Nedim Şener'i dinlerken yüreğim yandı ama...

Hatırlayanlarınız olacaktır… Nedim’e yapılan yargı zulmüne karşı çıktığım için kimi meslektaşlarım tarafından“Ergenekoncu” olarak tanımlandım…

ADNAN BERK OKAN

Bir meslektaşımın “ne yaptığı” hiç ilgimi çekmiyor…

Haliyle, ne yazdığıyla da çok ilgilenmem…

Asıl ilgi alanıma giren “neden” ve “nasıl yaptığı”dır…

Haliyle neden yazdığı veya nasıl yazdığı benim için çok önemlidir…

Bu nedenle…

Bir gazete köşe yazarının birisini/bir kurumu “Takdir” etmesiyle (Kimisi ona “övgü” deyip aşağılıyor) “Tekdir” etmesi mesleğin gereklerindendir…

Ne hep takdir…

Ne hep tekdir

Ya da amiyane söylemimle…

Hak ediyorsa hakkın teslimi…

Haddini aşmışsa haddin bildirimi…



Bir başka örnek de Nedim…

Dün gece CNNTÜRK’te Enver Aysever’in hazırlayıp sunduğu Aykırı Sorular’ın konuğu başarılı gazeteci/yazar Nedim Şener’di…
Sayısı giderek azalan gerçekten “objektif, dürüst, namuslu, yalan dolan işlere girmeyen” gazetecilerden biridir Nedim
Yani…
Mesleğini yapmaktan başka hiçbir hedefi olmayan bir meslektaşımız…
Birçok siyasi konuda farklı düşünüyor oluşumuza rağmen, tutuklanıp da cezaevine atıldığında kendisine yapılanın haksızlık olduğunu yazmış, birkaç televizyon ve radyo kanalında da söylemiştim…
Elbette o görüşümü halen koruyorum…
Ve…
Hatırlayanlarınız olacaktır…
Nedim’e yapılan yargı zulmüne karşı çıktığım için kimi meslektaşlarım tarafından“Ergenekoncu” olarak tanımlandım…
Kimdi o meslektaşlarım?..
Söyleyeyim:
O günlerde…
Benim gibi objektif, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığından yana olan herkese “düşman” gözüyle bakan iktidar yanlısı yazarlardı…
Ve…
O gün kimisi Cemaatin medyasında yazıyordu…
Kimileri ise iktidara destek veren gazetelerde…
Ama adeta can ciğer kuzu sarmasıydılar…
Yani…
Bugünkü gibi kanlı bıçaklı olmamışlardı henüz…
Hâsılı…
Nedim Şener’e, Ahmet Şık’a, Mustafa Balbay’a, Soner Yalçın’a ve Tuncay Özkan’a yapılanlara karşı çıktığım için bana yapmadıklarını bırakmadılar o günlerde…
Peki…
Nedim’in tahliye olduktan sonra benim için ne dediğini biliyor musunuz?..
Bilenler biliyor, bilmeyenlere de ben söyleyeyim:
“Cemaatçi” dedi…
Evet evet…
Aynen öyle…
“Cemaatçi…”
“Cemaatçi” olduğumu iddia edişi söylendiğinde kırıldım, incindim…
Zira hayatımın tek günü cemaatçi olmamış, yakınlarından bile geçmemiştim…
Ama…
Dini anlayışlarını, Türkiye dışında açmış oldukları okulları ve Batılı düşünceye yakın olmalarını takdir ettiğim de sır değildi…
Eleştirim ise bilhassa yargıda ve emniyetteki ideolojik yapılanmalarınaydı…
Neyse…
Nedim’in benimle ilgili yakıştırmasını moralinin bozuk oluşuna ve benden nefret eden kimi büyüklerinin etkisinde kalmış olmasına bağladım…
Ve biliyor musunuz?..
Nedim’in benim için “Cemaatçi” dediği günlerde Cemaat’in avukatlarından biri  beni savcılığa şikâyet edeceğini söylüyor, Cemaatten özür dilememi istiyordu…
Elbette özür dilemedim…
Nitekim o yazımın üzerinden bir yıl kadar geçtikten sonra hükümetle cemaat arasındaki müthiş savaş patladı…
Neyse…
Uzatmayayım…
Nedim dün gece kendisine yapılan zulmü, yanlış anlaşıldığını, iftiraya uğradığını, hiç ilgisi olmayan kişilere yakın olarak gösterildiğini anlatıp, şikâyetçi oldu…
Dinlerken yüreğim andı…
Çok merak ediyorum…
Benim için ortaya attığı ve hiçbir dayanağı olmayan iddialara benim de üzülmüş olabileceğini hiç düşündü mü acaba?..



Yeter ki takdir veya tekdir kişisel hesaplaşmadan kaynaklanmasın...

"Samimi" olsun... 

 

Şimdi artık asıl konuya girebilirim…

Efendim…

Bir gün bir meslektaşım; yıldızları giderek parlayan, siyasal iktidara çok yakın oldukları için kimi muhalif çevrelerin tepkilerini çeken genç bir karı koca yazar çift için “acayip pahalı bir villa aldılar…” demişti…

“Güle güle otursunlar” dediğimde ise çok bozulmuştu…

 Neden bozulmuştu?..

Tepki koymadım diye…

Çünkü o benim “vay namussuzlar, hırsızlar” falan dememi bekliyordu sanırım…

Bozulduğunu anlayınca gülümsemiş şöyle demiştim:

“Yahu bana ne aldıkları villadan ve fiyatından?.. Beni ilgilendiren o villaya sahip olurken ödedikleri parayı kazanış biçimleri… Helal paraysa, vergisi ödenmişse, çalınmamış, rüşvet olarak alınmamışsa helal olsun… Yani beni aldıkları evden çok o evi nasıl satın aldıkları ilgilendirir…”

Önemsemeyişime daha da kızmıştı meslektaşım…

“Falanca bankadan kredi almışlar…”

Ben yine omuz silkmiştim:

“Bana ne?.. Özel banka… Batarsa batacak olan kamunun parası değil ki patronların parası…”

İlginçtir…

O genç çiftin çok pahalı bir villa satın aldığını “eleştirel ve sanki yolsuzluk yapmışlarmış gibi” aktaran arkadaş; o genç çiftin çok yakın dostlarından biri olarak biliniyordu medya dünyasında…

Aradan bir süre geçince, çok pahalı villa satın aldığını bildiğim ama hiç ilgilenmediğim genç çiftin, bir süre öncesine kadar derin saygı duyduğu, hatta fikirlerini taklit etmekten onur duyduğu bir gazeteci/yazar büyükleriyle araları bozuldu…

Aslında onların arası bozulmamıştı…

O gazeteci/yazar büyükleri başbakanı eleştirmeye başlamıştı…

O gazeteci/yazar büyüklerinin Başbakan’la arası bozulunca, bu genç çiftle de araları bozulmuştu…

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmediği ama savaşa birlikte girdiği Almanlar yenilince Osmanlı’nın da “yenik” sayılması gibi bir şey yani…


Neyse, konuya geleyim…

İşte o çiftin erkek olanı telefon etti bir gün…

Gazeteci/yazar büyüğünün; adı yolsuzluğa karıştığı için istifa eden bir bakana, Boğaz’a bakan 3 milyon değerindeki villasını sattığını (Yoksa tersi miydi?.. yani yazar, bakanın villasını mı satın almıştı?) söyledi…

“Haber yapsana” dedi…

Güldüm telefonda…

Hem de kahkahayla güldüm…

Ama…

Sattığı villayı bana şikâyet edip, “yazsana” diyen arkadaşına verdiğim cevabı verdim ona da…

Hem de…

“Senin aldığın villa için de neler söyleniyor neler” demeden…

“Bana ne?” dedim… “Parası varmış almış… belli ki çalıp çırpmamış… Öyle olsaydı en azından yargılanıyor olurdu”…

 

Yani ey güzel insanlar!..

Mesleğimiz ne kadar erdemliyse…

Meslektaşlarımız da bir o kadar erdemsiz olma yarışında…

 

adnanberkokan@gmail.com