Netenyahu'nun özrü büyük savaşın habercisi mi?..

“Haydi bakalım artık barıştınız; şimdi dünya kamuoyu önünde sarılıp öpüşün ve İran’ı vurmak için hazır olun” derse ne olacak?..

ADNAN BERK OKAN


Evet  korkuyorum…

Bazı okurlarım “barış süreci ilk başladığında en çok destekleyen sendin ama ne oldu da birden temkinli yaklaşmaya başladın?” diye soruyorlar…
Haklılar…
Öcalan’ın açıklamasından sonra daha temkinli olmak gerektiğini bir kere daha anladım çünkü medya yeni doğan bebeğin çükünü koparabilir…
Zaten, Obama’nın İsrail’i ziyaretinden sonra, çok erken sevinmeye başladığımızı “temkinli” olmamız gerektiğini anladım.
Hele İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Başbakan Erdoğan’ı arayıp Mavi Marmara saldırısındaki hatalarından ötürü Türkiye'den özür dilediğini ve saldırıda hayatını kaybeden şehitlerin yakınlarına tazminat ödeneceğini bildirmesinden sonra daha da temkinli olmamız gerektiğini anladım.
Buna bizim halk dilimizde ve baldızın ağzından,
“bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü” denir...
Ya da “neden şimdi?..”
Daha üç gün önce Türkiye’den özür dilememekte “kararlı” görünen Netenyahu, Obama’dan ne gibi taahhütler aldı ki bir anda “pardon; yanlış yaptık, özür dileriz; şehtlerinizin yakınlarına tazminat ödeyeceğiz” dedi

Yarın bir gün Obama Erdoğan ve Netenyahu’yu telefonla arayıp;
“haydi bakalım artık barıştınız; şimdi dünya kamuoyu önünde sarılıp öpüşün ve İran’ı vurmak için hazır olun” derse ne olacak?..
Türkiye ve İsrail ortaklığında İran vurulduğunda Irak merkezi hükümetiyle Esad o savaşı sessizce izleyecek mi yani?..
Böyle düşünen varsa gülerim…
Türkiye ve İsrail ortaklığında İran vurulduğu an Ürdün ve Mısır da Türkiye – İsrail ikilisinin yanında yer alacak; Suriye ve Irak da İran’ın yanına geçince bölgemiz cehenneme dönüşecek…
"Türkiye de ne İran'ın ne da İsrail'n yanında yer alır" diyorsanız yanılıyorsunuz...
Böylesi bir bölgesel savaşın dışında kalmamız imkânsız...
Kalırsak da savaş bittiğinde sınırlar yeniden çizilirken bize sorulacağını düşünenler hayal görüyorlar...
Efendiler!..
Lütfen bu yazdıklarıma “komplo teorisi” deyip küçümsemeyin…Öngörülerimin analizini yapıyorum sadece…

Ve Öcalan’ın “Barış Çağrısı” ile Netenyahu’nun özrünün çakışmasını düşündükçe; önümüzdeki süreçte bölgemizde çok büyük sınır değişiklikleri yaşanacağını ve bunun da ancak ve ancak çok kanlı bir bölgesel savaştan sonra olabileceğini tahmin ediyorum…
Yani;
yağmurdan kaçarken doluya tutulacağız diye korkuyorum…
Evet efendim;
korkuyorum…
 

Komşusu, Nasrettin Hoca’ya gelir ve evinin küçüklüğünden şikâyet edip akıl danışır...
Hoca; “bu gece keçini de al yanınıza da öyle yatın” der...
Komşu şaşırır:
“Yanlış anladın Hocam” der, “benim ev geniş değil çok dar; çoluk çocuk sığışamıyoruz”…
“Tamam işte” diye cevaba itiraz eder Hoca,”anladım, sen dediğimi yap”…
Komşu ertesi gün gelir Hoca'nın kapısına ama yüzünden düşen bin parça...
“Hocam, seni dinledim hiç de iyi olmadı... Başka bir fikrin var mı?”
Hoca, “bu gece keçinin yanına bir de tavuk ekle”...
Komşu neredeyse aklını yitirecektir ama ne de olsa Nasrettin Hoca bu...
Dünya âlem her sözünde bir keramet olduğuna inanıyor...
Ertesi gün yine yüzü beş karış çalar Hoca’nın kapısını…
“Perişan olduk; çoluk çocuk, bir keçi bir de tavuk”...
Hoca “boş ver” gibilerden eliyle boşluğu döver:
“Bu gece ineği de al”…
“İneği de mi alayım?”..
“İneği de al ya…”

Komşu söylenerek gider ve ertesi sabah Hoca'nın kapısını çaldığında bütün geceyi uykusuz geçirdiği gözlerinden okunmaktadır...
Hoca komşusunun hiçbir şey söylemesine imkân bırakmadan yapar tavsiyesini:
“Şimdi evine git; keçiyi, tavuğu ve ineği dışarı çıkar, yarın sabah gel”...
Komşu döner arkasını ve isteksiz adımlarla oradan uzaklaşır…
Ertesi sabah geldiğinde adam dinlenmiş, gözlerinin içi gülmektedir…
“Allah senden razı olsun Hocam” der ellerini ovuşturarak, “meğer bizim ev ne kadar büyükmüş; keçiyi, tavuğu ve ineği çıkarınca bi rahat ettik ki dün gece sorma gitsin”…

21 Mart’tan sonraki gün gazetelerimizin köşeleri “bayram yeri” gibiydi…
Ekranlarda ise dere görünmeden paçalar sıvanmış barış(!) kutlamaları yapılıyor, halaylar çekiliyordu...
".sur" denilince ".ıçma" huyumuz depreşmişti yine...
Evliya Çelebi'nin torunları olduğumuz nasıl da belli oluyordu...
Bazıları Öcalan’ın mektubunun okunmasını öylesine abartıyorlardı ki; içlerinde “Türkiye’nin İkinci Kurtuluşu” olarak görenler (Prof. Doğu Ergil. Siyaset Bilimci, Bugün Gazetesi yazarı) bile vardı içlerinde…

O tür yazıları okurken Nasrettin Hoca’nın işte bu fıkrasını hatırlayıp acı acı güldüm…
Son otuz yılda 40 bin canımız gitti...
300 milyar dolarımızı da silah ve mühimmat için silah sanayicisi, tüccarı ve komisyoncusuna kaptırdık...
Yani; 30 senemiz acılar, çileler, kan revan içinde geçti...
Bugün işte o "barış yeli"nin getirdiği "umut seli ” bana Nasrettin Hoca'nın bir başka öyküsünü hatırlatıyor...
Eşeğini kaybettikten sonra bulunca "iyi ki şu benim eşek kayboldu; bulunca nasıl sevindim, nasıl sevindim" deyişi gibi...
Gelin de şimdi Erdoğan'dan önceki başbakanlara ve ülkeyi yöneten hükümetlerle Öcalan'a öfkelenmeyin...
Keşke geçmiş hükümetler (Cumhuriyetin ilânından bu yana) Kürtlerin sorunlarını çözseler, daha demokratik ve daha eşitlikçi bir yönetim gösterselermiş...
Keşke Öcalan da o zamanlar dağa çıkacağına bir siyasi partinin başına geçip mücadelesini mecliste verseymiş...
Yitip giden 40 bin cana yazık değil mi?..
300 milyar dolarımızı silâh tacirlerine kaptıracağımıza o paralarla (en az) beş milyon yurttaşımıza iş sahası açsaydık daha iyi olmaz mıydı?..

Yok efendim yok…
Barış sürecine karşı olmama imkân var mı?..
Taa en başından beri destek veriyor ve hatta yıllar önce başlatılması gerektiğini yazıp duruyorum…
İtirazım, yalakalık ölçüsündeki bu bayram çocukluklarına...
İtirazım; Habur açılımından ders almamış oluşumuza...
İtirazım; dereyi görmeden paçaları sıvamamıza...
İtirazım; terör örgütünün elini güçlendirerek daha uzlaşmaz tavır almaları ihtimali yaratılmasına...
Allah aşkınıza daha ağırbaşlı olalım...
Daha abartsız...
Daha "ağır aabi"...
Kimse kusuruma bakmasın ama Vivaldi'nin Dört Mevsimi çalarken Mastika oynar gibiyiz...