Nedim Şener'e destek verenleri öğrenince inanamayacaksınız!..
Domuz derisinden post; savcıyla hakimden dost olmaz... Bakmayın sizleri dava dosyalarındaki gizli belgelerle desteklediklerine...
ADNAN BERK
OKAN
Sevgili meslektaşlarım, değerli kardeşlerim;
İlle de sevgili Nagehan (Alçı), Nedim (Şener), Rasim (Ozan Kütahyalı), Mehmet (Baransu)...
Bu açık mektubum, iyi niyetleriniz bildiğim ve kavgadan değil, gerçek gazetecilikten yana olduğunuza inandığım içindir...
Ama şu anda öğrendiğim bir habere öncelik vereyim...
Belki de bu çokuzun yazıyı sonuna kadar okumayabilirsiniz...
Haber şu:
"Genelkurmay Başkanı Koşaner ve kuvvet komutanları, Balyoz sanıklarını ziyaret etti."
Değerli kardeşlerim,
Ben ne dersem diyeyim bu ziyareti eleştireceğinizi biliyorum...
Siz yazmak istemeseniz "yiğitsin deyip candan, cömertsin deyip maldan edenler" baskı yapacak...
"Çak şunlara!"...
Ancak...
Size bir ağabey tavsiyesi:
Sakın çakmayın...
Eleştirecekseniz de uygar bir dille eleştirin...
Ama...
Bağırmadan, çağırmadan, kırmadan, yıkmadan, dökmeden...
Ve kendinizi onların yerine koyun...
Can ciğer mesai arkadaşlarınızdan biri cezaevine düşse ne yaparsınız?..
Ve neden mi bağırmayın, çağırmayın, kırmayın, yıkmayın, dökmeyin?..
O halde bu çokuzun yazıyı okuyun...
Sevgili kardeşlerim;
Sadece biz Türkler değil dünya biliyor ki TSK geçmişi darbecilik sabıkalarıyla dolu bir kurum...
Ülkenin siviller tarafından daha iyi yönetileceğine bir türlü inanmamış...
Siyasal iktidarlar ne zaman devalüasyon yapsa onlar da hemen arkasından darbe yapmışlar...
Ama her seferinde de hep başka başka gerekçeler ileri sürmüşler...
Kiminde "sivil dikta"yı bahane etmişler...
Kiminde mevcut ikidarın cumhuriyeti korumak bir yana cumhuriyet öncesine döndüreceğiyle korkutmuşlar vatandaşları...
Kimisinde ise "anarşi var" demişler...
Oysa bütün darbelerin temel sebebi; "ekonomik çıkarların paylaşım kavgası veya ekonomik sistemin ittifak halinde olduğumuz batı demokrasleriyle uyum sağlaması" içindir...
Meselâ 27 Mayıs 1960...
Siz bakmayın "sivil dikta" dedikodularına...
Ya da "Menderes, Rusya'ya yanaşıyordu da..." geyiklerine...
27 Mayıs'ın birinci sebebi; rahmetli Başbakan Menderes'in açık sözlülüğü ve sonsuz genişlikteki hayal gücüdür...
Çünkü rahmetli "Küçük Amerika" olabilmenin yolunun "her mahallede en az bir milyoner" yaratmaktan geçtiğine inanıyordu...
Ve tuttu, "Her mahallede bir milyoner" diye bir açıklama yaptı...
Oysa CHP sistemi, "her şehirde tek milyoner" hesabına göre kurmuştu çünkü İngilizler öyle istiyordu...
"Her şehirde tek milyoner" aynı zamanda Ortadoğu'daki Baas tipi cumhuriyetlerin bir eşi demekti...
Menderes "Her mahallede bir milyoner" diyerek işte o tuzağı yıkacağını duyuruyordu...
Ve daha da önemlisi "Küçük İngiltere" değil, "küçük Amerika" diyordu...
O söylemlerine 1959 yılı Haziran ayında yapılan devalüasyonu da ekleyin...
1 Dolar, 2.80'den, 9.-- liraya (% 330) fırlamıştı...
Bu; ithalatın, ithalatçının öldürülmesi demekti...
Ve...
Türkiye ithalat ve ithalatçı işadamları (onlar da İstanbul, Ankara; izmir ve Adana'da konuşlandırılmışlardı) cennetiydi...
Aldılar aşağı Menderes ve hükümetini...
Sonra da iki bakanıyla birlikte (Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan) astılar...
27 Mayıs ihtilalinin arkasında hiçbir zaman Amerika olmadı...
TSK ve CHP en büyük desteği İngiltere'den aldılar...
12 Mart 1971 muhtırasının temeli de 1969 yılında yapılan büyük devalüasyondur...
1 Dolar, 9.-- liradan 14.50'ye çıktı...
AP Hükümetini, içeriden alınan 40 AP'li milletvekili ile yıktılar 1970 bütçesinde...
Başbakan Demirel aynı dönemde DPT (Devlet Planlama Teşkilâtı) Müsteşarı Turgut Özal'a, "Ekonomik Liberalizasyon Çalışmaları"nı başlatması için talimat verdi...
Bu talimat bütün gazetelerde yayımlandı...
Ve...
12 Mart 1971 saat 13.00 Haber Bülteninde generallerin muhtırası okundu...
Demirel aldı şapkasını gitti...
Gerekçe "anarşiydi" ama aslında henüz palazlanamamış, devletin desteğine sahip yerli sermaye - İngiltere ortak operasyonundan başka bir şey değildi...
Zira Demirel ve AP Hükümeti Türkiye'yi İngilizlerin yerleştirmek için ihtilal yaptırdığı Baasçı Cumhuriyet rejiminden giderek uzaklaştırıyor, Liberal Demokrasi'ye taşıyordu...
Ve...
Eşzamanlı olarak Amerika, Bretton - Woods sisteminden çıkışın hazırlıklarını yapıyordu...
Vietnam Savaşı Amerika'yı iflasın eşiğine getirmişti...
Başlangıçta Vietnam Savaşı'nın en büyük destekçisi Başkan Nixon, savaşı bitirmek için Çin'le anlaşma yapmaya hazırlanıyordu...
Dünya sistem değiştirecekti yani...
Mevcut sisteme göre Amerikan Doları rezerv paraydı...
Amerika elindeki altın stoku kadar para basabiliyordu.
Oysa dünya piyasalarında Birleşik Devletler'in stoklarındaki altınlardan misli kere misli Dolar vardı...
Yani Amerikan Dolarları karşılıksızdı...
12 Eylül 1980...
AP azınlık Hükümeti, 1970'li yılların başında gerçekleştiremediği Piyasa ekonomisine geçiş çalışmalarını başlattı...
Başbakan yine Demirel'di...
Turgut Özal ise hem Başbakanlık Müsteşarı ve hem de DPT Müsteşar vekiliydi...
Daha 1970'li yılların başında hazırladığı ekonomik programı uygulamaya koydu...
Baasçı Ecevit'in iki yıllık başbakanlığında perişan olan piyasalar birkaç ay içinde canlandı...
Bulunmayan bütün mallar piyasaya çıktı...
Ama diğer yanda grevler olanca hızıyla sürüyordu...
Piyasa ekonomisine geçiş ve demokrasi aynı anda olmayacaktı...
Plân yapıldı, uygulamaya konuldu...
En ilginci...
Bütün siyasi partiler ve parlamento fesh edilir, Başbakan Demirel ve diğer liderler tutuklanırlarken; Demirel'in müsteşarı, Piyasa ekonomisine geçişin mimarı Turgut Özal; hükümette ekonomiden tek yetkili (Başbakan Ulusu'dan bile) Başbakan Yardımcısı oldu...
Ve oyun devam etti...
Grevsiz bir hayat başladı 12 Eylül sayesinde(!)..
Yani asker, gelişen dünyaya uyum sağlayamayan sivillerin yapamadıklarını yapacaktı...
700 genç asıldı o büyük değişim(!) için...
Çok mu uzattım?..
Af edersiniz...
Çok okuduğunuzu biliyorum ama bu şekilde hiçbir yerde okumamışsınızdır...
O halde bitireyim...
Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya piyasalarında dolaşan Dolar miktarı trilyonlarca Dolar...
Sadece Çin'in döviz rezervi 3 trilyon Dolara yaklaştı...
Şimdi bir komplo yapayım...
Çin, Rusya, Hindistan ve petrol zengini bütün ülkeler ellerindeki rezerv dolarlarla Amerikan piyasalarındaki şirketlerin hisse senetlerini satın alırlar...
Sonra da Doları rezerv para olarak kabul etmediklerini açıklarlar...
Ya da aksi...
Amerika 1973'te "getir dolarımı al altınını" sisteminden çıkarak yırtmıştı...
Bu kez de Dolar'dan vazgeçip yeni bir para sistemi uygulayacağını açıklar...
Bunu lütfen iyi düşünün...
Sevgili meslektaşlarım, değerli ve iyi niyetli kardeşlerim;
Önce şunu lütfen unutmayın...
Sizlere bahşedilen büyük gazetecilikler asla tesadüfi olmaz, olamaz...
1. Dünya Savaşı'ndan önce Macaristan - Avusturya Arşidük'ü Ferdinand'ı öldüren genç Sırp öğrenciye, "İşleyecek cinayet 2. Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olacak, milyonlarca Hıristiyan ölecek" denseydi o cinayeti asla işlemezdi...
Değerli kardeşlerim...
Son yılların gündemini en çok meşgul eden davalar belli...
Ve yine belli ki o belgelerin bir bölümü dudakları uçuklatacak, tüyleri diken diken edecek konuşmalarla mücehhez...
Yani bir darbe girişimi yoksa bile fikri çalışması yapılmış gibi...
Ama...
Yine belli ki o belgelerin önemli bir kısmı ise sonradan düzmece yapılıp
eklenmiş...
Bilirkişi (hem de hükümetin emrindeki TÜBİTAK) raporları da çok sayıda belgenin "düzmece" olduğunu söylüyor...
Ben ise o belgelerin ne sıhhatiyle ilgiliyim; ne de tutuklanmış paşalarla...
Beni önce, meslektaşlarımın durdukları yerin doğru veya yanlışlığı ilgilendiriyor...
Sonra da işin insani boyutu...
Ben bir siyasal deprem yaşayacağımızı, bunu önlemeye devletimizin de gücünün yetmeyeceğini ama o süreçte değerlendirilen asker ya da sivillerin fazla acı çekmemelerini istiyorum...
Ve geçişin en az zayiatla olmasını...
Şunu demek istiyorum:
Belgelerin sıhhati hakkındaki son kararı zaten bizler değil mahkeme verecek...
Hele bir bekleyin...
Neden birbirinize giriyorsunuz öyle?..
Niçin yüzünüze bakamayacak şeyler söylüyorsunuz birbiriniz hakkında...
Siz meslektaşsınız...
Yok mu sizde meslektaş dayanışması?..
Yarın bugün yargı ile kavgalı olan bu politika esnafı kardeş; bugün yargı ile kardeş olan politika esnafı kandaş olur da bu arada olan da sizlere olur; bunu göremiyor musunuz?..
Ve...
Biliyor musunuz ki bir zamanlar bana "aslansın, kaplansın, sen bizim canımızsın" diyen eski politikacı dostlardan, "geçmiş olsun" diyen bile olmadı çalıştığım gazeteden kovulduğumda...
Çünkü bu politikacı milleti "banka" gibidir...
Şemsiyeyi güzel havada verir, yağmurlu havada elinizden alır...
Bitmedi...
Geleyim yargıya...
Domuz derisinden post; savcıyla hakimden dost olmaz...
Bakmayın sizleri dava dosyalarındaki gizli belgelerle desteklediklerine...
İşleri bitti mi ve ellerinize düştünüz mü en ağır cezayı sizin için ister ve de verirler...
Şimdi esasa geliyorum...
Daha önceki yıllarda askeri darbelerle yapılan köklü sistem değişiklikleri 21. Yüzyılda darbelerle gerçekleştirilemez..
O halde?..
O haldenin cevabı belli...
Yepyeni stratejiler uygulanacaktır...
Ve bendeniz yaklaşık son 10 yıldır bölgemizde sınırların değişeceğini, Ortadoğu ve Kuzay Afrika ülkelerine "demokrasi" getirileceğini çünkü Amerikan Kapitalizm'inin tükenmek üzere olduğunu yazan, söyleyen biriyim...
Bundan çıkışın yolu petrol zengini ülkeler başta olmak üzere "daha çok demokrasi, daha çok tüketici"...
Şimdiii...
Biliyorum Mehmet (Baransu) bana kırılacak ama yazmam lâzım...
Mehmet'in son yılların en başarılı gazetecilerinden biri olduğuna ve iyi niyetiyle içtenliğine inandığım için söylüyorum...
Baransu, Türkiye'deki en büyük, en köklü siyasal değişikliğin ilk adımlarından birini atan dosyaları Türkiye kamuoyuna duyuran gazetecidir...
Aslında belgelerin neden cumhuriyet savcılığına değil de kendisine getirildiğini o gün bana sorsaydı; şu anda yazdıklarımı anlatır, "tedbirini almadan sakın kabul etme" derdim...
Ya da niçin Şamil Tayyar değil de kendisi...
Ergenekon, Şamil Tayyar'ın bir kitabı ve Neşe Düzel'le yaptığı bir söyleşiyle başlamıştı...
Peki neden Balyoz'da Şamil tercih edilmedi?..
Neyse...
Umarım Mehmet önlemini almıştır...
Bu kadar muhabetten sonra sözü yazımın başlığına getireceğim...
Nedim Şener "(tutuklanma) sıra bana mı geldi?" diye haklı olarak kuşkulanıp da sorgulayınca onu ilk arayan iki kişi oldu...
Kimler mi?..
Mehmet Baransu ve Rasim Ozan Kütahyalı...
Ne mi dediler?..
Ben öğrenince çok duygulandım, çok mutlu oldum...
Zira ikisi de sözleşmiş gibi Nedim'i arayıp aynı şeyi söylediler:
"Eğer yazdıklarından dolayı başına bir şey gelirse beni yanında bil... Türkiye'yi ayağa kaldırırım"...
Tabii ki kelimesi kelimesine böyle değii ama içerik, mana aynen böyle...
Keşke Şamil de arasaydı Nedim'i...
Sevgili kardeşlerim;
Tek bir saç telini koparmak çok kolaydır...
Ama bir demet saç telini Herkül mezardan çıksa koparamaz...
Demek istemem şu...
Birbirinizle tartışın...
Birbirinizin siyasi fikirlerine karşı çıkın...
Ama...
Birbirinizi kırmayın...
Sizin gibi düşünmeyen bir arkadaşınız bir şey söylediğinde önce şunu düşünün:
"Ben fikirlerimde, siyasi inançlarımda samimi miyim?.. Samimiyim... Eeeee... karşımdaki bu arkadaş niçin samimi olmasın?"...
Biliyor musunuz ki İslâm Peygamberi Hz. Muhammed en çok taraftarını Kafirun Suresi'nin ilk 6 ayeti indirildikten sonra kazandı...
Çünkü ilk altı ayet; herkesin dilediği dine ve tanrıya inanması gerektiği konusunda "özgürlük" tanıyordu...
Bakın nasıl...
1. Ey Muhammed! De ki: "Ey kafirler!
2 "Ben sizin taptıklarınıza tapmam."
3. "Benim taptığıma da sizler tapmazsınız."
4. "Ben de sizin taptığınıza tapacak dağilim."
5. "Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz."
6. "Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Diyeceksiniz ki:
İyi ama o kadar tarih dersini bize neden verdin?..
Sadece bunları söylemek için mi?..
Hayır...
Ama çok açmadan söyleyeyim:
Deprem olacağı zaman, hiç kimseden izin almaz...
Küresel projeler de uygulanmaya başladıktan sonra hiç kimseyi dinlemez...
Yani sizler birbirinizle kavga ediyorsunuz diye ne mahkemeler bir günde beraat kararı verir...
Ne de bir günde mahkûmiyet kararı...
Beraat ve mahkûmiyet kararı, Küresel şirketlerin Türkiye'yi yöneten veya yönetmeye talip olanlarla yaptığı anlaşmalar ve uzlaşmalara göre şekillenecektir...
Gülmeyin...
Ve deyin ki komplo teorisi bütün bunlar...
Peki, kabul...
Ama...
Siz birbiriniz kırmaz; uygarca tartışırsanız ve başkalarını da kendinize özendirirseniz ne olur biliyor musunuz?..
Bu köklü değişim sırasında halk birbirine düşmez...
Bizi yönetenlerin eli güçlü olur...
Aksi halde...
Düşünmek bile istemiyorum...
Hepinizin gözlerinizden öperim..
Adnan
Bu hamama böyle mi geldim?
Kasabanın hırsızının kendisine hiç benzemeyen bir oğlu varmış...
Hayatı boyunca tek bir gün bile çalmayan hatta yalan bile söylemeyen bu genç adam ne yazık ki kasabalı tarafından "hırsızın oğlu" diye bilinirmiş...
Delikanlılık yaşına geldiğinde ilk defa kasabanın hamamına gitmiş...
Ama yıkanıp paklanıp da giyinmek için kabine gittiğinde ceketini yerinde bulamamış...
Hamam yönetimine gidip durumu anlatmış...
İnandıramamış tabii...
İnandıramadığı gibi bir de dayak yemiş...
Bir süre sonra yine gitmiş hamama...
Yine yıkanmış paklanmış, soyunma kabinine dönmüş ki bu sefer de ceket yerinde; ama gömlek yok...
Ve yine yönetime gitmiş...
"Gömleğimi çalmışlar"...
Yine kimseyi inandıramamış, bir güzel dayak daha...
Üçüncü gidişinde pantolonunu çalmışlar fakat gelin görün ki inanan yok; dayak atmak için üstüne çullanan yok...
Dördüncü gidişinde yıkanıp paklandıktan sonra soyunma kabinine döndüğünde elbiselerinin ve iç çamaşırlarının hiç biri yok...
Sadece ayakkabılarını ve içine sıkıştırdığı çorapları bırakmışlar...
Giymiş çorapları ve ayakkabıları, sarınmış peştemallara, doğru hamam yönetimine:
"Elbiselerim çalındı"...
Her zaman olduğu gibi "yalan söylüyorsun" denilerek dövüleceği sırada üstündeki peştemalları atmış...
"Yahu dostlar Allah aşkına söyleyin; ben bu hamama böyle mi geldim?"
adnanberkokan@gmail.com
Sevgili meslektaşlarım, değerli kardeşlerim;
İlle de sevgili Nagehan (Alçı), Nedim (Şener), Rasim (Ozan Kütahyalı), Mehmet (Baransu)...
Bu açık mektubum, iyi niyetleriniz bildiğim ve kavgadan değil, gerçek gazetecilikten yana olduğunuza inandığım içindir...
Ama şu anda öğrendiğim bir habere öncelik vereyim...
Belki de bu çokuzun yazıyı sonuna kadar okumayabilirsiniz...
Haber şu:
"Genelkurmay Başkanı Koşaner ve kuvvet komutanları, Balyoz sanıklarını ziyaret etti."
Değerli kardeşlerim,
Ben ne dersem diyeyim bu ziyareti eleştireceğinizi biliyorum...
Siz yazmak istemeseniz "yiğitsin deyip candan, cömertsin deyip maldan edenler" baskı yapacak...
"Çak şunlara!"...
Ancak...
Size bir ağabey tavsiyesi:
Sakın çakmayın...
Eleştirecekseniz de uygar bir dille eleştirin...
Ama...
Bağırmadan, çağırmadan, kırmadan, yıkmadan, dökmeden...
Ve kendinizi onların yerine koyun...
Can ciğer mesai arkadaşlarınızdan biri cezaevine düşse ne yaparsınız?..
Ve neden mi bağırmayın, çağırmayın, kırmayın, yıkmayın, dökmeyin?..
O halde bu çokuzun yazıyı okuyun...
Sevgili kardeşlerim;
Sadece biz Türkler değil dünya biliyor ki TSK geçmişi darbecilik sabıkalarıyla dolu bir kurum...
Ülkenin siviller tarafından daha iyi yönetileceğine bir türlü inanmamış...
Siyasal iktidarlar ne zaman devalüasyon yapsa onlar da hemen arkasından darbe yapmışlar...
Ama her seferinde de hep başka başka gerekçeler ileri sürmüşler...
Kiminde "sivil dikta"yı bahane etmişler...
Kiminde mevcut ikidarın cumhuriyeti korumak bir yana cumhuriyet öncesine döndüreceğiyle korkutmuşlar vatandaşları...
Kimisinde ise "anarşi var" demişler...
Oysa bütün darbelerin temel sebebi; "ekonomik çıkarların paylaşım kavgası veya ekonomik sistemin ittifak halinde olduğumuz batı demokrasleriyle uyum sağlaması" içindir...
Meselâ 27 Mayıs 1960...
Siz bakmayın "sivil dikta" dedikodularına...
Ya da "Menderes, Rusya'ya yanaşıyordu da..." geyiklerine...
27 Mayıs'ın birinci sebebi; rahmetli Başbakan Menderes'in açık sözlülüğü ve sonsuz genişlikteki hayal gücüdür...
Çünkü rahmetli "Küçük Amerika" olabilmenin yolunun "her mahallede en az bir milyoner" yaratmaktan geçtiğine inanıyordu...
Ve tuttu, "Her mahallede bir milyoner" diye bir açıklama yaptı...
Oysa CHP sistemi, "her şehirde tek milyoner" hesabına göre kurmuştu çünkü İngilizler öyle istiyordu...
"Her şehirde tek milyoner" aynı zamanda Ortadoğu'daki Baas tipi cumhuriyetlerin bir eşi demekti...
Menderes "Her mahallede bir milyoner" diyerek işte o tuzağı yıkacağını duyuruyordu...
Ve daha da önemlisi "Küçük İngiltere" değil, "küçük Amerika" diyordu...
O söylemlerine 1959 yılı Haziran ayında yapılan devalüasyonu da ekleyin...
1 Dolar, 2.80'den, 9.-- liraya (% 330) fırlamıştı...
Bu; ithalatın, ithalatçının öldürülmesi demekti...
Ve...
Türkiye ithalat ve ithalatçı işadamları (onlar da İstanbul, Ankara; izmir ve Adana'da konuşlandırılmışlardı) cennetiydi...
Aldılar aşağı Menderes ve hükümetini...
Sonra da iki bakanıyla birlikte (Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan) astılar...
27 Mayıs ihtilalinin arkasında hiçbir zaman Amerika olmadı...
TSK ve CHP en büyük desteği İngiltere'den aldılar...
12 Mart 1971 muhtırasının temeli de 1969 yılında yapılan büyük devalüasyondur...
1 Dolar, 9.-- liradan 14.50'ye çıktı...
AP Hükümetini, içeriden alınan 40 AP'li milletvekili ile yıktılar 1970 bütçesinde...
Başbakan Demirel aynı dönemde DPT (Devlet Planlama Teşkilâtı) Müsteşarı Turgut Özal'a, "Ekonomik Liberalizasyon Çalışmaları"nı başlatması için talimat verdi...
Bu talimat bütün gazetelerde yayımlandı...
Ve...
12 Mart 1971 saat 13.00 Haber Bülteninde generallerin muhtırası okundu...
Demirel aldı şapkasını gitti...
Gerekçe "anarşiydi" ama aslında henüz palazlanamamış, devletin desteğine sahip yerli sermaye - İngiltere ortak operasyonundan başka bir şey değildi...
Zira Demirel ve AP Hükümeti Türkiye'yi İngilizlerin yerleştirmek için ihtilal yaptırdığı Baasçı Cumhuriyet rejiminden giderek uzaklaştırıyor, Liberal Demokrasi'ye taşıyordu...
Ve...
Eşzamanlı olarak Amerika, Bretton - Woods sisteminden çıkışın hazırlıklarını yapıyordu...
Vietnam Savaşı Amerika'yı iflasın eşiğine getirmişti...
Başlangıçta Vietnam Savaşı'nın en büyük destekçisi Başkan Nixon, savaşı bitirmek için Çin'le anlaşma yapmaya hazırlanıyordu...
Dünya sistem değiştirecekti yani...
Mevcut sisteme göre Amerikan Doları rezerv paraydı...
Amerika elindeki altın stoku kadar para basabiliyordu.
Oysa dünya piyasalarında Birleşik Devletler'in stoklarındaki altınlardan misli kere misli Dolar vardı...
Yani Amerikan Dolarları karşılıksızdı...
12 Eylül 1980...
AP azınlık Hükümeti, 1970'li yılların başında gerçekleştiremediği Piyasa ekonomisine geçiş çalışmalarını başlattı...
Başbakan yine Demirel'di...
Turgut Özal ise hem Başbakanlık Müsteşarı ve hem de DPT Müsteşar vekiliydi...
Daha 1970'li yılların başında hazırladığı ekonomik programı uygulamaya koydu...
Baasçı Ecevit'in iki yıllık başbakanlığında perişan olan piyasalar birkaç ay içinde canlandı...
Bulunmayan bütün mallar piyasaya çıktı...
Ama diğer yanda grevler olanca hızıyla sürüyordu...
Piyasa ekonomisine geçiş ve demokrasi aynı anda olmayacaktı...
Plân yapıldı, uygulamaya konuldu...
En ilginci...
Bütün siyasi partiler ve parlamento fesh edilir, Başbakan Demirel ve diğer liderler tutuklanırlarken; Demirel'in müsteşarı, Piyasa ekonomisine geçişin mimarı Turgut Özal; hükümette ekonomiden tek yetkili (Başbakan Ulusu'dan bile) Başbakan Yardımcısı oldu...
Ve oyun devam etti...
Grevsiz bir hayat başladı 12 Eylül sayesinde(!)..
Yani asker, gelişen dünyaya uyum sağlayamayan sivillerin yapamadıklarını yapacaktı...
700 genç asıldı o büyük değişim(!) için...
Çok mu uzattım?..
Af edersiniz...
Çok okuduğunuzu biliyorum ama bu şekilde hiçbir yerde okumamışsınızdır...
O halde bitireyim...
Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya piyasalarında dolaşan Dolar miktarı trilyonlarca Dolar...
Sadece Çin'in döviz rezervi 3 trilyon Dolara yaklaştı...
Şimdi bir komplo yapayım...
Çin, Rusya, Hindistan ve petrol zengini bütün ülkeler ellerindeki rezerv dolarlarla Amerikan piyasalarındaki şirketlerin hisse senetlerini satın alırlar...
Sonra da Doları rezerv para olarak kabul etmediklerini açıklarlar...
Ya da aksi...
Amerika 1973'te "getir dolarımı al altınını" sisteminden çıkarak yırtmıştı...
Bu kez de Dolar'dan vazgeçip yeni bir para sistemi uygulayacağını açıklar...
Bunu lütfen iyi düşünün...
Sevgili meslektaşlarım, değerli ve iyi niyetli kardeşlerim;
Önce şunu lütfen unutmayın...
Sizlere bahşedilen büyük gazetecilikler asla tesadüfi olmaz, olamaz...
1. Dünya Savaşı'ndan önce Macaristan - Avusturya Arşidük'ü Ferdinand'ı öldüren genç Sırp öğrenciye, "İşleyecek cinayet 2. Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olacak, milyonlarca Hıristiyan ölecek" denseydi o cinayeti asla işlemezdi...
Değerli kardeşlerim...
Son yılların gündemini en çok meşgul eden davalar belli...
Ve yine belli ki o belgelerin bir bölümü dudakları uçuklatacak, tüyleri diken diken edecek konuşmalarla mücehhez...
Yani bir darbe girişimi yoksa bile fikri çalışması yapılmış gibi...
Ama...
Yine belli ki o belgelerin önemli bir kısmı ise sonradan düzmece yapılıp
eklenmiş...
Bilirkişi (hem de hükümetin emrindeki TÜBİTAK) raporları da çok sayıda belgenin "düzmece" olduğunu söylüyor...
Ben ise o belgelerin ne sıhhatiyle ilgiliyim; ne de tutuklanmış paşalarla...
Beni önce, meslektaşlarımın durdukları yerin doğru veya yanlışlığı ilgilendiriyor...
Sonra da işin insani boyutu...
Ben bir siyasal deprem yaşayacağımızı, bunu önlemeye devletimizin de gücünün yetmeyeceğini ama o süreçte değerlendirilen asker ya da sivillerin fazla acı çekmemelerini istiyorum...
Ve geçişin en az zayiatla olmasını...
Şunu demek istiyorum:
Belgelerin sıhhati hakkındaki son kararı zaten bizler değil mahkeme verecek...
Hele bir bekleyin...
Neden birbirinize giriyorsunuz öyle?..
Niçin yüzünüze bakamayacak şeyler söylüyorsunuz birbiriniz hakkında...
Siz meslektaşsınız...
Yok mu sizde meslektaş dayanışması?..
Yarın bugün yargı ile kavgalı olan bu politika esnafı kardeş; bugün yargı ile kardeş olan politika esnafı kandaş olur da bu arada olan da sizlere olur; bunu göremiyor musunuz?..
Ve...
Biliyor musunuz ki bir zamanlar bana "aslansın, kaplansın, sen bizim canımızsın" diyen eski politikacı dostlardan, "geçmiş olsun" diyen bile olmadı çalıştığım gazeteden kovulduğumda...
Çünkü bu politikacı milleti "banka" gibidir...
Şemsiyeyi güzel havada verir, yağmurlu havada elinizden alır...
Bitmedi...
Geleyim yargıya...
Domuz derisinden post; savcıyla hakimden dost olmaz...
Bakmayın sizleri dava dosyalarındaki gizli belgelerle desteklediklerine...
İşleri bitti mi ve ellerinize düştünüz mü en ağır cezayı sizin için ister ve de verirler...
Şimdi esasa geliyorum...
Daha önceki yıllarda askeri darbelerle yapılan köklü sistem değişiklikleri 21. Yüzyılda darbelerle gerçekleştirilemez..
O halde?..
O haldenin cevabı belli...
Yepyeni stratejiler uygulanacaktır...
Ve bendeniz yaklaşık son 10 yıldır bölgemizde sınırların değişeceğini, Ortadoğu ve Kuzay Afrika ülkelerine "demokrasi" getirileceğini çünkü Amerikan Kapitalizm'inin tükenmek üzere olduğunu yazan, söyleyen biriyim...
Bundan çıkışın yolu petrol zengini ülkeler başta olmak üzere "daha çok demokrasi, daha çok tüketici"...
Şimdiii...
Biliyorum Mehmet (Baransu) bana kırılacak ama yazmam lâzım...
Mehmet'in son yılların en başarılı gazetecilerinden biri olduğuna ve iyi niyetiyle içtenliğine inandığım için söylüyorum...
Baransu, Türkiye'deki en büyük, en köklü siyasal değişikliğin ilk adımlarından birini atan dosyaları Türkiye kamuoyuna duyuran gazetecidir...
Aslında belgelerin neden cumhuriyet savcılığına değil de kendisine getirildiğini o gün bana sorsaydı; şu anda yazdıklarımı anlatır, "tedbirini almadan sakın kabul etme" derdim...
Ya da niçin Şamil Tayyar değil de kendisi...
Ergenekon, Şamil Tayyar'ın bir kitabı ve Neşe Düzel'le yaptığı bir söyleşiyle başlamıştı...
Peki neden Balyoz'da Şamil tercih edilmedi?..
Neyse...
Umarım Mehmet önlemini almıştır...
Bu kadar muhabetten sonra sözü yazımın başlığına getireceğim...
Nedim Şener "(tutuklanma) sıra bana mı geldi?" diye haklı olarak kuşkulanıp da sorgulayınca onu ilk arayan iki kişi oldu...
Kimler mi?..
Mehmet Baransu ve Rasim Ozan Kütahyalı...
Ne mi dediler?..
Ben öğrenince çok duygulandım, çok mutlu oldum...
Zira ikisi de sözleşmiş gibi Nedim'i arayıp aynı şeyi söylediler:
"Eğer yazdıklarından dolayı başına bir şey gelirse beni yanında bil... Türkiye'yi ayağa kaldırırım"...
Tabii ki kelimesi kelimesine böyle değii ama içerik, mana aynen böyle...
Keşke Şamil de arasaydı Nedim'i...
Sevgili kardeşlerim;
Tek bir saç telini koparmak çok kolaydır...
Ama bir demet saç telini Herkül mezardan çıksa koparamaz...
Demek istemem şu...
Birbirinizle tartışın...
Birbirinizin siyasi fikirlerine karşı çıkın...
Ama...
Birbirinizi kırmayın...
Sizin gibi düşünmeyen bir arkadaşınız bir şey söylediğinde önce şunu düşünün:
"Ben fikirlerimde, siyasi inançlarımda samimi miyim?.. Samimiyim... Eeeee... karşımdaki bu arkadaş niçin samimi olmasın?"...
Biliyor musunuz ki İslâm Peygamberi Hz. Muhammed en çok taraftarını Kafirun Suresi'nin ilk 6 ayeti indirildikten sonra kazandı...
Çünkü ilk altı ayet; herkesin dilediği dine ve tanrıya inanması gerektiği konusunda "özgürlük" tanıyordu...
Bakın nasıl...
1. Ey Muhammed! De ki: "Ey kafirler!
2 "Ben sizin taptıklarınıza tapmam."
3. "Benim taptığıma da sizler tapmazsınız."
4. "Ben de sizin taptığınıza tapacak dağilim."
5. "Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz."
6. "Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Diyeceksiniz ki:
İyi ama o kadar tarih dersini bize neden verdin?..
Sadece bunları söylemek için mi?..
Hayır...
Ama çok açmadan söyleyeyim:
Deprem olacağı zaman, hiç kimseden izin almaz...
Küresel projeler de uygulanmaya başladıktan sonra hiç kimseyi dinlemez...
Yani sizler birbirinizle kavga ediyorsunuz diye ne mahkemeler bir günde beraat kararı verir...
Ne de bir günde mahkûmiyet kararı...
Beraat ve mahkûmiyet kararı, Küresel şirketlerin Türkiye'yi yöneten veya yönetmeye talip olanlarla yaptığı anlaşmalar ve uzlaşmalara göre şekillenecektir...
Gülmeyin...
Ve deyin ki komplo teorisi bütün bunlar...
Peki, kabul...
Ama...
Siz birbiriniz kırmaz; uygarca tartışırsanız ve başkalarını da kendinize özendirirseniz ne olur biliyor musunuz?..
Bu köklü değişim sırasında halk birbirine düşmez...
Bizi yönetenlerin eli güçlü olur...
Aksi halde...
Düşünmek bile istemiyorum...
Hepinizin gözlerinizden öperim..
Adnan
Bu hamama böyle mi geldim?
Kasabanın hırsızının kendisine hiç benzemeyen bir oğlu varmış...
Hayatı boyunca tek bir gün bile çalmayan hatta yalan bile söylemeyen bu genç adam ne yazık ki kasabalı tarafından "hırsızın oğlu" diye bilinirmiş...
Delikanlılık yaşına geldiğinde ilk defa kasabanın hamamına gitmiş...
Ama yıkanıp paklanıp da giyinmek için kabine gittiğinde ceketini yerinde bulamamış...
Hamam yönetimine gidip durumu anlatmış...
İnandıramamış tabii...
İnandıramadığı gibi bir de dayak yemiş...
Bir süre sonra yine gitmiş hamama...
Yine yıkanmış paklanmış, soyunma kabinine dönmüş ki bu sefer de ceket yerinde; ama gömlek yok...
Ve yine yönetime gitmiş...
"Gömleğimi çalmışlar"...
Yine kimseyi inandıramamış, bir güzel dayak daha...
Üçüncü gidişinde pantolonunu çalmışlar fakat gelin görün ki inanan yok; dayak atmak için üstüne çullanan yok...
Dördüncü gidişinde yıkanıp paklandıktan sonra soyunma kabinine döndüğünde elbiselerinin ve iç çamaşırlarının hiç biri yok...
Sadece ayakkabılarını ve içine sıkıştırdığı çorapları bırakmışlar...
Giymiş çorapları ve ayakkabıları, sarınmış peştemallara, doğru hamam yönetimine:
"Elbiselerim çalındı"...
Her zaman olduğu gibi "yalan söylüyorsun" denilerek dövüleceği sırada üstündeki peştemalları atmış...
"Yahu dostlar Allah aşkına söyleyin; ben bu hamama böyle mi geldim?"
adnanberkokan@gmail.com