Ne yazık ki Başbakan onu dinlemektedir...

İşte böyle bir süreçte... Bir zamanlar olduğu gibi hukuk profesörü Ergun Özbudun yerine...

ADNAN BERK OKAN

Hiç itiraz edilmesin…

“Türkiye” isimli mükemmel giden arabanın tekerine çomak sokanların en başında “Küçük Çıkar Gurupları” geliyor…

Neden “Küçük Çıkar Gurupları”?..

Büyük Çıkar Gurupları bu kadar “aptal” olmazlar da ondan…

Bilirler ki Türkiye isimli otomobil yoldan çıkarsa en büyük zararı onlar görürler…

Küçük Çıkar Gurupları ise o kadar uzağı göremezler…

Büyük Çıkar Gurupları bir ülkede “Adalet duygusu” infisaha uğramış, yargıya güven çürümüşse; otomobilin her an yoldan çıkabileceğini bilir…

İşte bu nedenledir ki otomobilin lastiğini patlatmak yerine şoförü uyarırlar…

Meselâ TÜSİAD’ın yaptığı işte o uyarıdır…

Ve…


Ne yazık ki...

Mevlâna, Mesnevi
’nin 1. Cildinin bir yerinde (Sayfa 27) şöyle der:

“Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; ruhu doğruluktan ayırır…

Garez gelince hüner örtülür, gönülden göze yüzlerce perde iner…”

Evet...
Başbakan'ın son bir yıldır en büyük eksiği yoğun çalışma temposu içinde kendisiyle hesaplaşmaya vakit ayıramamasıdır...

Ve...
Böyle bir dönemde kendisiyle hesaplaşmaya yönlendirecek danışmanları olmayışıdır...

Ve...
Sevgili Peygamberimizden...
Ve...
Sevgi dehası Mevlâna'dan...
Ve...
Ozanlar ozanı Yunus'tan dizeler okuyabilecek zamanı yaratamamasıdır...

Ve haliyle...

Şiddete, öfkeye yenik düşmesidir...

Ve haliyle...

Adaleti unutması, kendisine ve yakınlarına zarar verdiklerine inandığı "kötü" insanların yargılanmalarına imkân vermek yerine kendisinin cezalandırma yoluna gitmesidir...

Ve...
İşte böyle bir süreçte...
Bir zamanlar olduğu gibi hukuk profesörü Ergun Özbudun yerine...
İlahiyat profesörü Hayrettin Karaman'a danışmasıdır...

Özbudun'a danışsa garezin yerini "adalet" duygusu alacak...
Ama...
Karaman Hoca'yı dinleyince, adaletin yerini garez almaktadır...
Garez gelince son 11 yıldır gösterdiği hünerleri örtülmekte, gönüllerden gözlere yüzlerce perde inmektedir...

Ne yazık ki aynen böyle olmaktadır...

 

Uyarısını adalet ve yargı üzerinden yapmıştır…

Haklıdır…

Yerinde bir uyarıdır…

Aynı zamanda kendilerine aba altından sopa gösteren iktidar medyasının cahil ve hem de ufak hesapçı kimi hempalarına “bizi bu kirli kavganıza bulaştırmayın” mesajı vermektir.

 

Peki adalet niçin bu kadar önemlidir?..

Ya da neden tartışma konusu yapılmaktadır?..

Çünkü…

Adalet fikri ilk ortaya çıktığı günden beri hep tartışılır olmuştur:

Modern hukukun olmadığı yıllarda adaleti insanlar kendileri tecelli ettirirlerdi…

“İhkak-ı Hak” dönemi modern hukukun olmadığı dönemdir…

Ve…

O zamanlar “Adalet” aynı zamanda da “intikam amacı” taşımaktaydı.

İntikam; zarara uğrayan tarafın, zarara uğratan tarafa “hesap ödetmesi” idi…

Böylece “Adalet” sağlanmış oluyordu…

Önce Din Hukuku (Şeriat) devreye girdi…

Sonra da Modern Hukuk…

Bireye zarar getiren eylem önceleri “günah” olarak tanımlandı…

Daha sonra da “suç“ kabul edildi…

Günahın cezası her ne kadar öbür dünyaya bırakılıyor idiyse de; kutsal kitaplar bir de bu dünyada cezalandırılması gerektiğine, inananlarını ikna ettiler…

“Ama” dediler… “Günahın cezasını sen (Mağdur) değil biz vereceğiz”…

Böylece adalet; “bireylerin gördüğü zararın, zarar veren kişiye devlet (ya da idare) tarafından ödettirilmesi” şeklinde tecelli etmeye başladı…

Dini kanunlar (Şeriat) mağdurun intikamını, işlenen suçun nev’ine göre failin canını alarak ya da fiili işlediği organını keserek alıyorlardı…

Modern kanunlar ise dini kanunlardan daha insaflı idiler…

Yani…

Yine “İntikam” vardı ortalıkta…

 Ama…

İntikamı “mağdur” adına devlet (İdare) alıyordu…

Yani…

Size zarar veren birini alıp da kendi evinizde ya da bodrumunuzda yıllarca kilitli tutarsanız bunun adına “adalet” denilmiyor…

 

Ey güzel insanlar!..

Bütün kurumlar adaleti, intikam aracı olarak mı görüyorlar ne?..

Hepsi de adalet dağıtımını tekellerine alıp kendi sanıklarını cezalandırmayı istiyorlar…

Yani…

Önceden yargılamak isteyen de yargılanmayı kabul eden de yok…

Gelişmiş demokrasilerde Hukuk sistemi ve adalet dağıtıcılar Devletin sadece “denetimi” altındadır.



Son sözü kim söyler?..


Etyen Mahcupyan'ı sadece makalelerinden ve ekranlardan tanıyorum...

Yakın dostları iyi bir "Liberal düşünür" olduğunu söylüyorlar...
Ben de öyle sanıyordum...
Ta ki dünkü Zaman'da başlığı altında yayımlanan makalesini okuyuncaya kadar...
Çünkü...
Mahcupyan'a göre son sözü "siyaset" söyleyecek(miş)...
 İnanamadım...
Liberal olduğunu söyleyen dostlarına güvenmesem "bu nasıl liberal?" diye sorgulayacağım...
"Yanlış anlamış olabilir miyim?" diye defalarca okudum ama hayır...
Aynen öyle diyor ve zaten öyle demek de istiyor...
Oysa...
Bir liberal için dünyada hukuktan daha üstün hiçbir değer olamaz...
Mahcupyan'a sorsam:

"Siyaset var olduğu için özgür hukuk vardır" mı dersiniz?..
Yoksa...
"Hukuk olduğu için özgür siyaset vardır" mı dersiniz?..
Neyse...
Ben soruyu sordum...
Kendisi ne der bilemem...
Ama bana göre "Hukuk olduğu için özgür siyaset vardır"...
Çünkü...
Bütün diktatörlüklerde ilk sözü hukuk, son sözü "siyaset" söyler...
Demokrasilerde ise ilk sözü siyaset, son sözü "Hukuk" söyler...
Mahcupyan'ın dalgınlığına mı geldi ne?..
 

Ama…

Asla Devlet tarafından kontrol edilemez, yönlendirilemez…

Sadece Devlet değil...

Hiçbir kişi ve kurum bağımsız yargıyı kontrolü altına alamaz, bunu düşünemez bile…

Bunun içindir ki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nda siyasal iktidarı temsilen hiç kimse bulunmaması en adil ve hakkaniyetli, doğru olandır…

Demek istemem o ki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, RTÜK değildir, olamaz; benzetmek bile yanlıştır…

 

Yani…

Türkiye AB üyeliğine giden yolda HSYK’nu siyasal iktidarın kontrolü ve yönlendirme etkisinden kurtarmak zorundadır…

Hükümet aksini yapıyor…

“Madem ben Milli iradeyim… Madem beni halk seçti… İstediğimi yaparım… Hatta cezayı da ben keserim” diyor…

Ve…

Kendisini “Mağdur” yerine koyuyor…

Cemaati de “Suçlu”…

Evet, “Suçlu” yerine koyuyor…

Yani “şüpheli/zanlı” falan değil; doğrudan suçlu…

“Suçlu” gördüğü için de yargılamaya gerek görmüyor…

Cezayı da kendisi kesmek istiyor…

 

Ama…

Ortada “Cemaat” olsa da o Cemaatin “kayıtlı” üyeleri yok…

Alınlarında da “Cemaat” diye yazmıyor ki ayırasın…

Fakat şu var:

Cemaatin olduğu bilinen kurumlar var…

Ve hemen hepsi de çok güçlü…

Meselâ bankası var…

Ve Hükümet, Devleti bankanın üzerine gönderiyor…

Oysa…

Banka Cemaatin tescilli malı mülkü değil…

On binlerce küçük tasarruf sahibi inançlı Müslüman; “faiz haram” inancıyla “Faizsiz bankacılık” yaptığına inandığı o bankada değerlendiriyor birikimlerini…

Yani…

Hükümet Cemaatin suçunun cezasını bankaya keserse; işlendiği varsayılan suçta zerrece katkısı olmayan on binlerce inançlı Müslüman da zarar görecek…

Şimdilik Başbakan’ın insafı devreye giriyor olmalı ki; Cemaatin bankası elinden alınmadı…

Ama…

Herkes diken üzerinde…

Bu kuşku dolu ortam mutlaka yok edilmeli…

 Nasıl mı?..

Başka bir yazıda anlatırım…

adnanberkokan@gmail.com