Bir milletin % 99'u Müslüman ise, bu millet nasıl olur da başörtüsü
yüzünden birbirine düşer oysa?
Anketlerin ortaya koyduğu şekilde bu milletin kadınları %
60'ı aşan oranlarda başını örtüyorsa, başörtüsü bu millet
nezdinde onay almış olan bir konu demektir sosyolojik açıdan.
Üzerinde böylesine büyük mutabakat olan bir konuda millet birbirine
düşmez zaten.
Sorun milleti temsil etmekle görevli birimlerin, kurumların ve
onların yandaşlarının milletle cedelleşmesindeki ısrardan
doğmaktadır.
Milletin başörtüsünün serbest olmasıyla ilgili bir derdi yok.
YÖK'ün ve "laiklik" ilkesinin en katı yorumunu benimsemiş sivil /
askeri bürokrasinin ve sırtını onlara dayamış bir azınlığın derdi
bu.
Kamusal alanı her tür etnik renkten, her tür dinsel edimden arınmış
renksiz, kokusuz bir yer olarak tasavvur edenlerin başörtüsüyle bir
derdi var.
Onların yüksek sınıflara mensup yandaşlarının böyle bir derdi
var.
"Yurdumuzu Batılılara kötü gösteriyorlar" derdi. Ya da,
"Aman türbanlı komşu istemem yanımda yöremde" gibi
dertler.
Ama Ayşe'nin beklentisi herhalde arkasına bürokrasinin gücünü de
almış olan bu varsıl, Batıcı, imtiyazlı mahallelerin başörtülülere
sokağı da yasaklaması yönündeymiş ki o kılıkta Nişantaşı
sokaklarında dolaşabiliyor olmasını bile yadırgamış hatun kişi.
Pes... Pahalı içeceklerin servis edildiği, para kazanmak
için açılmış "ticari işletmelere" girip kovulmayı beklemiş.
Pes...
İzninle, müsaadenle, elini vicdanına koymuş halinle,
o kadar da olmasın be Ayşe... Çıtayı amma yukarı koymuşsun. Öyle ki
garsonların sempatik davranmasını bile bu ülkede başörtülülere bir
baskı uygulanmadığının delili yapıp çıkmışsın. Pes...
Yüz binlerce kadının binlerce gündür yaşadıkları sıkıntıyı tek bir
güne sığdırıp böyle genellemelere varmak, kimse kusura bakmasın
şaklabanlıktan başka bir şey değil.
Ayşe eğer sahiden empati kurmakla filan ilgileniyorsa,
Reina önlerinde pazarlık yapmak gibi beyhude işlerle
uğraşmayı bırakmalı, gerekirse birkaç ayı bu işe ayırmalı ve olayı
yerinde tespit etmek üzere "kamusal alan"a sızmalı...
Sıkıyorsa bir üniversiteye girmeye çalışmalıydı Ayşe Arman,
sıkıyorsa, bir iş başvurusunda bulunmalıydı.
Üniversitelerin sosyal tesislerinde bir kola içmeye kalkışmalıydı,
orduevlerine girmeyi denemeliydi. Bir yemin törenine girmeye
yeltenmeli, bir mezuniyet törenine katılmalıydı.
Dahası, madem bu iş bu kadar sıkıntılı, kadınlar hangi inançla,
hangi bilgiyle bu sıkıntıyı göze alıyorlar diyerek o anlayışın
içinde derinleşmeyi denemeliydi. "Erkekler örttürüyor
işte" deyip çıkmak kolay bir yol, ama bunun adına
"empati kurmak" denmez, buna kolaya kaçan işgüzarlık
denir.
Gazetecilik refleksini tatmin etme adına lafügüzaf üretmek denir.
İncittiğin binlerce kadın da cabası.